30 Mayıs 2019 Perşembe

KOZA İLE GAP GEZİSİ: 3 Şanlıurfa, Harran, kaderine terk edilmiş antik kentler...



Şanlıurfa, Harran, kaderine terk edilmiş antik kentler...


Şanlıurfa deyince pek çok insanın aklına Harran, Harran Ovası gelir. Ama genellikle Harran imajı yoksulluk, ağaya çalışan sefil maraba şeklindedir.
Halbuki Harran, uçsuz bucaksız ovasıyla sadece Türkler değil pek pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış, görkemli geçmişi olan bölge.
Örneğin dünyada bir zamanlar bilim, fen, eğitim denince İskenderiye, Atina neyse, Harran o imiş…

Pekçok bilgin yetişmiş, özellikle tıp ve astronomi alanında ünü dünyaya yayılmış.
Şimdilerde sulama sistemlerinin devreye girmesi ile Harran ovası artık yılda iki ürün alınabilen yer. Gezerken bir köyde iki delikanlı ile
karşılaşmak hayli sürpriz oldu. Malum köylerde genç kalmamış. İkisi de öğrenci olduklarını övünerek söyledi. “Burada bir gelecek, geçim görüyor musunuz” soruma ise karşılıkları şu oldu:
“Buralar eskiden kötüymüş ama şimdi burada kimse aç açık değil. 50  dönümden aşağı tarlası olan bulamazsınız. Ortalama 100 dönüm toprağa sahip bir ailenin yıllık geliri 150 bin lira civarında. İstanbul’a gidip de ne yapacağım!”.
Harran Ovasında ağırlıkla pamuk ekiliyor. Sulama sisteminde hızlı bir dönüşüm olmalı ki pek çok yerde yağmurlama sulama için döşenmiş siyah plastik borular görüyorsunuz.  Açık arklar terk ediliyor gibi…
Eee peki bu paralar nereye gidiyor diye düşünüyorsunuz. Zira ne sokaklarda, ne insanların yaşam tarzında pek bir refah görüntüsü yok.
Gezimiz boyunca yoksulluğu en çok Harran’ın köylerinde gördük. Şehirler, kasabalar Bursa’dan çok  farklı değil.  Hatta örneğin asfaltlı arazi yolunu ilk kez GAP bölgesinde gördüm!

Konu sadece maddi yoksunluk da değil. Gidişatta sıkıntı var. Örneğin çocukları adeta dilenciliğe alıştırmışlar. Her dışardan gelenin çevresini sarıp para istiyorlar.
Yoksulluk, yoksunlluk en azından o kişini bir ayıbı değildir; ama dilenmek resmen sağlıklı bir insan için yüz karasıdır diye düşünüyorum ve bu çocuklara para dağıtmanın onları dilenciliğe özendirmekten başka bir sonucu olmadığına inanıyorum.
Tabi serde çocuk olmak var…
Bir çocuk, her halükarda masumdur!
Galiba sorun bu topraklardaki nüfus hareketi ve bir türlü ülkesi, halkı ile gönül bağı kuramama.
 İradesi hiçe sayılanların yakalandığı
vurdumduymazlık gibi, dilencilik de galiba insanların döktüğü alınteri ile kazandığı şey arasındaki bağlantının alabora olmasıyla cisimleşen bir arıza…
Harran’da yaşayanların çoğu Arapmış. Tabi bu nüfusa son dönemde Suriye’den gelen Araplar da eklenmiş. Şanlıurfa galiba Suriyeli sığınmacıların en çok olduğu yerlerden birisi. 6 tane büyük mülteci kampı varmış.
Harran’ın eski Arapları Felluce’den gelen Bedevilermiş. Mardin’deki Araplar ise “Bedevi  olmayan “medeni” Araplarmış!
Harran’a giderken göz alabildiğine uzanan verimli araziler görüyorsunuz.

Çiftçinin gözdesi pamuk.
Ha, unutmadan yazayım, Bursa’da “Harran’ın yarısını İsrailliler satın almış” sözlerini çok duymuştum.  Burada bunu kimseye doğrulatamadım. “Tarlalar bizim”  diyorlar. 
Ama Ceylanpınar’da ilçe topraklarının çok büyük bölümünü oluşturan TİGEM arazisinin komple Katarlılara 49 yıllığına satıldığını duydum.
Harran’da Osmanlılardan önce Pers, Asur, Roma medeniyetleri yaşamış.

Harran Evleri yakınında Harran Ulucamiin harabesini gördük. Harran 639’da Müslümanların eline geçtikten sonra bu camiyi 750 yılında Emeviler yapmış.

HARRAN EVLERİ

Buradan Ali Ağa’nın işlettiği Harran Evleri’ne gidiyoruz.
Grubu “İngilizce mi konuşayım, Türkçe mi” diye karşılayan Ali Ağa’nın 30 yaşlarındaki oğlu, belli ki artık orada butik bir işletme döndürüyor.  Hediyelik eşya, yöresel kıyafet, yiyecek içecek satılan işyerinde çalışanlar da aile fertleri.

Ali Ağa’nın 9 karısı, 36 çocuğu varmış.  Aile 45 kişi…  Bu tür evliliklerde genelde bütün günah kadına yüklenir… “Salak mı niye kumayı kabul ediyor”…
Hayli efkarlı görünen, tek bir çocuğu olduğunu söyleyen bir kadınla sohbet ederken, “Üzerime  başka kadın getirdi, ben de gittim mahkemede boşadım” deyiverdi. Anlaşılan bu çok eşilik durumları artık son demlerini yaşıyor, kadınlar artık sinik tipler olmaktan çıkıyor, iradesini ortaya koyuyor.
Başlık parası”, “Kızın güzelliğine göre” olurmuş.
Mesela sarışın güzel bir kız olursa, başlık 100  bin lira para, 300 koyun, Ford otomobil… şeklinde sıralanırmış.

Harran’da bildiğimiz türden “ağalık” yokmuş. Yani, burada köyleri satışa çıkarma durumları tarih olmuş. Silahlı korumaları, uşakları vs. olan ağaların sadece Siverek’te kaldığı, ifade ediliyor. Tabi Siverek büyük bir ilçe, nüfus Şanlıurfa’dan da fazla. Her dönem oradan 3-4 ağa seçilip TBB’ye gidermiş.
Ali Ağa’nın oğlu Mahmut bey bize bu toprak sıvalı “huni” evlerin yapımını anlatıyor, inşaatlarda tahta, demir vs. kullanılmadığını, “horasan harcı” ile taş ve tuğladan yaptıklarını açıklıyor. Dışarıda şark köşesi gibi döşenmiş mekânda çay kahve içiyoruz.


BAZDA MAĞARALARI

Harran Ovası’nda ayrılıp Öztaş köyüne gidiyoruz.  Bazda Mağaraları’nı gezeceğiz. Aslında yolun her iki tarafında tarihi taş ocakları varmış. Kayıtlara göre 13. Yüzyıldan bu yana kullanılan yeraltı taş ocaklarından söz ediyoruz. Çevredeki pek çok tarihi eserde kullanlan taşlar bu ocaklardan çıkarılınca ortaya devasa büyüklükte, genişlikte bir mağara çıkmış.
Hava oldukça sıcaktı ve mağaranın girişinde bizi, içeriden dışarı doğru gelen serinliken yararlanmak isteyen kelebek sürüsü karşıladı.
Buradan çıkarılan taş tipik kalker taşı. Ocaktan yeni çıkarıldığında nemli ve çok kolay işleniyor.
Ama duvarda kuruduktan sonra sertleşiyor. Yörede onca tarihi yapının hangi taşlardan yapıldığını yerinde görüyoruz. İçeride büyük galeriler oluşurken, çökme olmasın diye taş kolonlar bırakılmış. Çok zekice…
Bazda mağarasının çevresinde yaşayan insanların yoksulluğu çıplak gözle görünüyor. “Nasıl geçiniyorsunuz” dediğimde, “Hiçbir düzenli gelirimiz yok. Bizim köydekilerin çoğu tarım işçisi olarak diğer vilayetlere gidiyor. Ama ben yaşlandım gidemiyorum” yanıtı alıyorum.

HAN EL BARUR KERVANSARAYI…

Harran İpek yolu üzerinde.  İpek yolunda normalde her 20-30 kilometrede bir kervansaray olurmuş. Araçların benzin tükenince istasyona uğraması gibi, kervandaki deve ve atlar da günde ancak 20-30  kilometre yürüyebilir, sonra kervansarayda dinlenirmiş. Orada hem hayvanlara ot, yem bulunur, hem de sahipleri yemek yer dinlenirmiş.
Göktaş köyündeki Han EL Barur Kervansarayı büyük ölçüde yıkılmış, tahrip olmuş. Gittiğimizde restorasyon başlatılmış, içeriye malzeme yığılmıştı. Görevli sadece fotoğraf çekip çıkmamıza izin verdi.  Restorasyon işi tamamlandığında görkemli bir
yapı olacağına şüphe yok.  Turistik bir yer gibi işletilmesi bekleniyor.
1219’da Eyyübiler döneminde yapılmış. Arapça olan Han El Barur, “keçiboku” demekmiş. Rivayete göre burayı yaptıran Arap, içeriyi kuru üzümle doldurmuş. Müşterilere kuru üzüm ikram eder, “Benden sonra gelenler burayı keçi gübresi ile dolduracak” dermiş. Sanırım, ayağınız uğurlu gelsin, buralar hayvanla dolsun demek istemiş olmalı.
Yapı Moğol istilasında yıkılmış. Uzun yıllar ağır olarak kullanılmış.

ŞUAYP ANTİK KENTİ

Geç Roma dönemine (5. Yy) ait antik kent, Han el Barur’a 13 kilometre uzakta..
Antik kent görünürde iki katlı binalardan oluşuyor. Altı mağara, üstü blok taşlardan yapılma. İsmi, Şuayp Peygamber’in burada bir süre kalmış olmasından kaynaklanıyormuş. Hz. Şuayp Mısır’dan kaçtıktan sonra buraya sığınır,
buranın sahibinin kızıyla evlenir. Su kuyusuna “Musa Kuyusu” adı verilmiş.
Antik kentin alanı hayli geniş ve haraba görünümünde.
Herhangi bir kazı çalışması yok.
Yakında köy var. Antik kent içindeki tarihi mekânların büyük bölümü hayvan barınağı olarak kullanılıyor.  İçine girdiğimiz bir taş yapının duvarlarında taş kabartma insan figürleri vardı. “Aziz heykelleri” olduğu düşünülüyor.  Ancak arkeologların bir çalışması olmadığı için, içeriği hakkında bilgi yok. Yani Şuayp Antik Kenti, tamamen kaderine terk edilmiş tarihi zenginliklerimizden birisi.

SOĞMATAR ANTİK KENTİ

Şuayp Antik Kenti’nden 15 km  sonra vardığımız Soğmatar Antik Kenti de Mezopotamya’da uygarlığın önemli merkezlerinden birisi olarak tahmin ediliyor. Burada da herhangi bir kazı, çeki düzen verilip ziyaret açılan eser falan yok. 
Ören yeri.  Herkes istediği gibi  girip çıkıyor. Sadece bir Tabela konulmuş. Harran’a 57 km.
Roma dönemine ait, 1.200 yılında kurulmuş. Abgar Krallığı döneminde Harranlıların ay ve gezegen tanrıları için tapınaklar yaptırdığı bir “kült merkezi” olarak tanımlanıyor.
Çok rüzgar alan bir tepenin zirvesi diyebileceğimiz noktada Ay Tanrısı  “Sin”e ait Pongon Mağarası var. Pongon bu mağarayı ilk
fark eden batılı bir arkeoloğun adıymış. Mağaranın  dış cephesinde ay ve  güneş kabartmaları var. Ay Tanrısı ve Güneş Tanrısı kabartmalarının önünde hatıra fotoğrafı çekiyoruz.
Duvar taşlarının gayet düzgün,  simetrik duruşu hayranlık verici.
İnsanların Ay ve Güneşe taptıkları dönemlere ait antik kent öylece yer altında duruyor. Herhangi bir kazı, restorasyon yok. Alan çok geniş..

Gezerken sadece yer üstündeki harabeleri görebiliyorsunuz.  İçine girilebilen yapılardan birisi ise bir tür tapınma, ibadet yeri olarak tanımlanıyor. Duvarlarında Süryanice yazı ve “aziz” kabartmaları var. Güneşin ışıkları iki ayrı noktadan mağaranın içini  aydınlatıyor. Güneş tanrısına tapınma yeri olmalı.
 Ayrıca kaya mezarlıkları da var. Bu antik kentin de kazılıp gün ışığına çıkarılması, turizme kazandırılması gerekir diye düşündük.
7 tepesi var.  Büyük İskender dahil pek çok devlet burayı ele geçirmek için savaştığına  göre, tarihte stratejik bir nokta gibi duruyor.  Antik kendin giriş tarafında birkaç toprak damlı ev var. Ev sahipleri pencereden bizi izliyor.  Birkaç
bayan arkadaşımız içeri girip sohbet etti. İçerde kadın olduğu için erkeklerin girmesinden rahatsız olacaklarını düşünerek girmedim, sadece pencereden el salladım.  

EYÜP NEBİ TÜRBESİ

Sogmatar Antik Kenti’nden sonra güneş eğilmeye başladı ve Şanlıurfa Şehir merkezine döndük.
Hz. Eyüp Peygamber’in Türbesi’ni ziyaret ettik. Türbe ziyaretinde en dikkat çeken şey “Sabır Taşı”nın bulunduğu nokta oldu. Hani “Sabır taşımı çatlatma” deriz ya.. Galiba o ifade buradan geliyor. “Sabır Makamı” diye bir bölüm, Hz. Eyüp Camii, kabri ve  vakfı var. 
Sabır”, Hz. Eyüb’ün başından geçen bir “imtihan” hikayesine dayanıyor.  Hikayeyi dinleyince, “Sabır gösterip, Allah’a sadakatını sürdürürsen mükafatını alırsın, çocukların ve servetin iki katına çıkar” sonucuna varıyorsun.
Şanlıurfa gezimiz burada bitiyor. Ver elini Mardin… Yarın Mardin’de uyanacağız..
(Devam edecek…)


1 yorum: