İnsanlık tarihi ile ilgili bilinen bilinen pek çok şeyi
alt üst ediyor…
Koza Dağcılık
ile GAP gezimizin ikinci günü sabahı,
kaldığımız otelin penceresinden baraj gölü manzarasını seyrederek uyanmak, güne
çok güzel bir başlangıç oldu.
Artık Şanlıurfa’dayız
ve sürpriz sadece kendini lebideryada hissetmekten ibaret değil. Örneğin “Antepfıstığı” diye bildiğimiz meyvenin
asıl üretim
merkezinin Şanlıurfa
olduğunu burada öğreniyorum. Yine “Karagül-Siyahgül”
diye bir çiçeğin bu topraklarda görüldüğünü, Hollanda’ya buradan götürüldüğünü duyuyoruz. Fransız imparator 14. Louis’nin fideleri buradan getirttiği
ancak sanki kendisi keşfetmiş gibi, kendi adıyla dünyaya tanıttığı söyleniyor. “Karagül”, “Siyahgül”, sahipleniyor
burada. Halfeti’nin adı bir gün “Siyahgül”diye değiştirilirse
şaşırmayın!
Halfeti,
Şanlıurfa’nın eğitim düzeyi en yüksek ilçesiymiş.
Diğer ilçelerde
eğitim düzeyinin özellikle kadınlar arasında düşük olmasında, çocukların okul
çağında okula gitmek yerine pamuk tarlalarında çalışmasının etkili olduğu
savunuluyor. Şanlıurfa’da eğitimin
en geri olduğu bölge ise Harran’mış.
Fıstık burada çok tüketiliyormuş, ancak bizim bildiğimiz
gibi kavrulmuş, tuzlu vs. şekillerde değil, çiğ olarak... Elde pense, çekiç,
kabuğu kırılarak yenirmiş.
“Bıttım”
diye yabani bir fıstık çeşidi
olduğunu, kahveye katılan “menengiç”in de bildiğimiz Antepfıstığının yabani bir çeşidi
olduğunu burada duyuyorum. Halk bunlara “çitlembik” diyormuş.
Yeni
Halfeti, haliyle yeni kurulmuş, sokaklar cetvelle çizilmiş gibi
düzgün. Büyük bölümünü de sanırım TOKİ
yapmış. Yapılaşmada uyum var denebilir. Ancak eski taş evler tamamen
terkedilmiş, hepsi beton-tuğla, her yerde görülen tipten.
En azında “müstakil” evlerin eski taş mimariyle yapılması, hiç değilse tuğla
yerine o kadim malzemenin değerlendirilmesi harika olurdu diye düşünüyorum..
Halfeti civarında
arazide hayvana rastlamıyoruz. Sadece kaldığımız otelin civarında küçük bir
koyun sürüsü gördük. Yeni Halfeti, eskisinin 10 kilometre uzağında kurulmuş.
İlçenin yüzde 60’ı su altında. Kalan semtteki en büyük bina Halfeti Cezaevi. Ama terkedilmiş
görünüyor.
Rehberimiz Ahmet
bey, haklı olarak uyarıyor. Zira çoğu zaman Halfeti ile Hasankeyf’i
karıştırıyoruz. Halfeti su altında
kalalı yıllar oluyor. Hasankeyf’te ise
henüz baraj su tutmaya başlamadı, ama eli kulağında.
Sonuçta binlerce yıllık tarihe, farklı uygarlıklara mekan
olan, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde olması söz
konusu olan Halfeti artık batık bir
kasaba. Şimdi bu kadar fedakârlıkla elde edilen barajdan yararlanma zamanı. Harran Ovası sulanmaya başlamış, sırda Cizre varmış.
İNSANLIK TARİHİNİN EN ESKİ MEKANI: GÖBEKLİTEPE…
Halfeti’den
sonraki durağımız, son dönemin en popüler tarihi mekanı olan Göbeklitepe...
Urfa-Halfeti
yolu sanki kocaman bir fıstık ovası. Bakıyorum, rakım 450 metre. Her türlü
tarıma elverişli. Göbeklitepe Harabeleri “2017
Yılının En Heyecanlı Keşfi” kabul edilmiş.
Sahiden de insanlık tarihi konusunda pek çok paradigmayı
yerle bir etmek heyecan verici…
Göbeklitepe,
Şanlıurfa kent merkezine 15 kilometre uzakta, Harran Ovası’na uzanan Kaşmer
ve Tektek dağlarına hâkim bir yerde.
Rakım 770 metre. Karacadağ ve Doğu
Toroslara kadar geniş bir alanı buradan görülebiliyor.
Göbeklitepe
Harabeleri ilk kez 1968’de Amerikalıların ilgisini çekmiş. Şikago Üniversitesi’nden bir grup arkeolog
gelmiş ve burada neolitik döneme ait kalıntılar bulmuş. Kazıya karar verme ise
1994’de. Kazılarda Harran Üniversitesi’nden
destek olsa da asıl işin patronu Alman
Klaus Schmidt olmuş.
Göbeklitepe
harabelerinin bulunduğu alan çok geniş. 12 futbol sahası genişliğinde bir yer.
Kazılan, üstü “uzay
çatı” ile kapatılıp ziyarete açılan yer, harabe alanının onda birisi bile
değil. Kazı alanına zarar verilmesin diye olsa gerek, çevresi telle çevrilip
ziyarete açılan bölüme yerden yükseğe yapılmış ahşap basamaklarla gidiliyor.
Müze haline getirilmiş, biletle giriliyor. İçeride hem
kazı yapılan yeri izliyor hem de bir salonda tanıtım videosu izliyorsunuz.
Göbeklitepe Harabelerinin özelliği, bilinen en eski yapılar
olması. Arkeologların tanımı şu:
“Çanak Çömleksiz (erken) Neolitik Çağ”…
Mısır
piramitleri 7 bin, Stonhenge 6,6
bin yıl geri giderken, Göbeklitepe
12.500 yıl geriye gidiyor.
Dolayısıyla da insanlık tarihi hakkında en yeni bilgileri
barındırıyor.
Göbeklitepe insanlık
tarihi ile ilgili soruları hayli çoğaltıyor, önyargıları, bilinenleri yerle bir
ediyor.
DELİ SORULAR!
Örneğin bugüne kadar hep tarihi eseler bir güçlü yönetim,
kralla ilgili olurdu. Para, sikke, heykel, hepsinde birilerinin heykeli,
sarayı, mabedi vs. olurdu.
Oysa burada kimsenin adı, heykeli yok.
Yani kral yok!
Dikili taşlar üzerine kazınmış desenlerde ne var?
Yılan, akrep, kuşlar ve penisi ereksiyon halinde bir
erkek!
Peki, insanların henüz avcı-toplayıcı olarak yaşadığı,
çanak çömlek yapamadığı dönemlerde devlet diye bir şey yok muydu? Kral falan
örneğin…
Peki, her birisi bir sürü insanın ortak gücü ile taşınıp yerine
yerleştirilecek olan tonlarca (4 ila 12 ton) ağırlıktaki dikili taşlar… burada
kullanılan zanaat, ustalık nereden geldi? Ortada devlet gibi bir güç
hiyerarşisi olmadan da eğitim, düzen, nizam, uyumlu bir toplum hayatı
olabiliyor mu? “Sınıfsız toplum” ham bir hayal olmayabilir mi?
Peki, bir hükümdar, onu koruyan askerleri ve kafasına
göre yönettiği bir halk şeklideki devlet modeli olmadan insanlar acaba nasıl
yaşıyordu?
Peki, ölenler kurda kuşa yem olarak mı bırakılırdı? (Bir
kabartma tasviri var)
Örneğin, kazılarda
ortaya çıkan ve “tapınak” olduğu
savunulan (bana hiç mantıklı gelmiyor) bu yapıların üstü kapalı ve çatının
ortasında kare bir delik var. Acaba insanlar ilk toplu mekanları, yaşam
alanlarını yerin üstüne değil de altına mı yapıyordu? Eğer böyleyse, kazılardaki desenli bloklar bu
yeraltı evlerinin kolonu, taşıyıcı sistemi miydiler?
Kral vs. güç hiyerarşisi olmadığına göre acaba insanları
bir arada tutan şey kan bağı mıydı?
Göbeklitepe,
Karahantepe kazıları her gün yeni sorular sorduruyor. Buradaki
kazılarda elde edilen kemik vs organik kalıntılar Alman arkeologlarca Avrupa’daki
laboratuvarlara götürülmüş ve analizleri yapılmış. Malum, laboratuvarlarda taş
değil, kemik, deri, tahıl gibi organik maddelerin analizi yapılabiliyor. Göbeklitep’nin en dikkat çeken yanı Harran ovasına çok yakın olması. Çevrede
büyük bir yerleşim birimi olduğu ve bir şekilde bu ovadan beslendiğini tahmin
etmek zor değil.
Tabi Göbeklitepe
tarihle ilgili soruları
çoğaltırken, kazı çalışmalarının “ödenek yokluğu” yüzünden kesintiye uğraması dikkat çekici. Harabelerin
çok büyük bölümü hala toprak altında. Bakanlık ve Doğuş grubu sadece mevcut alanın üzerine bir uzay çatı yaptırıp,
yaya geçiş güzergahı ile burayı ücretle girilen bir müzeye dönüştürmekle yetinmiş
görünüyor.
İLK KÖYLER…
İnsanlık tarihi ile ilgili araştırmalara bakarken, en çok
dikkatimi çeken şey en küçük yerleşim birimi diyebileceğimiz “köy”lerin oluşması oldu.
Arkeologlara göre, ilk köyler MÖ 11.000-9500 yılları arasında
oluşmaya başlamış. Bu dönemde bölge iki bin yıl süren sıcak ve nemli bir
dönemin ardından birden soğumaya başlar. Soğuklar bitki ve hayvan varlığını
hızla azaltır. Besin bulmakta zorlanan avcı toplayıcı insanlar, ekip dikmeyi
keşfederler. İşte bu noktada Fırat
ve Dicle kıyısındaki bölgeler ön
plana çıkar. Zira nehirlerin etkisi ile bölge bu felaketten daha az etkilenir
ve insanlar açlıktan yok olmadan ekip biçmeyi öğrenir, yeni bir devir
başlatırlar.
Kim bilir, belki de Gölbeklitepe
ve
bölgedeki diğer harabeler, bu medeniyetlerin Mezopotamya’nın tarımdaki farkı
sayesinde hayat bulduklarını ortaya çıkarıyordur. İnsanların, ova bataklık gibi
olduğu için tepelere yerleştiği görüşü hâkim.
Türkiye’de
Hallan Çemi ve KörtükTepe, Irak’ta Kermezdere , Suriye’de Abu Hureyra, Göbeklitepe kadar eski olmasa da kültürel faaliyetlere dair kanıtlar
sunuyor. Buralarda ortaya çıkarılan yuvarlak planlı kulübeler, kamusal yapılar,
taş kaplar ve farklı tiplerde buluntular zanaatkârların varlığına işaret
eder.
Göbeklitepe’de kazıların sürmesi insanlık tarihini ve
sonuçta insanı daha iyi anlamamıza hizmet edecek.
‘TAPINAK’ DAMGASI
Girişteki panoda şu yazıyor:
“Göbeklitepe
Ören yeri kazı alanı üst çatı örtüsü “Şanlıurfa’da tarih yeniden canlanıyor
projesi’ kapsamında tamamlanmıştır. Proje Avrupa Birliği ve Türkiye mali
işbirliği ile gerçekleştirilen ve TC Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen
Rekabetçi Sektörler Programı altında hayata geçirilmiştir.”
Tabi “Namazda gözü
olmayanın ezanda kulağı olmaz” demiş atalarımız...
Göbeklitepe’de kazı işini tamamen yabacı ülkelere havale
eden (hem maddi, hem teknik açıdan) idaremiz işin sadece “rekabetçi sektör” tarafında!
Göbeklitepe’yi
anlamaya çalışma gibi bir dert olmadığı hissine kapıldım. Zira, tanıtım
videosunu dinlerken Göbeklitepe’ye “tapınak” damgası vurmaları bence çok önyargılı.
Tapınak, ibadet edilen yere denir. Onun da simgeleri, ritüelleri olur. Oysa
bunlara ilişkin hiçbir bulgu gösterilmiyor.
“İbadet tarıma
öncülük etmiş”miş!
Bari bir tarikat adı da verseydiniz!
Bu yaklaşım, böylesi bir zenginliği sadece baltalar,
gölgeler, küçültür.
“Göbeklitepe Yılı”
ilan edilen 2019’da sadece Türkiye değil, dünyanın en önemli harabelerinden birisi
olan bu harabelerde kazıların devamı, dünyanın ilgisinin buraya çekilmesine
çalışılması ve sahip çıkılmasını dileyerek buradan ayrılıyoruz.
ŞANLIURFA MÜZESİ
Şanlıurfa
Arkeoloji Müzesi sadece bina ve içindeki teşhir sistemi değil, içeriği
itibariyle de gördüğüm en güzel müzeleriden birisi. Geçen yıl “En İyi Müze” seçilmiş, hak ediyor.
Eğer “insanlık
tarihi” diye birşeyi merak eden varsa, mutlaka yolu buraya düşmeli.
Tabi kentin çevresi binlerce yıllık tarihi eserle dolu
olunca, bu müze de, ta neolitik çağdan başlayarak yakın zamana kadar medeniyeti
film şeridi gibi gözünüzün önüne getiriyor.
Neolitik çağdan başlayan yolculuk, sizi kalkolitik, bakır
çağı, ticaret, demir, tunç çağı, yazının icadı, diye yakın zamana doğru taşıytor..
Mağara dönemi yaşamını canlandıran sahnelerden, cam
fırınına, yazıya derken zaman ilerledi ve doğru kent meydanındaki görkemli yapı
Taşkonak’ta yörenin iddialı yemeği “ciğer”i
yemeğe gittik.
BALIKLIGÖL
Şanlıurfa’ya gidilir de Balıklıgöl es geçilir mi?
Bu kent aslında İnsanlık tarihi açısından sıra dışı bir
yer. Neredeyse bütün medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Ancak kentin tanıtımı
illa da “Peygamberler Şehri”diye
yapılıyor ve kanımca turistik potansiyeli resmen balta ile kesiliyor. Zira,
bölgedeki tarihsel
mekanlar içinde, özellikle İslam’ı içeren eserler işin
sadece bir bölümü. Sadece islamı gösterirseniz, burası nasıl turizmde başarılı
olacak
Balıklıgöl’ün hikayesinin özeti şu: Rivayete göre Hz. İbrahim’in annesi, o yıl doğan bütün
erkek çocukları öldüren kraldan korumak için çocuğunu bir mağarada doğurur. Tek
başına ona bakar ve bir ceylan onlara yiyecek taşır. 7-8 yaşına gelince mağaradan
çıkar. Ancak olaylar onu kralın karşısına çıkarır. Hz. İbrahim puta tapmadığı
için kral yakılarak öldürülmesi emrini verir.
Odunlar toplanır, yakılır, Hz.
İbrahim odunların ortasına konur. Tam yanacağı anda, birden hava değişir,
ortalık göle, odunlar balığa dönüşür ve Hz. İbrahim kurtulur…
İşte Balıklıgöl’ün arkasında böyle bir inanış var. Kuran’da
yeri olmasa da bu balıklar kutsal sayılır ve kimse onları yemez. Birkaç sene
önce iki kafadarın bu balıkları pişirip yedikten sonra zehirlendiği şeklinde
bir haber dolaşıyor.
Yaklaşık 350 yıllık bir gelenekmiş.
KUTSAL MAĞARA
Ama iş Balıklıgöl’ü
dolaşmak, oradaki satıcıdan yem satın alıp balıklara atmakla bitmiyor.
Hz.
İbrahim’in kaldığı iddia edilen mağara da hemen oradaki Dergah Camiin arkasında. Çatıdan mağaranın girişi görünüyor. Burası da diğer
mağaralar gibi taş ocağı olarak kullanılmış. Bu taşlar “nahit taşı”diye piyasada satılıyormuş.
Hz.
İbrahim pek çok peygamberle yolu kesişen bir isim.
Dolayısıyla sadece
Müslümanlar değil diğer dinler için de
bu mekanın kutsal olduğuna inanılıyor. Eyüp
Peygamber de buralarda yaşamış.
Bölgedeki evlerin hepsinin altında tarihi eseler bulunduğu ifade
ediliyor.
Bu yüzden Dergah
Camiin çevresinde hoparlörden dualar okunuyor, mukabele yapılıyordu.
Bu kentin eski sahipleri Suryanilermiş. Ardından Ermeniler gelmiş.
Şanlıurfa’nın
13 ilçesi var Bunlardan 9’unda Kürt, 4’ünde Arap nüfusu çoğunlukta imiş.
Sokakta Urfalıların kendi arasında Türkçe konuştuğuna pek
şahit olamıyorsunuz.
ÇOK EŞLİLİK
Rehberimiz ilginç bir bilgi verdi.
Biz çok kadınla evlenmenin en çok Kürtler arasında
olduğunu sanıyorduk. Oysa, durum değişikmiş: “Arapların çoğu 3-4 kadınla evlidir. Tek eşli Arap çok nadir bulunur.
Çocuk sayısı da çok fazladır. Ama çok eşli Kürde çok nadir rastlarsınız. Artık
eski Kürt kadını yok. Kürt kadın, kocasının başkasıyla evlenmesine kesinlikle
müsaade etmez” diyor.
Hz Eyüp
Sabır Makamı, Bediüzzaman çeşmesi yine kutsal görülen
yerlerden birisi. Daha çok da tarikatların ilgi gösterdiği yerler gibi duruyor.
Şanlıurfa merkezde görkemli camiler var. Yöresel taş işçiliğinin
güzel örnekleri.
Biraz çarşı Pazar dolaşıp, bir handa buraya özel olduğu söylenen, üzeri
fıstıklı bir kahve içiyoruz. Menengiç kahvesi denilen bu kahve
krema, süt ve bal ile hazırlanıyormuş. Herkese öneririm.
SIRA GECESİ
Akşam da grup olarak bir “sıra gecesi” düzenliyoruz.
“Sıra gecesi” eskisi
gibi dost ahbapların bir araya gelip çiğ köfte pişirdiği, şarkı söyleyip
eğlendiği, sohbet ettiği durumlar olmaktan çıkmış. Bu işi artık yeri müsait
olan restoranlar organize ediyor. Çalgı ekibi, çiğ köfte yapımı da onlara ait.
İş ticarileşmiş. Siz eğleniyorsunuz, yemek yeyip müzik dinliyorsunuz, işyeri de
onca insana yiyecek içecek satıyor. Müzik grubunun paraları da tabi size “ağanın gönlünden ne koparsa”diye yıkılıyor!
Sıkıntı yok, katılıyoruz.
Ancak geceye gitmeden, işi bilenler uyarıyor: “Yemekten sonra size mırra (acı kahve) ikram ederler. İkram edilen
fincanı içtikten sonra sakın bardağı masaya bırakmayın. Bırakırsanız, bu yüklü
bir bahşiş vermek istediğiniz anlamına gelir. Örneğin, müzisyenin düğün
masraflarını karşılamak zorunda bile kalabilirsiniz..”
Gayet lezzetli yöresel yemekleri yedikten sonra sıra mırra
içmeye gelince (herkes eğitimli ya), kimse bardağı yere bırakmadı! Tabi bizim
ceplerdeki akrebi farkeden ekip, müzik eşliğinde şovla başladığı çiğköfte
yoğurma işini birkaç dakikada bitiriverdi!
Şama maka Şanlıurfa’nın orta yerinde gecenin bir saatinde
şarkılı türkülü eğlenmek hepimize iyi geldi ve doğru otelin yolunu tuttuk…
(Devam edecek…)
Gidemediğim için üzülmüştüm fakat bu güzel yazınızla gitmiş kadar oldum. kaleminize emeğinize sağlık...
YanıtlaSilDursun Bey!Bir Urfalı olarak gezi notlarınızı severek okudum,tebrik ediyorum,yüreğinize sağlık.
YanıtlaSil