31 Mayıs 2019 Cuma

KOZA İLE GAP:4 Mardin… Farklı kültür ve inanışların binlerce yıllık uyumu…



Mardin bu gezide en çok merak ettiğim yerdi. Zira bu kente hiç gitmemiştim. Mardin deyince gözümün önüne sadece,  düzgün kesilmiş taşlarla örülü duvarlarıyla iki katlı evler, önünde dümdüz bir ova, Süryani şarapları geliyordu.
Urfa-Mardin yoluna düşüp Viranşehir’e doğru gittikçe gözünün önündeki en önemli değişiklik taşların rengi oluyor. Urfa civarındaki açık renkli kalker taşlarının yerini, kara-siyah bazalt taşları alıyor.
Sanırsın Mardin’e değil de bir yanardağa gidiyoruz.  Sadece yapılar değil, tarlalardaki sınır taşları, taşlık meralar, gördüğün bütün taşların
rengi değişiyor… Rehberimiz bu taşların başta Karacadağ’daki volkanik bölge olmak üzere, çevreye yayılmış volkanik yapıdan kaynaklandığını anlatıyor. Bu volkanik bazalt taşlarının en önemli farkı, kalker taşlarından çok daha hafif, gözenekli olması. Ponza taşlarına benziyor. Ancak bunlar kalker taşlarından çok daha sert.
Mardin’e varınca bütün duvarların bu taşlarla yapıldığını görüyoruz. Tabi “Eski Mardin’de”!
Karacadağ şimdi bir kış turizmi merkezi olmuş, kayak pistleri vs. varmış.  Rehberimiz Ahmet bey, otobüste bizi yöresel isimler konusunda uyarıyor.  ,

İSOT, BALCAN, FRENK…

Örneğin bölgede “isot”; pul biber, “balcan”; patlıcan, “frenk”; domates, “reçel”; kahvaltılık acıbiber salçası demekmiş
Gaziantep’ten itibaren ekin tarlalarının yanında mercimek tarlaları dikkatimi çekmişti. Mercimekler sararmış, birkaç haftaya kalmaz hasat yapılır. Mercimeğin bu kadar yaygın üretimini tahmin etmemiştim. Ama her yemekte mercimek çorbası servisinin bir anlamı varmış... Sahiden mercimek çorbasını da güzel yapıyorlar.

Güneydoğu’da fıstık ağaçlarının bu kadar yaygın olduğunu da birisi söylese inanmazdım. Fıstık işi artık bir uzmanlık alanı. Çok sayıda çeşidi varmış. Mesela “İran Fıstığı” diye bir tür varmış. Daha iri, daha hafifmiş. Siirtliler onu ekmeyi tercih edermiş. O, tuzlanmadan yenmezmiş, ama yerli fıstık öyle değil, çiğ yenirmiş.

BURSA’DA ZEYTİN, BURADA FISTIK…

Güney Marmara’da zeytin neyse, buralarda fıstık o. Anlaşılan pek çok üründen ağzı yanan üretici fıstığa yönelmiş. Ancak fıstığın kabuğu çetin! Yani fidanı diktiğinizde 10 seneden önce doğru dürüst meyve alamıyor muşsunuz.
Bu nedenle Urfalılar işin başında fıstık fidanı ektikleri tarlalara aynı zamanda üzüm fidanı dikmiş. Fıstıklar büyüyünce bütün üzümleri  söküp atmışlar.
Rakım: 476 Metre…
Gitmişken bir çuval fıstık getirseydin bari” dediğinizi duyar gibiyim. Fıstık ağaçları çiçekten henüz meyveye durmuş. Ama sorun bu değil. İş ticari tarafa gelince manzara şu ki, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep’teki fıstık fiyatları Bursa’dan farklı değil.
Viranşehir’den sonra Kızıltepe’ye doğru göz alabildiğine uzanan ovalar görüyoruz. Yolun sağında solunda hayli büyük kapasiteli hububat siloları var. Büyük gıda firmalarının adını görüyoruz.  

Kızıltepe’nin Mardin’den daha büyük bir yer olmasına şaşırıyorum... Nüfus Mardin merkezde 170 bin, Kızıltepe’de 250 binmiş. Sokaklarda kamyon TIR vs.. dikkat çekiyor. Burada sınır ticareti, nakliye işi ağırlıktaymış. Seçime kadar kayyumla idare edilen belediye hizmetlerinde sorun gözleniyor. Doğalgaz ise yeni yeni gelecekmiş. Kızıltepe yol boyunca çok büyümüş ve neredeyse bir ucu Mardin’e dayanmış izlenimi veriyor.
Mardin merkezde Araplar, Kızıltepe ve Ceylanpınar’da Arap nüfus ağırlıklı. Sokakta kendi arasında Türkçe konuşana ben rastlamadım.
İKİ MARDİN VAR…
Kızıltepe’den sonra dağların yükseldiği yerde, kafamdaki Mardin’i beklerken, birden bire İstanbul’da, Bursa’nın yeni  bölgelerinde rastladığımız çok katlı lüks konutların arasında kaldık!
Geniş caddeler, sağda solda kocaman bildik AVM’ler… “Down Town” manzarası…
Tam bir şaşkınlık…

Meğer Mardin Büyükşehir Belediyesi resmen tepenin arka tarafında, kuzeyde, yeni bir şehir kurmuş. Mardin fiilen ikiye ayrılmış. Eski Mardin, Yeni Mardin…
Yeni Mardin, zengin, modern, planlı bir kent görünümünde
Eski Mardin ise turistik bir yer olmaya hazırlanıyor.
Ayaküstü konuştuğum bir Mardinli, “Burada yaşamak çok zorlaştı. Araban olsa park edecek yer bulamıyorsun. Doğalgaz yok, bazen günlerce su gelmiyor. Sokaklar daracık. Komşular da zaten yeni bölgeye taşındı. Buradaki evleri yeme içme yeri, pansiyon gibi turizme açmamız isteniyor” diyor. Niyeti yeni bölgeden bir ev alıp taşınmakmış. Mevcut evi “işyeri olarak değerlendirmek” istiyor.


AZİZLER DİYARI…

Mardin” sözcük olarak “mordin”den gelmiş, “azizler diyarı” anlamına geliyormuş.
Eski Mardin’n tepesinde Mardin Kalesi görünüyor, ancak radar varmış, askerler ziyarete izin vermiyor. İleride kalenin turizme açılması düşünülüyormuş.

KASIMİYE MEDRESESİ…

Gezimizin 4. Gününe, “Yeni Mardin’de hayli lüks görünen “Yay Grand Otel”de uyanıyoruz. Pencereden gördüğümüz apartmanların yeni olduğu çok belli.  Apartmanın duvarları dışında hiçbir çevre düzenlemesi, yeşillik, park, otopark vs. görünmüyor.

Kahvaltıdan sonra ilk durağımız Kasımiye Medresesi. Medrese “Eski Mardin” tarafında. Giderken, “Seyir terası” denen yerden eski kentin fotoğrafını çekiyoruz. Ancak kalenin tam karşısında, fotoğrafın en iyi çekileceği yerde “Askeri bölge, girilmez” yazıyor.
Kasımiye Medresesi, bu topraklara damgasını vuran ve hala adı pek çok noktada anılan Artukoğulları tarafından yapılmış. Medrese inşaatı Moğol saldırıları döneminde yıkılmış. İnşaatı tamamlama Akkoyunlu hükümdarı Kasım Bir Cihangir’e nasip olmuş ve 1502’de tamamlanabilmiş.
Medrese, o dönemin üniversitesi. Eczacılık diyebileceğimiz alanda, bu medresede çağın en önemli ilerlemeleri kaydedilmiş. Fen alanında örneğin robotik bilimin kurucusu olarak bilinen El Cezeri buradan çıkmış. Güneş saati, su ile çalışan guguk saati burada icat edilmiş.
Ama anlaşılan buranın tanıtımı için bunların hiç birisi modacı Cemil İpekçi’nin verdiği defile kadar etkili olmamış!
Medrese binası bölgeye hakim  bir yerde.
Uzakta, ufuk çizgisinde Suriye görünüyor.
Önümüzde dümdüz ova.

İçeride su sebili, eyvan, küçük havuz var. Rivayete göre buralarda gece yıldızların suya düşen yansımaları üzerinden araştırmalar yapılmış.
Yine rivayete göre, burayı yaptıran aile birbirine düşüyor ve buraya adını veren Kasım sultan, ailesi tarafından öldürülüyor. Duvardaki kırmızı lekelerin onun kanı olduğuna inanılıyor.
Buradaki Akkoyunluların İslam öğretisinde ilginç bir nokta dikkatimi çekti:  “Topraktan geldik toprağa gideceğiz, kişi ne kadar günahkâr olursa olsun, cezasını çekip cennete gider.”
“Cehennemde cayır cayır yanacaksınız” diyen imamlarımızın bunu nasıl yorumlayacağını merak ediyorum!

CİHANGİRBEY ZAVİYESİ

Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapattığını öğrenmiştik. Hayli tekke görmüştüm, ama hiç zaviye görmemiştim. Gördüğüm ilk zaviye, bu medresenin yanındaki Cihangirbey Zaviyesi oldu. Gayet bakımlı duruyor. Önünde mezarlık var. Kapısı kapalı, girmedik. Bu zaviye de medresenin yapıldığı yıllarda yine Akkoyunlular tarafından yapılmış. Ama zaviyede ne yapılır, nasıl bir yerdir, bilgi sahibi olamadım.


DAYRULZAFARAN MANASTIRI

Mardin’de 11 kilise var. Ancak bunlardan sadece birisinde ibadet yapılıyormuş.
Mardin’de islama ait medreseden sonra kilise ve manastırları geziyoruz. Rehberimiz bize Kırklar Kilisesi hakkında bilgi veriyor. Sabah, öğle, akşam günde üç kez çan çalıyor, içeride Suryanice dualar ediliyormuş.
“Kırklar” adı, paganlık döneminde paganlığı değil hıristiyanlığı tercih ettiği için öldürülen 40 kişiden geliyormuş.  Bunların mezarları Mor Gabriyel Manastırında gömülüymüş..
Mardin’deki Süryaniler Ortodoks Hristiyanlık inancına mensupmuş.


HARCAMA ŞEFFAF…

Belli ki bu ibadethaneler Süryani cemaatin maddi destekleri ile ayakta duruyor.
Dayrülzafaran Manastırı görkemli bir yapı.
İlan panosunda manastırın son 3 aylık gelir giderine ilişkin açıklama dikkat çekici. Manastırın hesap hareketlerine, nereye ne kadar para harcandığına yer veriliyor.  Ayrıca, bağış yapacakların mutlaka makbuz istemesi üzerinde duruluyor.

Düşündüm de, bizde özellikle cami dernekleri sürekli para topluyor, ama bugüne kadar hiçbir camide toplanan paraların nereye harcandığına ilişkin böyle bir duyuru görmedim. Bence örnek bir şeffaflık ve  bütün kurumlara gerekli.
 Süryaniler ayrı bir ulus. Dilleri “sami  dil grubundan. Yazıları Arapçaya benziyor. Doğrusu gördüklerimizi Arapçaya benzetmiştim, ama farklıymış. Kilisenin görevlisi, ayin yapılan yerde bize bilgi verdi.
Hutbe diyebileceğim yerlerin sağında solunda İsa’nın ve azizlerin resimleri var.
Özellikle İsa’nın koyun çobanı olarak resmedilmesi dikkat çekici.
Kiliselerde tam bir hiyerarşi var.
Burası Patrikhaneye bağlıymış. Mardin’deki patrik 1932’de Şam’a taşınmış.
Lozan’da “azınlık” olmayı kabul etmedikleri, kendilerini vatandaş saydıkları için aslında haksızlığa uğradıklarını anlatmaya çalışıyor.
Bölgedeki Suryanilerin önemli bir bölümü Hindistan’a ve Avrupa’ya, özellikle İsveç’e göç etmiş.

ORTODOKS HIRSTİYANLAR  İDDİALI

Ortodoks görevlinin anlatımına bakılırsa, en hakiki Hıristiyanlar kendileri. Hatta işi ileri götürüp     Kuran 880’lere kadar  Suryani dilinde vahiy oldu. Ondan sonra Arapça’ya çevrildi” gibi bir cümle kurdu.
Bina sadece ibadet edilen yerden ibaret değil.


İLK GAZETE BURADA BASILMIŞ

Manastırda sergilenen bir baskı makinesi beni çok heyecanlandırdı. Meğer bu basit baskı makinesi, bölgede ilk gazeteyi basan makineymiş!

SIRADIŞI TAŞ TAVAN

Manastırda harika taş işçiliği var. Sıradışı dersem abartmış olur muyum bilmem. Örneğin, düz tavanın sadece kesilmiş taşların, yan yana getirilerek yapılmasına ilk kez burada şahit oldum. Taş işçiliği duvarlarda konuşur, bir de kapı üstleri ve kubbelerde ağaç kullanılmazdı. Ama burada bildiğin kocaman odanın dümdüz tavanı aynı teknikle yapılmış. Bence şaheser.

DARA ANTİK KENTİ

GAP gezimizde beni en çok şaşırtan Dara Antik Kenti oldu. Dara adını duymuştum, ancak buranın Doğu Roma(Bizans) İmparatorluğunun bir uç noktası, sınır karakolu vs. olduğunu hiç duymamıştım.
Dara Mezapotamya Harabeleri de denen bu Antik kent, Suriye sınırına çok yakın. Dara (Oğuz) köyü civarında. Çok geniş bir alanı kaplıyor. Çevresi 8-10 kilometre. Kentin ana merkezi etrafındaki surlar yaklaşık 4 kilometre. MÖ 570 yılında İran hükümdarı Darayuvaşi tarafından kurulan bir yer. Adı da oradan geliyor.
Romalılar ve Persler arasında hayli el değiştirmiş. Emevilerin, Abbasilerin eline geçtiği dönemler de olmuş. Ama en çok Doğu Roma’nın ileri karakolu durumunda kalmış. Güneydoğu metropolü Nisibis’ten (Nusaybin) sonra ikinci önemli sınır kenti haline gelmiş. İpek yoluna yakın.
Buradaki yapıların ihtişamı ve çeşitliliği Bizans’ın buraya ne kadar büyük önem verdiğini, yatırım yaptığını kanıtlıyor.

ARITMA TESİSİ SU DEPOSU..

Bana en çarpıcı gelen belki de tarihin en eski su arıtma tesisi diyebileceğimiz su tesisi ve birisi 22, diğeri 17 metre yükseklikteki devasa su sarnıçları oldu. “Arıtma tesisi” diyorum, ama adı “Maksem”, yani üstü örtülü su deposu. Birbirine paralel olan maksemlerin her birisi 50 metre uzunluk, 4 metre genişlik, 18 metre yükseklikte.

4-5 Kilometre uzaktan getirilen su burada katı atıklarından temizlenmiş, yeraltındaki büyük sarnıçlarda depolanmış, toprak borularla çevreye dağıtılmış. Sarnıç kocaman yeraltı sarayı gibi.
Dara’da ne var? Vaftiz teknesi (aynı anda birden çok kişi vaftiz ediliyor olmalı ki, kocaman havuz gibi bir yer), Türbe, Agora Caddesi (burası tamamen harabe durumunda), nekropol (dev kayalıklarda küçük mağaralar şeklinde mezarlıklar), çevrede iki ana kapı, Dara deresi üzerinde 4 köprü (tabi şimdi su, dere  yok), sarnıçlar (sarnıçların özellikle kentin kuşatıldığı dönemlerde susuz kalmamasını sağladığı anlatılıyor), maksem ve galeri mezarlık
Klise, saray, çarşı zindan gibi pek çok ünitesi de bulunan antik kentin büyük bölümü harabe olarak duruyor.  Düzenlenip ziyarete açılan iki yerden birisi içinde binlerce insanın kemiklerinin bulunduğu galeri mezarlık. Diğeri de ışıklandırılıp yeraltı sarayı havası kazanan sarnıç. Buralar müze havası veriyor.  

DARA’NIN GÖRKEMLİ TARİHİ

Mardin Müze Müdürlüğü tarafından 1986’dan beri yapılan kazılarda, yapıların Roma dönemine ait olduğu belirleniyor.  2009’da arkeoloji kazılarında galeri mezarın alt katında 3 binden fazla insana ait kemikler üst üste yığılmış olarak bulunuyor. Kemikler analizi yapılıyor ve insanların ortalama yaşam süresinin 45 olduğu tespit ediliyor.

Mardin ve Dara, Roma ve Persler arasında sık sık el değiştirir. MS 363’te Nusaybin, daha sonra Amida’nın (Diyarbakır) Sasanilerin eline  geçmesi üzerine  Doğru Roma İmparatoru Anastasios sınır güvenliğini artırmak için Dara’yı garnizon kenti, Mezopotamya’nın idari ve askeri merkezi haline getirir. Dara hem su kaynaklarına ham de verimli ovaya sahiptir. Dara 640’da Arap 1150’de Mardin’deki Artuklu beyliğine geçer. Uğrunda bu kadar strateji planları yapılıp, dönemin en modern kenti haline getirilen bir yerin, bugün büyük bölümünün harabe bir yer olmasına tanık oluyorsunuz.

KIRKLAR KİLİSESİ

Kırklar Kilisesi, diğer adıyla Mor Mehnam ve Kız Kardeşi Saro Kilisesi 4. Yüzyılda yapılmış. Hem bina olarak muhteşem görünüyor hem de bakımlı bir yer. Taş tırabzanlı merdivenler, düzgün kesilmiş çimler, aydınlatma vs.  
İçeride, ibadet edilen yerde sıralara oturuyoruz, görevli bize kilise hakkında bilgi veriyor.

MARDİN MÜZESİNDE SİKKE BASIYORUZ..

Kırklar Kilisesinden sonra şehir merkezinde Mardin Müzesi’ne doğru yürüyoruz. Eski Mardin’de sokaklar oldukça dar. Arabaların geçişinde sorun var. Sağda solda saray gibi yapılar görüyoruz.  Şahtana Konağı”, “Hacı Mehmet Ağa Konağı” …vb.

ULUCAMİ AVLUSUNDA ÖFKELİ VATANDAŞ

Her yerde olduğu gibi Mardin’de de Ulucami var. 8 kapılı minare şerefiyeleri dikkat çekiyor.
Süryani mimarlar yapmış. Abdest alma yerleri, ferah mekanı ile adına yakışıyor.
Camide kadınların namaz kılması için ayrı bir yer var. İçeride kendi kendilerine namaz kılan birkaç kadını görünce, dışarıda avluda bir bankın üzerinde oturan vatandaşla sohbet ettik. “İmam Hatip Liselerinden dünya kadar kız öğrenci mezun oluyor. Neden, hiç değilse kadınlara namaz kıldırmak için imam olarak atanmazlar” diye konuşuyoruz.
Ayrılırken, bir sesle irkildim. Orta yaşlı pejmurde birisi, birden bağırmaya, tehdit etmeye başladı. Arkamı dönünce, gezideki bayan arkadaşlarımızdan birisine bağırdığını fark ettim. “Ne oldu” deyince bana doğru hiddetlendi: “Neden bana bakıyor bu kadıııınn!” .

Şaka gibi… Birisi söylese inanmazdım.
“Kardeşim ne bağırıyorsun. Hem sana baksa ne olur. Yaptığın çok ayıp değil mi  diye  söylenerek uzaklaştık.

ARTUKLU FARKI: DİLİMLİ KUBBELER..

Mimari deyince, burada Artuklu medeniyeti hâkim ve benim fark ettiğim en önemli ayrıntı kubbelerin yuvarlak değil de çizgili, dilimli olması. Artık ister cami, ister minare veya başka bir yapı olsun, kubbesinden Artuklu eseri olup olmadığını anlarım!
Üniversiteye Uygulama Oteli olarak  devredilen Şahtana Konağı muhteşem görünüyor. Şu televizyonda “Sıla” dizisinin çekildiği konak.

MARDİN MÜZESİ

Bu gezide hayli müze gezdik. Mardin Müzesi, yörenin zengin tarihini hesap edersek  hayli dolu olduğunu da
düşünebiliriz. Müzenin giriş bölümünde gençler yeşil ceviz kabuğundan yaptıkları kök boya ile bez çantalarının üzerine tavus kuşu, şahmaran, paçalı güvercin motifleri basıyorlardı. Siz de ziyaretçi olarak, ücretini ödeyip kendi çantanıza baskı yapabiliyorsunuz. Yine diğer müzelerde olmayan bir uygulama, Artuklu sikkesi, Celali sikkesi ve Musul sikkesi basıyorsun, anı olarak. Özellikle gençleri tarihi eserlere ısındırma açısından oldukça yaratıcı bir uygulama.
Artık gün akşam oldu. Hava kararınca hem kentin fotoğrafını çekmek, hem sokakların nabzını yoklamak istiyoruz. Ramazan ve  oruçlu olmanın da etkisi olmalı, hafta içi olmasına rağmen özellikle yeme içme yerlerinin pek çoğu
kapalıydı.  Sokakta pek insana da rastlamıyorduk.  
İftardan sonra birden ortamın hareketlendiğini fark ettik. İnsanlar kahvehaneler, çay bahçeleri yeme içme yerlerini doldurdu. Çarşı alışverişi bile bir anda canlandı.
Herkes kendi alemine dalmış. Sadece bir noktada gençler sokakta ufak bir müzik ekibi oluşturmuş, çaldı, söyledi, halay çektiler. Geneldeki eğlenme manzarası, kağıt, tavla, okey taşı, çay, kahve, nargile vs.
Burada dışarından gelen pek çok kişi gibi yemek olarak  “Mardin Tabağı” olsun dedik. İçindekileri irok, sembusek, kibe diye sıralasalar da etli ve baharatlı krep gibi parçalar, dolma, patlıcan.
Cidden çok lezzetli.
İyi hoş ama… Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ardından Diyarbakır yemekleri.. Şunu yemeden olmaz, bunun tadına bakmam lazım diye diye, yani neredeyse mide fesatına yakalanacaktım!
Eski Mardin’de akşam havasını kokladıktan sonra “Yeni Mardin”de kalacağımız otele gidiyoruz.

Çarşıpazar, sokak canlılığı Yeni Mardin’de yerini AVM’lerdeki hareketliliğe bırakmış.
Bir de karanlığın başlaması ile “karafatma” denilen kara  böceklerin pek çok yerde ortaya çıktığını fark ettim. Hayli lüks otelde onca kat balkona nasıl çıktı bunlar diye düşünürken, bir de ne göreyim, bunlar resmen kuş gibi uçuyor!
Artık kapı pencereyi kapatıp, uyuma zamanı. Yarın yine sıkı bir gün olacak…



(Devam edecek.. )


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder