Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman…
Meğer ne zengin tarihi mirasa, ne
verimli topraklara sahipmiş. Büyük bölümü hala yerin altında öylece duran
tarihi eserlere bakarken, bu toprakların insanlık tarihinin en önemli
medeniyetlerinin beşiği olmasına tanıklık etmek gelecek için umut veriyor. Göz
alabildiğine uzanan, yılda iki ürün alınabilen mümbit ovalar… Dicle ve Fırat
üzerindeki barajların sadede elektrik üretme değil sulamada da kullanılmaya
başlanması devasa potansiyeli harekete geçirmeye aday.
“Güneydoğu
Anadolu” deyip geçtiğimiz, pek çok önyargıyla yaklaştığımız bu şehirleri
gezmenin ruhuma iyi geldiğini belirtmem gerekiyor. Ancak bu toprakların ne
altındaki ne üstündeki değerlerden gereği gibi değerlendirilmediğini görünce,
içiniz burkuluyor. Düşünün ki, bölgenin tarihi eserlerinin büyük bölümü hala
toprak altında. Çıkarılanlar ise adeta talan edilmiş. Neredeyse bütün kazılar
batılı ülkelerin desteği ile yapılmış. Eserlerin ciddi bölümü yasal ya da
yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılmış.
Yanlış tarım politikaları ve gergin
toplumsal iklim sadece yeraltı değil, yerüstündeki zenginliklere sahip çıkmayı
da engellemiş görünüyor. Başka türlü, “Burası
bütün Türkiye’yi besler” dediğiniz uçsuz bucaksız ovalara bakarken, kuru
soğana muhtaç olma hallerini nasıl anlayabilirsiniz ki…
Koza Dağcılık kulübü bünyesinde Mahmut Varol tarafından organize edilen
GAP Gezisi için otobüsümüz Bursa’dan 19 Mayıs Pazar günü saat 16.00
gibi hareket etti. Eskişehir’den Ankara’ya giderken Polatlı’da Haymana yoluna
girdi ve Haymana’dan sonra Ankara Gölbaşı’na vardık. Haritaya
bakınca yol uzatılmış gibi görünüyor, ama hem kent trafiğine girilmiyor, hem de
yol 80 kilometre kısalıyormuş. Ancak bu bölüm “duble yol” değil.
Gece yolculuğunda çevreyi
seyredemiyorsunuz. Örneğin Şereflikoçhisar’da
Tuz Gölü’nün sadece “Tuz Gölü Müzesi” yazan ışıklı tabelasını
görebildik!
Adana, Pozantı civarında kısa mola
verilen akaryakıt istasyonu Mevlüt Usta’nın
çevresinde onlarca TIR’ı park
halinde görünce kendimi Irak
sınırında falan sandım. Meğer buralar Irak
ve Suriye’ye taşımacılık yapan şoförlerin
park edip “kestirdikleri” yermiş! Dönüş yolunda bu TIR’ların pek çoğunun kurusoğan ve patates yüklü olarak batı
ilerine yol aldığını gördük.
Günün erken saatlerinde ulaştığımız Gaziantep’te ilk durağımız Zeugma Park diye bir yer oldu. Zeugma Mozaik Müzesi’nin açılmasından
sonra “Zeugma” lafı çok popüler
olmuş. Pek çok tabelada görebiliyorsunuz.
Zeugma Park’taki kahvaltıda hoş olan
sadece çoğu yöresel lezzet olan yediklerimiz olmadı. Gaziantepli aile dostlarımızdan Abdulrahman-Emine çifti de bizi görmeye geldi. Eşimin ameliyatından
sadece 4 gün geçmiş olduğunu bildikleri için merakla gelmişler. Bu Aysel’in de işine geldi ve Zeugma Mozaik Müzesi’ne gitme yerine gençlik
arkadaşının evinde dinlenmeyi tercih etti.
ZEUGMA ANTİK KENTİNİN MOZAİKLERİ
Zeugma, Gaziantep'in Nizip ilçesine
70 kilometre uzaklıktaki Belkıs köyü
civarında, tepeler üzerinde kurulmuş, Komagene
uygarlığına ait bir antik kent. M.Ö 300
yılına uzanıyor. Büyük İskender’den Sasanilere, Roma’ya epey el değiştirmiş.
Zeugma Antik kentinin belli başlı bütün
eserleri alınarak bu müzeye getirilmiş ve dağın tepesinde yıllar süren
kazıların sonunda kente önemli bir müze kazandırılmış.
Ancak gezerken, keşke onca eser yerinde
korunsaydı, orijinal haliyle ziyarete açılan dev bir yer yapılsaydı diye
düşünmedim değil. Rivayete göre, kazılar sırasında pek çok değerli eser de
kaçırılmış, çalınmış vs. Koskoca mozaiklerin bazen üçte birini ancak
görebiliyorsunuz. Çoğu Amerika’ya kaçırılmış.
Müzede özellikle duvar ve yer mozaikleri
çok etkileyici. Düşünsenize sarayların zeminlerinde, duvarda, pek çok öyküyü
konu alan renkli taşlarda yapılmış, mozaik tablolar oluşturulmuş. Hayran
olmamak elde değil. İnsan bu topraklarda ne büyük medeniyetlerin yaşadığını
düşünüyor ve ülkesiyle gurur duyuyor.
Komagene Kralı 1. Antiakos’un tanrı Herakles ile el sıkışma
heykeli görülmeye değer. Bu taş heykelin arkasında yazılanlara bakılırsa, kral Antiakos, yönettiği topraklar üzerinde
barış istiyor…
Yunanlı ve Persli tanrıların barışması!
“Komagene” sözü de zaten “genlerin, soyların birlikte olması”
anlamına geliyormuş. Yani Komagene Kralı,
“Biz hem Pers hem Makedon soyunu temsil
ediyoruz, kardeşiz. Siz aslında bize bağlısınız” diyor. Yazı, kutsal
sayılan ülke topraklarında uyulması gereken kuralları anlatan bir “Anayasa”
gibi…
Ve tanrı ile el
sıkışan, yani kendini tanrı ile arkadaş, eşit güçte sayan bir kral!
Müzedeki
mozaikler (doğal, renkli taş) bu antik kentteki yaşamı, çevredeki canlıları, masal
ya da inanış diyebileceğimiz durumları resmediyor. Kralın zengin sofrasından, Venüs’ün doğumuna… İnsanların yan yana
oturup tuvalet yaptıkları, altından su akan delikli taşlar dahil, medeniyete
ait pek çok şeyi görmek mümkün.
ADINI ÇİNGENE KIZ
KOYMUŞUZ!
Müzenin en çok
ilgi gören ve özel bir karanlık odada gösterilen mozaik, adına “Çingene Kızı”
denilen mozaik. Menad Evi denen
yerde bulunan mozaiğin büyük bölümü 1960’lı yıllarda Amerika’ya kaçırılmış. 1965’de
Peter Marks adlı bir tacirden 35 bin
dolara satın alınmış, o zamandan bu yana da Ohio’da bir üniversitede sergileniyormuş. 1998’deki kazı sırasında,
devrilen bir sütunun altında tesadüfen bu parça bulunur. Sadece başının bir
bölümü. Asıl büyük kısımların Türkiye’ye iadesi için diplomasi devreye girer,
kağıtlar imzalanır. Ama henüz bir sonuç yok. Umarız, en azından eksik mozaikler
tamamlanır.
Aslında bu mozaiğin kime ait olduğu
bilinmiyor. “Çingene” sadece bir
yakıştırma. Yani olayın çingene ile falan alakası yok. M.Ö 300’lere ait mozaiği
Büyük İskender’e benzetenler olduğu
gibi, kralın şenliklerinde yer alan “menad”lardan birisi (şarkıcı gibi bir
şey) olabileceği de tahmin ediliyor. Mozaiğin en önemli özelliği, Mona Liza tablosunda olduğu gibi, siz
hangi açıdan bakarsanız bakın, bir gözü ile size bakıyor sanmanız…
BOŞUNA ‘GAZİANTEP’
OLMAMIŞ!
Türkiye’nin 1,7 milyon ile en kalabalık 5. vilayeti olan Gaziantep’in tarihi oldukça eski. M.Ö 10.000’lere uzanan periyodda Hitit, Asur, Pers, Roma, Arap devletlerine
geçmiş…
Bilinen ilk adı Hititler’de Hantap (hanın arazisi, verimli arazi), ardından Ayıntap (Araplarda; temiz, bol sulu
pınar) olmuş. Kurtuluştan sonra ise önce Antep
olmuş, ardından Gaziantep olarak
TBMM kararıyla değiştirilmiş.
Gaziantep’in Fransız işgalinden kurtuluşu
sahiden heyecan verici.
Daha TBMM
kurulmadan, Ankara’dan asker falan beklemeden, eli silah tutan herkes silahlı direnişe
katılmış. İşgalcilerin sıkıyönetim ilan edip, “Herkes evindeki ekmek bıçağı dahil bütün silahları teslim edecek” ilanından
sonra işin rengi değişmiş, Antepliler değil silah vermek, ellerine geçen
herşeyi silaha çevirmeye başlamış.
Bağımsızlığın
öncülerinden Şahin Bey ve Şehit Kamil, bugün iki merkez ilçenin
adı olmuş. Şahinbey Milli Mücadele Müzesi’ni
gezerken, kurtuluş savaşının hangi koşullarda ve nasıl bir yurtseverlikle
verildiğini iliklerinize
kadar hissediyorsunuz.
Müzenin en
heyecan verici bölümü “Mağara”.
Kireç kalker
taşından oluşan zemin anlaşılan yeraltında geniş mağaraların açılmasına uygun
fırsat yaratmış. Taş ocakları bir süre sonra mağaraya dönüşmüş. Burası yapay
değil, sahiden bağımsızlık sırasında düşmandan gizlenmek için kullanılan
yeraltındaki büyük mağaralar. Yeraltı tünelleri, gizli geçitler…
İnsanlar türlü
imkansızlıklar içinde burada hastaları tedavi etmiş, kurşun eritmiş, tüfek
tamir etmiş, yemek pişirmiş, cenazesini yıkamış, namazını kılmış, gizlenmiş…
Anteplilerin direnişi mumya heykel ve yerel giysilerle gayet güzel
canlandırılmış.
Ancak müzenin son
bölümünde 15 Temmuz darbe girişimine ayrılması bence iyi olmamış. Darbe
girişimi başka bir mekanda değerlendirilebilirdi.
ANTEP KALESİ…
Gaziantep Kalesinin diğer kalelerden farkı, üzerinin hayli geniş ve düz
olması galiba. Kalede uzay çatı altında bazı
bölümlerde kazı yapılıyor. Kafeterya
vs. kuruluyor. Kalede çok sayıda burç var. Ancak yukarıda restorasyon çalışması
olduğu için burçlara yaklaşılmıyor.
Kalenin giriş
bölümünde ulusal kurtuluş savaşının kahramanlarına ait anıtlar var. Şahinbey, Şehitkamil,
Karayılan… İşgalcilerin Dokurcum Değirmeninde topluca katlettikleri 14 çocuk…
TİCARET
Gaziantep’in yöre ekonomisinde çok etkili olduğu aşikar. Zira, örneğin
Antepfıstığını hepimiz sadece Gaziantep’te
yetişiyor sanırız. Halbuki fıstığın en çok üretildiği yer Şanlıurfa. Besni üzümü de meğer burada değil Adıyaman’da üretiliyormuş. Çarşıda Zeytin Han’ı görünce yol boyunca
gördüğümüz zeytin ağaçlarını hatırladım. Bölgenin zeytini Bursa’ya göre daha
küçük ama hayli ilgi görüyor.
Kale civarında
bizim Kapalıçarşı’yı andıran bedestenler, Kozahan’ı andıran mekanlar var. Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Şire Hanı,
Bakırcılar Çarşısı, Hışvahanı, Hamam Müzesi, Beyaz han, Kürkçühan, Almacı Pazarı…
Bakır ve gümüş
işçiliği… Ama gıda, kurumuş meyve sebzeler baş köşede… salçalar, biberler…
Burada yemek kültürü hayli ileri. Acıyı seven bir halk. Sırf yemek yemek için
insanların uzak
şehirlerden kalkıp geldiği bir şehirden söz ediyoruz.
FIRAT IRMAĞI
KIYISINDA KELAYNAKLAR..
Ramazan’a rağmen merkezde
pek çok yeme içme yeri açık. Pek çok yöresel yemek var birbirinden lezzetli. Ancak
bu yemeklerin Bursa dahil diğer büyük illerde de ilgi görmesi, yöresel
lokantalar açılması bazen “Aaa bizdeki
beyran çorbası bundan güzeldi” durumları
yaratabiliyor. Sonuçta iş, lezzet,
her bir aşçının ustalığında gizli.
Çarşı pazar dolaşmasından
sonra otobüsümüz Halfeti’yi su altında bırakan Birecik Barajı’na yöneldi. Bölgenin
ilginç bir iklimi var. Mesela buralara pek kar yağmazmış. Hava sıcak olsa da
nemi fazla değil.
Yolumuzun
üzerindeki Nizip 150 bin nüfuslu büyük bir ilçe. Bölgede en çok zeytin burada
yetişiyormuş. Sağda
solda zeytincilikle
ilgili birşeyler görüyorsunuz. Zeytin ağaçları, zeytinyağı, sabunu vs.
Ama göz
alabildiğine uzanan fıstık bahçeleri, bu bölgede çiftçinin bu ağaca önem
verdiğini gösteriyor. Hem fıstık bahçeleri daha bakımlı görünüyor, hem de yeni
geniş alanlarda fıstık fidanları görüyorsunuz. İnsan kocaman ovanın fıstık
ağacıyla dolu olduğunu görünce, fıstık fiyatlarının neden bu kadar yüksek
olduğunu merak ediyor.
Çok çabuk ünlü
olan şarkıcı Mirkelam da meğer Birecikli imiş ve buradaki en büyük fıstık
bahçeleri ona aitmiş.
Birecik Barajı’nın 40 kilometre ötesi Suriye sınırıymış. Artık Şanlıurfa topraklarındayız. Birecik’e
gelip de Milli Parklar’a bağlı Kelaynak Bakımve Tedavi Merkezi’ni
görmeden olmazdı.
Kelaynak çok
ilginç bir kuş. Ben ilk defa orada gördüm. Çoşkun Fırat nehrinin kenarında
kalker, kireçtaşına benzeyen kayalıklar var. Bu kuşlar oraları mekan ediyormuş.
Malum sebeplerle nesli tükenmekle yüz yüze kalıp, sayıları 14’e inince devlet
bu işe el oymuş ve bu merkezi açmış.
Turna ve
leylekler gibi göçmen bir kuşmuş. Burada tedavi edilip bacaklarına çip takılan
kuşların Mısır’da avlandığını öğrenince
kuşları kafese kapatmışlar. Bu sayede de sayıları artmış.
Merkezde müze
bölümü var. Müzede sadece kelaynak değil, bölgedeki ormanlarda yaşayan çizgili
sırtlan gibi çeşitli hayvanlar hakkında bilgi ve doldurma heykeller var. Hani türküde
“Urfa dağlarında gezer bir ceylan” diyor ya… Dağ deyince
orman, ağaç falan gelmesin aklınıza… Urfa
dağları çıplak, kayalık. Kaçak
avlanmalar yüzünde de pek çok hayvanın nesli tükenmiş galiba.
BATIK HALFETİ
ÜZERİNDE TEKNE TURU…
Kelaynak Bakım ve Tedavi Merkezi, Fırat ırmağının kıyısında. Böyle durgun, engin göründüğüne
bakmayın, türkülere, ağıtlara konu olan büyük acıların da kaynağı olmuş. Buraya
köprü yapılması apayrı bir hikaye…
Fıratın kıyısında
fotoğraf çektikten sonra yola koyuluyoruz.
Şimdi içinden geçtiğimiz yerin adı Halfeti. “Yeni Halfeti” demek daha doğru. Zira barajın suyla dolmasından
sonra asıl Halfeti su altında kalmış. Yeni
Halfeti hızla kurulmuş. Binalar pek eski görünmüyor.
Güneş batmaya
hazırlanıyor. Amacımız hava kararmadan tekne ile batık Halfeti’nin üstünde tur atmak…
İlkbaharın
yeşilliğine rağmen kıraçlık sırıtan çıplak tepelerin arasından indiğimiz Birecik Barajı kıyısına indik. Eski
Halfeti’de suya bakmaktan kurtulan küçük bir mahalleden sonra baraj gölünün
kıyısında “Halfeti Marina”ile
karşılaşmak sürpriz oldu.
Kenarda dizilen
teknelere bakınca bir anda kendinizi Akdeniz’deki bir sahil kasabasında
sanabilirsiniz.
Tekneyle dolaşırken,
neredeyse bütün kıyılarda, yamaçlarda irili ufaklı mağaralar görebiliyorsunuz.
Bu mağara buralara has, kolay çıkarılan, işlenen taşların çıkarması ile oluşmuş
yapılar.
Halfeti aslında
tarihi bir mekanmış ve bu açıdan su altında kalması tepki çekmiş. Gezerken,
suyun kenarlarında kale duvarlarını, kanalları andıran çok farklı oluşumlarla
karşılaşıyorsunuz. Açıkçası insan buranın çok önemli uygarlıklara ev sahipliği
yaptığını hissediyor. Bu nedenle de baraj için başka formül bulunamaz mıydı diyor,
ama olan olmuş.
Halfeti’nin
nüfusu 40 bin civarında görünüyor. Baraj kenarında sadece bir mahallenin
yaşadığı Halfeti’de şimdi turizme
dönük çabalar, otel, tekne turu, pansiyon vs. çabaları görülüyor.
Tekne ile
ulaştığımız Savaşan Köyü de diğer köyler
gibi su altında kalmış. Halfetinin sular
altında kalması ile ilgili en çok ilgi gören bir fotoğraf var… Camisi su
altında kalmış bir minare… İşte o köyün adı Savaşan köyü. Ermenilerin kurduğu
bir köymüş. Coğrafyadaki kaya yapısı özellikleri nedeniyle burada evlerin çok
ilginç bir mimarisi var. Hepsi 1-2 katlı, Yunanistan ve Bodrum civarındaki
beyaz boyalı binaları andırıyor. Duvarlar kare şeklinde kesilmiş taşlarla yapılmış.
Ara kat bağlantıları ise ağaç.
Savaşan köyü boşaltılmış.
Ancak köylülerin gelip burada suya batmamış evleri butik otele dönüştürme gibi planları
var. Traktörle malzeme getirip yarısı uçan evinin önüne yeme içme yeri yapmaya
çalışan bir köylü ile karşılaştık.
Batık camiin
yanında 4 karısı, 28 çocuğu olduğunu söyleyen Yusuf amcanın işyerinden çay ve ayran içtik.
Biz barajda tekne
turuna devam ederken güneş battı, hava karardı. Barajın suyu ile gökyüzünün
mavilikleri arasında kıyıdan ışıklar kendini belli etmeye başladı. Artık eski
Halfeti’nin kalesi gibi duran Şitamrat Oteli’ne (Şitamrat Halfeti’nin eski
ismiymiş) çekilmenin zamanı…
Geceyi muhteşem
göl manzaralı bu otelde geçireceğiz…
(Devam edecek… )
Rüya gibi bir batık köy, yemyeşil- masmavi bir marina Halfeti. Buram buram tarih kokan yerler gezdik.Okumak da ayrı bir keyif oldu.
YanıtlaSilEllerine sağlık Dursun Eroğlu.
Dursun Bey elinize sağlık. Harika olmuş. Devamını dört gözle bekliyorum
YanıtlaSil