Mardin bu gezide
en çok merak ettiğim yerdi. Zira bu kente hiç gitmemiştim. Mardin deyince gözümün
önüne sadece, düzgün kesilmiş taşlarla
örülü duvarlarıyla iki katlı evler, önünde dümdüz bir ova, Süryani şarapları
geliyordu.
Urfa-Mardin yoluna düşüp Viranşehir’e
doğru gittikçe gözünün önündeki en önemli değişiklik taşların rengi oluyor.
Urfa civarındaki açık renkli kalker taşlarının yerini, kara-siyah bazalt
taşları alıyor.
Sanırsın Mardin’e
değil de bir yanardağa gidiyoruz. Sadece
yapılar değil, tarlalardaki sınır taşları, taşlık meralar, gördüğün bütün
taşların
rengi değişiyor… Rehberimiz bu taşların başta Karacadağ’daki volkanik
bölge olmak üzere, çevreye yayılmış volkanik yapıdan kaynaklandığını anlatıyor.
Bu volkanik bazalt taşlarının en önemli farkı, kalker taşlarından çok daha
hafif, gözenekli olması. Ponza taşlarına benziyor. Ancak bunlar kalker
taşlarından çok daha sert.
Mardin’e varınca bütün
duvarların bu taşlarla yapıldığını görüyoruz. Tabi “Eski Mardin’de”!
Karacadağ şimdi bir kış turizmi merkezi olmuş, kayak pistleri
vs. varmış. Rehberimiz Ahmet bey,
otobüste bizi yöresel isimler konusunda uyarıyor. ,
İSOT, BALCAN,
FRENK…
Örneğin bölgede “isot”; pul biber, “balcan”; patlıcan, “frenk”; domates, “reçel”; kahvaltılık acıbiber salçası demekmiş
Gaziantep’ten itibaren ekin tarlalarının yanında mercimek tarlaları dikkatimi
çekmişti. Mercimekler sararmış, birkaç haftaya kalmaz hasat yapılır. Mercimeğin
bu kadar yaygın üretimini tahmin etmemiştim. Ama her yemekte mercimek çorbası
servisinin bir anlamı varmış... Sahiden mercimek çorbasını da güzel yapıyorlar.
Güneydoğu’da fıstık ağaçlarının bu kadar yaygın olduğunu da
birisi söylese inanmazdım. Fıstık işi artık bir uzmanlık alanı. Çok sayıda
çeşidi varmış. Mesela “İran Fıstığı”
diye bir tür varmış. Daha iri, daha hafifmiş. Siirtliler onu ekmeyi tercih
edermiş. O, tuzlanmadan yenmezmiş, ama yerli fıstık öyle değil, çiğ yenirmiş.
BURSA’DA ZEYTİN,
BURADA FISTIK…
Güney Marmara’da zeytin neyse, buralarda fıstık o. Anlaşılan
pek çok üründen ağzı yanan üretici fıstığa yönelmiş. Ancak fıstığın kabuğu
çetin! Yani fidanı diktiğinizde 10 seneden önce doğru dürüst meyve
alamıyor muşsunuz.
Bu nedenle Urfalılar işin başında fıstık fidanı ektikleri
tarlalara aynı zamanda üzüm fidanı dikmiş. Fıstıklar büyüyünce bütün
üzümleri söküp atmışlar.
Rakım: 476 Metre…
“Gitmişken bir çuval fıstık getirseydin bari”
dediğinizi duyar gibiyim. Fıstık ağaçları çiçekten henüz meyveye durmuş. Ama
sorun bu değil. İş ticari tarafa gelince manzara şu ki, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep’teki fıstık fiyatları Bursa’dan farklı değil.
Viranşehir’den sonra Kızıltepe’ye
doğru göz alabildiğine uzanan ovalar görüyoruz. Yolun sağında solunda hayli
büyük kapasiteli hububat siloları var. Büyük gıda firmalarının adını görüyoruz.
Kızıltepe’nin Mardin’den
daha büyük bir yer olmasına şaşırıyorum... Nüfus Mardin merkezde 170 bin, Kızıltepe’de
250 binmiş. Sokaklarda kamyon TIR vs.. dikkat çekiyor. Burada sınır ticareti,
nakliye işi ağırlıktaymış. Seçime kadar kayyumla idare edilen belediye
hizmetlerinde sorun gözleniyor. Doğalgaz ise yeni yeni gelecekmiş. Kızıltepe yol boyunca çok büyümüş ve
neredeyse bir ucu Mardin’e dayanmış
izlenimi veriyor.
Mardin merkezde
Araplar, Kızıltepe ve Ceylanpınar’da Arap nüfus ağırlıklı. Sokakta kendi
arasında Türkçe konuşana ben rastlamadım.
İKİ MARDİN VAR…
Kızıltepe’den sonra dağların yükseldiği yerde, kafamdaki
Mardin’i beklerken, birden bire İstanbul’da, Bursa’nın yeni bölgelerinde rastladığımız çok katlı lüks
konutların arasında kaldık!
Geniş caddeler,
sağda solda kocaman bildik AVM’ler… “Down Town” manzarası…
Tam bir
şaşkınlık…
Meğer Mardin Büyükşehir Belediyesi resmen
tepenin arka tarafında, kuzeyde, yeni bir şehir kurmuş. Mardin fiilen ikiye ayrılmış. Eski
Mardin, Yeni Mardin…
Yeni Mardin, zengin, modern, planlı bir kent görünümünde
Eski Mardin ise turistik bir yer olmaya hazırlanıyor.
Ayaküstü
konuştuğum bir Mardinli, “Burada yaşamak
çok zorlaştı. Araban olsa park edecek yer bulamıyorsun. Doğalgaz yok, bazen
günlerce su gelmiyor. Sokaklar daracık. Komşular da zaten yeni bölgeye taşındı.
Buradaki evleri yeme içme yeri, pansiyon gibi turizme açmamız isteniyor”
diyor. Niyeti yeni bölgeden bir ev alıp taşınmakmış. Mevcut evi “işyeri olarak değerlendirmek” istiyor.
AZİZLER DİYARI…
“Mardin” sözcük olarak “mordin”den gelmiş, “azizler diyarı”
anlamına geliyormuş.
Eski Mardin’n
tepesinde Mardin Kalesi görünüyor, ancak radar varmış, askerler ziyarete izin
vermiyor. İleride kalenin turizme açılması düşünülüyormuş.
KASIMİYE
MEDRESESİ…
Gezimizin 4.
Gününe, “Yeni Mardin’de hayli lüks
görünen “Yay Grand Otel”de
uyanıyoruz. Pencereden gördüğümüz apartmanların yeni olduğu çok belli. Apartmanın duvarları dışında hiçbir çevre
düzenlemesi, yeşillik, park, otopark vs. görünmüyor.
Kahvaltıdan sonra
ilk durağımız Kasımiye Medresesi.
Medrese “Eski Mardin” tarafında.
Giderken, “Seyir terası” denen yerden eski kentin fotoğrafını çekiyoruz. Ancak
kalenin tam karşısında, fotoğrafın en iyi çekileceği yerde “Askeri bölge, girilmez” yazıyor.
Kasımiye Medresesi, bu topraklara damgasını vuran ve hala adı pek
çok noktada anılan Artukoğulları tarafından
yapılmış. Medrese inşaatı Moğol saldırıları döneminde yıkılmış. İnşaatı tamamlama
Akkoyunlu hükümdarı Kasım Bir Cihangir’e nasip olmuş ve
1502’de tamamlanabilmiş.
Medrese, o
dönemin üniversitesi. Eczacılık diyebileceğimiz alanda, bu medresede çağın en
önemli ilerlemeleri kaydedilmiş. Fen alanında örneğin robotik bilimin kurucusu
olarak bilinen El Cezeri buradan çıkmış. Güneş saati, su ile çalışan guguk
saati burada icat edilmiş.
Ama anlaşılan
buranın tanıtımı için bunların hiç birisi modacı Cemil İpekçi’nin verdiği defile kadar etkili olmamış!
Medrese binası
bölgeye hakim bir yerde.
Uzakta, ufuk
çizgisinde Suriye görünüyor.
Önümüzde dümdüz
ova.
İçeride su
sebili, eyvan, küçük havuz var. Rivayete göre buralarda gece yıldızların suya
düşen yansımaları üzerinden araştırmalar yapılmış.
Yine rivayete
göre, burayı yaptıran aile birbirine düşüyor ve buraya adını veren Kasım
sultan, ailesi tarafından öldürülüyor. Duvardaki kırmızı lekelerin onun kanı
olduğuna inanılıyor.
Buradaki Akkoyunluların
İslam öğretisinde ilginç bir nokta dikkatimi çekti: “Topraktan geldik toprağa gideceğiz, kişi ne
kadar günahkâr olursa olsun, cezasını çekip cennete gider.”
“Cehennemde cayır
cayır yanacaksınız” diyen imamlarımızın bunu nasıl yorumlayacağını merak ediyorum!
CİHANGİRBEY
ZAVİYESİ
Atatürk’ün tekke
ve zaviyeleri kapattığını öğrenmiştik. Hayli tekke görmüştüm, ama hiç zaviye
görmemiştim. Gördüğüm ilk zaviye, bu medresenin yanındaki Cihangirbey Zaviyesi oldu. Gayet bakımlı duruyor. Önünde mezarlık
var. Kapısı kapalı, girmedik. Bu zaviye de medresenin yapıldığı yıllarda yine
Akkoyunlular tarafından yapılmış. Ama zaviyede ne yapılır, nasıl bir yerdir,
bilgi sahibi olamadım.
DAYRULZAFARAN
MANASTIRI
Mardin’de 11
kilise var. Ancak bunlardan sadece birisinde ibadet yapılıyormuş.
Mardin’de islama
ait medreseden sonra kilise ve manastırları geziyoruz. Rehberimiz bize Kırklar Kilisesi hakkında bilgi
veriyor. Sabah, öğle, akşam günde üç kez çan çalıyor, içeride Suryanice dualar ediliyormuş.
“Kırklar” adı, paganlık döneminde paganlığı değil
hıristiyanlığı tercih ettiği için öldürülen 40 kişiden geliyormuş. Bunların mezarları Mor Gabriyel Manastırında gömülüymüş..
Mardin’deki
Süryaniler Ortodoks Hristiyanlık inancına mensupmuş.
HARCAMA ŞEFFAF…
Belli ki bu
ibadethaneler Süryani cemaatin maddi destekleri ile ayakta duruyor.
Dayrülzafaran Manastırı görkemli bir yapı.
İlan panosunda
manastırın son 3 aylık gelir giderine ilişkin açıklama dikkat çekici.
Manastırın hesap hareketlerine, nereye ne kadar para harcandığına yer
veriliyor. Ayrıca, bağış yapacakların
mutlaka makbuz istemesi üzerinde duruluyor.
Düşündüm de,
bizde özellikle cami dernekleri sürekli para topluyor, ama bugüne kadar hiçbir
camide toplanan paraların nereye harcandığına ilişkin böyle bir duyuru görmedim.
Bence örnek bir şeffaflık ve bütün
kurumlara gerekli.
Süryaniler
ayrı bir ulus. Dilleri “sami” dil grubundan. Yazıları Arapçaya benziyor. Doğrusu gördüklerimizi Arapçaya benzetmiştim,
ama farklıymış. Kilisenin görevlisi, ayin yapılan yerde bize bilgi verdi.
Hutbe
diyebileceğim yerlerin sağında solunda İsa’nın ve azizlerin resimleri var.
Özellikle İsa’nın
koyun çobanı olarak resmedilmesi dikkat çekici.
Kiliselerde tam
bir hiyerarşi var.
Burası Patrikhaneye bağlıymış. Mardin’deki patrik 1932’de
Şam’a taşınmış.
Lozan’da “azınlık” olmayı kabul etmedikleri,
kendilerini vatandaş saydıkları için aslında haksızlığa uğradıklarını anlatmaya
çalışıyor.
Bölgedeki Suryanilerin
önemli bir bölümü Hindistan’a ve Avrupa’ya, özellikle İsveç’e göç etmiş.
ORTODOKS
HIRSTİYANLAR İDDİALI
Ortodoks
görevlinin anlatımına bakılırsa, en hakiki Hıristiyanlar kendileri. Hatta işi
ileri götürüp “Kuran 880’lere kadar Suryani
dilinde vahiy oldu. Ondan sonra
Arapça’ya çevrildi” gibi bir cümle kurdu.
Bina sadece
ibadet edilen yerden ibaret değil.
İLK GAZETE BURADA
BASILMIŞ
Manastırda
sergilenen bir baskı makinesi beni çok heyecanlandırdı. Meğer bu basit baskı
makinesi, bölgede ilk gazeteyi basan makineymiş!
SIRADIŞI TAŞ
TAVAN
Manastırda harika
taş işçiliği var. Sıradışı dersem abartmış olur muyum bilmem. Örneğin, düz
tavanın sadece kesilmiş taşların, yan yana getirilerek yapılmasına ilk kez
burada şahit oldum. Taş işçiliği duvarlarda konuşur, bir de kapı üstleri ve
kubbelerde ağaç kullanılmazdı. Ama burada bildiğin kocaman odanın dümdüz tavanı
aynı teknikle yapılmış. Bence şaheser.
DARA ANTİK KENTİ
GAP gezimizde
beni en çok şaşırtan Dara Antik Kenti oldu. Dara adını duymuştum, ancak buranın
Doğu Roma(Bizans) İmparatorluğunun
bir uç noktası, sınır karakolu vs. olduğunu hiç duymamıştım.
Dara Mezapotamya Harabeleri de denen bu Antik kent, Suriye sınırına çok yakın. Dara (Oğuz)
köyü civarında. Çok geniş bir alanı kaplıyor. Çevresi 8-10 kilometre. Kentin
ana merkezi etrafındaki surlar yaklaşık 4 kilometre. MÖ 570 yılında İran
hükümdarı Darayuvaşi tarafından
kurulan bir yer. Adı da oradan geliyor.
Romalılar
ve Persler arasında hayli el değiştirmiş.
Emevilerin, Abbasilerin eline
geçtiği dönemler de olmuş. Ama en çok Doğu
Roma’nın ileri karakolu durumunda kalmış. Güneydoğu metropolü Nisibis’ten (Nusaybin) sonra ikinci
önemli sınır kenti haline gelmiş. İpek yoluna yakın.
Buradaki
yapıların ihtişamı ve çeşitliliği Bizans’ın buraya ne kadar büyük önem verdiğini,
yatırım yaptığını kanıtlıyor.
ARITMA TESİSİ SU
DEPOSU..
Bana en çarpıcı
gelen belki de tarihin en eski su arıtma tesisi diyebileceğimiz su tesisi ve
birisi 22, diğeri 17 metre yükseklikteki devasa su sarnıçları oldu. “Arıtma tesisi” diyorum, ama adı “Maksem”,
yani üstü örtülü su deposu. Birbirine paralel olan maksemlerin her birisi 50
metre uzunluk, 4 metre genişlik, 18 metre yükseklikte.
4-5 Kilometre uzaktan
getirilen su burada katı atıklarından temizlenmiş, yeraltındaki büyük
sarnıçlarda depolanmış, toprak borularla çevreye dağıtılmış. Sarnıç kocaman
yeraltı sarayı gibi.
Dara’da ne var? Vaftiz teknesi (aynı anda birden çok
kişi vaftiz ediliyor olmalı ki, kocaman havuz gibi bir yer), Türbe, Agora Caddesi (burası tamamen
harabe durumunda), nekropol (dev
kayalıklarda küçük mağaralar şeklinde mezarlıklar), çevrede iki ana kapı, Dara deresi üzerinde 4 köprü (tabi şimdi su, dere yok), sarnıçlar
(sarnıçların özellikle kentin kuşatıldığı dönemlerde susuz kalmamasını
sağladığı anlatılıyor), maksem ve galeri mezarlık…
Klise, saray,
çarşı zindan gibi pek çok ünitesi de bulunan antik kentin büyük bölümü harabe olarak
duruyor. Düzenlenip ziyarete açılan iki
yerden birisi içinde binlerce insanın kemiklerinin bulunduğu galeri mezarlık. Diğeri
de ışıklandırılıp yeraltı sarayı havası kazanan sarnıç. Buralar müze havası
veriyor.
DARA’NIN GÖRKEMLİ
TARİHİ
Mardin Müze
Müdürlüğü tarafından 1986’dan beri yapılan kazılarda, yapıların Roma dönemine
ait olduğu belirleniyor. 2009’da
arkeoloji kazılarında galeri mezarın alt katında 3 binden fazla insana ait
kemikler üst üste yığılmış olarak bulunuyor. Kemikler analizi yapılıyor ve
insanların ortalama yaşam süresinin 45 olduğu tespit ediliyor.

Mardin ve Dara, Roma ve Persler arasında
sık sık el değiştirir. MS 363’te Nusaybin, daha sonra Amida’nın (Diyarbakır)
Sasanilerin eline geçmesi üzerine Doğru Roma İmparatoru Anastasios sınır
güvenliğini artırmak için Dara’yı garnizon kenti, Mezopotamya’nın idari ve
askeri merkezi haline getirir. Dara hem su kaynaklarına ham de verimli ovaya sahiptir.
Dara 640’da Arap 1150’de Mardin’deki Artuklu beyliğine geçer. Uğrunda bu kadar
strateji planları yapılıp, dönemin en modern kenti haline getirilen bir yerin,
bugün büyük bölümünün harabe bir yer olmasına tanık oluyorsunuz.
KIRKLAR KİLİSESİ
Kırklar Kilisesi,
diğer adıyla Mor Mehnam ve Kız Kardeşi Saro Kilisesi 4. Yüzyılda yapılmış. Hem
bina olarak muhteşem görünüyor hem de bakımlı bir yer. Taş tırabzanlı
merdivenler, düzgün kesilmiş çimler, aydınlatma vs.
İçeride, ibadet
edilen yerde sıralara oturuyoruz, görevli bize kilise hakkında bilgi veriyor.
MARDİN MÜZESİNDE
SİKKE BASIYORUZ..
Kırklar
Kilisesinden sonra şehir merkezinde Mardin
Müzesi’ne doğru yürüyoruz. Eski Mardin’de sokaklar oldukça dar. Arabaların
geçişinde sorun var. Sağda solda saray gibi yapılar görüyoruz. “Şahtana
Konağı”, “Hacı Mehmet Ağa Konağı” …vb.
ULUCAMİ AVLUSUNDA ÖFKELİ VATANDAŞ
Her yerde olduğu
gibi Mardin’de de Ulucami var. 8
kapılı minare şerefiyeleri dikkat çekiyor.
Süryani mimarlar yapmış. Abdest alma
yerleri, ferah mekanı ile adına yakışıyor.
Camide kadınların
namaz kılması için ayrı bir yer var. İçeride kendi kendilerine namaz kılan birkaç
kadını görünce, dışarıda avluda bir bankın üzerinde oturan vatandaşla sohbet
ettik. “İmam Hatip Liselerinden dünya
kadar kız öğrenci mezun oluyor. Neden, hiç değilse kadınlara namaz kıldırmak
için imam olarak atanmazlar” diye konuşuyoruz.
Ayrılırken, bir
sesle irkildim. Orta yaşlı pejmurde birisi, birden bağırmaya, tehdit etmeye
başladı. Arkamı dönünce, gezideki bayan arkadaşlarımızdan birisine bağırdığını
fark ettim. “Ne oldu” deyince bana
doğru hiddetlendi: “Neden bana bakıyor bu kadıııınn!” .
Şaka gibi… Birisi
söylese inanmazdım.
“Kardeşim ne bağırıyorsun. Hem sana baksa ne olur.
Yaptığın çok ayıp değil mi” diye söylenerek uzaklaştık.
ARTUKLU FARKI: DİLİMLİ
KUBBELER..
Mimari deyince,
burada Artuklu medeniyeti hâkim ve benim fark ettiğim en önemli ayrıntı
kubbelerin yuvarlak değil de çizgili, dilimli olması. Artık ister cami, ister
minare veya başka bir yapı olsun, kubbesinden Artuklu eseri olup olmadığını
anlarım!
Üniversiteye
Uygulama Oteli olarak devredilen Şahtana
Konağı muhteşem görünüyor. Şu televizyonda “Sıla” dizisinin çekildiği konak.
MARDİN MÜZESİ
Bu gezide hayli
müze gezdik. Mardin Müzesi, yörenin zengin
tarihini hesap edersek hayli dolu
olduğunu da
düşünebiliriz. Müzenin giriş bölümünde gençler yeşil ceviz
kabuğundan yaptıkları kök boya ile bez çantalarının üzerine tavus kuşu,
şahmaran, paçalı güvercin motifleri basıyorlardı. Siz de ziyaretçi olarak,
ücretini ödeyip kendi çantanıza baskı yapabiliyorsunuz. Yine diğer müzelerde
olmayan bir uygulama, Artuklu sikkesi,
Celali sikkesi ve Musul sikkesi
basıyorsun, anı olarak. Özellikle gençleri tarihi eserlere ısındırma açısından
oldukça yaratıcı bir uygulama.
Artık gün akşam
oldu. Hava kararınca hem kentin fotoğrafını çekmek, hem sokakların nabzını
yoklamak istiyoruz. Ramazan ve oruçlu
olmanın da etkisi olmalı, hafta içi olmasına rağmen özellikle yeme içme
yerlerinin pek çoğu
kapalıydı. Sokakta
pek insana da rastlamıyorduk.
İftardan sonra
birden ortamın hareketlendiğini fark ettik. İnsanlar kahvehaneler, çay
bahçeleri yeme içme yerlerini doldurdu. Çarşı alışverişi bile bir anda canlandı.
Herkes kendi
alemine dalmış. Sadece bir noktada gençler sokakta ufak bir müzik ekibi
oluşturmuş, çaldı, söyledi, halay çektiler. Geneldeki eğlenme manzarası, kağıt,
tavla, okey taşı, çay, kahve, nargile vs.
Burada dışarından
gelen pek çok kişi gibi yemek olarak “Mardin
Tabağı” olsun dedik. İçindekileri irok,
sembusek, kibe diye sıralasalar da etli ve baharatlı krep gibi parçalar,
dolma, patlıcan.
Cidden çok lezzetli.
İyi hoş ama… Gaziantep,
Şanlıurfa, Mardin ardından Diyarbakır yemekleri.. Şunu yemeden olmaz, bunun
tadına bakmam lazım diye diye, yani neredeyse mide fesatına yakalanacaktım!
Eski Mardin’de
akşam havasını kokladıktan sonra “Yeni
Mardin”de kalacağımız otele gidiyoruz.
Çarşıpazar, sokak canlılığı Yeni Mardin’de yerini AVM’lerdeki hareketliliğe bırakmış.
Bir de karanlığın
başlaması ile “karafatma” denilen kara
böceklerin pek çok yerde ortaya çıktığını fark ettim. Hayli lüks otelde
onca kat balkona nasıl çıktı bunlar diye düşünürken, bir de ne göreyim, bunlar
resmen kuş gibi uçuyor!
Artık kapı
pencereyi kapatıp, uyuma zamanı. Yarın yine sıkı bir gün olacak…
(Devam edecek.. )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder