28 Mayıs 2019 Salı

KOZA ile GAP Gezisi – 1 :Gaziantep, Zeugma, Kelaynak, batık kent Halfeti…





Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman…

Meğer ne zengin tarihi mirasa, ne verimli topraklara sahipmiş. Büyük bölümü hala yerin altında öylece duran tarihi eserlere bakarken, bu toprakların insanlık tarihinin en önemli medeniyetlerinin beşiği olmasına tanıklık etmek gelecek için umut veriyor. Göz alabildiğine uzanan, yılda iki ürün alınabilen mümbit ovalar… Dicle ve Fırat üzerindeki barajların sadede elektrik üretme değil sulamada da kullanılmaya başlanması devasa potansiyeli harekete geçirmeye aday.

Güneydoğu Anadolu” deyip geçtiğimiz, pek çok önyargıyla yaklaştığımız bu şehirleri gezmenin ruhuma iyi geldiğini belirtmem gerekiyor. Ancak bu toprakların ne altındaki ne üstündeki değerlerden gereği gibi değerlendirilmediğini görünce, içiniz burkuluyor. Düşünün ki, bölgenin tarihi eserlerinin büyük bölümü hala toprak altında. Çıkarılanlar ise adeta talan edilmiş. Neredeyse bütün kazılar
batılı ülkelerin desteği ile yapılmış. Eserlerin ciddi bölümü yasal ya da yasadışı yollarla yurt dışına kaçırılmış.
Yanlış tarım politikaları ve gergin toplumsal iklim sadece yeraltı değil, yerüstündeki zenginliklere sahip çıkmayı da engellemiş görünüyor. Başka türlü, “Burası bütün Türkiye’yi besler” dediğiniz uçsuz bucaksız ovalara bakarken, kuru soğana muhtaç olma hallerini nasıl anlayabilirsiniz ki…

Koza Dağcılık kulübü bünyesinde Mahmut Varol tarafından organize edilen GAP Gezisi için otobüsümüz Bursa’dan 19 Mayıs Pazar günü saat 16.00 gibi hareket etti. Eskişehir’den Ankara’ya giderken Polatlı’da Haymana yoluna girdi ve Haymana’dan sonra Ankara Gölbaşı’na vardık. Haritaya bakınca yol uzatılmış gibi görünüyor, ama hem kent trafiğine girilmiyor, hem de yol 80 kilometre kısalıyormuş. Ancak bu bölüm “duble yol” değil.

Gece yolculuğunda çevreyi seyredemiyorsunuz. Örneğin Şereflikoçhisar’da Tuz Gölü’nün sadece “Tuz Gölü Müzesi” yazan ışıklı tabelasını görebildik!

Adana, Pozantı civarında kısa mola verilen akaryakıt istasyonu Mevlüt Usta’nın çevresinde onlarca TIR’ı park halinde görünce kendimi Irak sınırında falan sandım. Meğer buralar Irak ve Suriye’ye taşımacılık yapan şoförlerin park edip “kestirdikleri” yermiş!  Dönüş yolunda bu TIR’ların pek çoğunun kurusoğan ve patates yüklü olarak batı ilerine yol aldığını gördük.
Günün erken saatlerinde ulaştığımız Gaziantep’te ilk durağımız Zeugma Park diye bir yer oldu. Zeugma Mozaik Müzesi’nin açılmasından sonra “Zeugma” lafı çok popüler olmuş. Pek çok tabelada görebiliyorsunuz.

Zeugma Park’taki kahvaltıda hoş olan sadece çoğu yöresel lezzet olan yediklerimiz olmadı. Gaziantepli aile dostlarımızdan Abdulrahman-Emine çifti de bizi görmeye geldi. Eşimin ameliyatından sadece 4 gün geçmiş olduğunu bildikleri için merakla gelmişler. Bu Aysel’in de işine geldi ve Zeugma Mozaik Müzesi’ne gitme yerine gençlik arkadaşının evinde dinlenmeyi tercih etti.

ZEUGMA ANTİK KENTİNİN MOZAİKLERİ

Zeugma, Gaziantep'in Nizip ilçesine 70 kilometre uzaklıktaki Belkıs köyü civarında, tepeler üzerinde kurulmuş, Komagene uygarlığına ait bir antik kent. M.Ö 300 yılına uzanıyor. Büyük İskender’den Sasanilere, Roma’ya epey el değiştirmiş.
Zeugma Antik kentinin belli başlı bütün eserleri alınarak bu müzeye getirilmiş ve dağın tepesinde yıllar süren kazıların sonunda kente önemli bir müze kazandırılmış.
Ancak gezerken, keşke onca eser yerinde korunsaydı, orijinal haliyle ziyarete açılan dev bir yer yapılsaydı diye düşünmedim değil. Rivayete göre, kazılar sırasında pek çok değerli eser de kaçırılmış, çalınmış vs. Koskoca mozaiklerin bazen üçte birini ancak görebiliyorsunuz. Çoğu Amerika’ya kaçırılmış.

Müzede özellikle duvar ve yer mozaikleri çok etkileyici. Düşünsenize sarayların zeminlerinde, duvarda, pek çok öyküyü konu alan renkli taşlarda yapılmış, mozaik tablolar oluşturulmuş. Hayran olmamak elde değil. İnsan bu topraklarda ne büyük medeniyetlerin yaşadığını düşünüyor ve ülkesiyle gurur duyuyor. 
Komagene Kralı 1. Antiakos’un tanrı Herakles  ile el sıkışma heykeli görülmeye değer. Bu taş heykelin arkasında yazılanlara bakılırsa, kral Antiakos, yönettiği topraklar üzerinde barış istiyor

Yunanlı ve Persli tanrıların barışması!
Komagene” sözü de zaten “genlerin, soyların birlikte olması” anlamına geliyormuş. Yani Komagene Kralı, “Biz hem Pers hem Makedon soyunu temsil ediyoruz, kardeşiz. Siz aslında bize bağlısınız” diyor. Yazı, kutsal sayılan ülke topraklarında uyulması gereken kuralları anlatan  bir “Anayasa” gibi…
Ve tanrı ile el sıkışan, yani kendini tanrı ile arkadaş, eşit güçte sayan bir kral!

Müzedeki mozaikler (doğal, renkli taş) bu antik kentteki yaşamı, çevredeki canlıları, masal ya da inanış diyebileceğimiz durumları resmediyor. Kralın zengin sofrasından, Venüs’ün doğumuna… İnsanların yan yana oturup tuvalet yaptıkları, altından su akan delikli taşlar dahil, medeniyete ait pek çok şeyi görmek mümkün.

ADINI ÇİNGENE KIZ KOYMUŞUZ!

Müzenin en çok ilgi gören ve özel bir karanlık odada gösterilen mozaik, adına “Çingene Kızı” denilen mozaik. Menad Evi denen yerde bulunan mozaiğin büyük bölümü 1960’lı yıllarda Amerika’ya kaçırılmış. 1965’de Peter Marks adlı bir tacirden 35 bin dolara satın alınmış, o zamandan bu yana da Ohio’da bir üniversitede sergileniyormuş. 1998’deki kazı sırasında, devrilen bir sütunun altında tesadüfen bu parça bulunur. Sadece başının bir bölümü. Asıl büyük kısımların Türkiye’ye iadesi için diplomasi devreye girer, kağıtlar imzalanır. Ama henüz bir sonuç yok. Umarız, en azından eksik mozaikler tamamlanır.

 Aslında bu mozaiğin kime ait olduğu bilinmiyor. “Çingene” sadece bir yakıştırma. Yani olayın çingene ile falan alakası yok. M.Ö 300’lere ait mozaiği Büyük İskender’e benzetenler olduğu gibi,  kralın şenliklerinde yer alan “menad”lardan birisi (şarkıcı gibi bir şey) olabileceği de tahmin ediliyor. Mozaiğin en önemli özelliği, Mona Liza tablosunda olduğu gibi, siz hangi açıdan bakarsanız bakın, bir gözü ile size bakıyor sanmanız…


BOŞUNA ‘GAZİANTEP’ OLMAMIŞ!

Türkiye’nin 1,7 milyon ile en kalabalık 5. vilayeti olan Gaziantep’in tarihi oldukça eski. M.Ö 10.000’lere uzanan periyodda Hitit, Asur, Pers, Roma, Arap devletlerine geçmiş…
Bilinen ilk adı Hititler’de Hantap (hanın arazisi, verimli arazi), ardından Ayıntap (Araplarda; temiz, bol sulu pınar) olmuş. Kurtuluştan sonra ise önce Antep olmuş, ardından Gaziantep olarak TBMM kararıyla değiştirilmiş.
Gaziantep’in Fransız işgalinden kurtuluşu sahiden heyecan verici.
Daha TBMM kurulmadan, Ankara’dan asker falan beklemeden, eli silah tutan herkes silahlı direnişe katılmış. İşgalcilerin sıkıyönetim ilan edip, “Herkes evindeki ekmek bıçağı dahil bütün silahları teslim edecek” ilanından sonra işin rengi değişmiş, Antepliler değil silah vermek, ellerine geçen herşeyi silaha çevirmeye başlamış.
Bağımsızlığın öncülerinden Şahin Bey ve Şehit Kamil, bugün iki merkez ilçenin adı olmuş. Şahinbey Milli Mücadele Müzesi’ni gezerken, kurtuluş savaşının hangi koşullarda ve nasıl bir yurtseverlikle verildiğini iliklerinize
kadar hissediyorsunuz.
Müzenin en heyecan verici bölümü “Mağara”.
Kireç kalker taşından oluşan zemin anlaşılan yeraltında geniş mağaraların açılmasına uygun fırsat yaratmış. Taş ocakları bir süre sonra mağaraya dönüşmüş. Burası yapay değil, sahiden bağımsızlık sırasında düşmandan gizlenmek için kullanılan yeraltındaki büyük mağaralar. Yeraltı tünelleri,  gizli geçitler…

İnsanlar türlü imkansızlıklar içinde burada hastaları tedavi etmiş, kurşun eritmiş, tüfek tamir etmiş, yemek pişirmiş, cenazesini yıkamış, namazını kılmış, gizlenmiş… Anteplilerin direnişi mumya heykel ve yerel giysilerle gayet güzel canlandırılmış.
Ancak müzenin son bölümünde 15 Temmuz darbe girişimine ayrılması bence iyi olmamış. Darbe girişimi başka bir mekanda değerlendirilebilirdi.
ANTEP KALESİ…
Gaziantep Kalesinin diğer kalelerden farkı, üzerinin hayli geniş ve düz olması galiba. Kalede uzay çatı altında bazı
bölümlerde kazı yapılıyor. Kafeterya vs. kuruluyor. Kalede çok sayıda burç var. Ancak yukarıda restorasyon çalışması olduğu için burçlara yaklaşılmıyor.
Kalenin giriş bölümünde ulusal kurtuluş savaşının kahramanlarına ait anıtlar var. Şahinbey, Şehitkamil, Karayılan… İşgalcilerin Dokurcum Değirmeninde topluca katlettikleri 14 çocuk…

TİCARET

Gaziantep’in yöre ekonomisinde çok etkili olduğu aşikar. Zira, örneğin Antepfıstığını hepimiz sadece Gaziantep’te yetişiyor sanırız. Halbuki fıstığın en çok üretildiği yer Şanlıurfa.  Besni üzümü de meğer burada değil Adıyaman’da üretiliyormuş. Çarşıda Zeytin Han’ı görünce yol boyunca gördüğümüz zeytin ağaçlarını hatırladım. Bölgenin zeytini Bursa’ya göre daha küçük ama hayli ilgi görüyor.
Kale civarında bizim Kapalıçarşı’yı andıran bedestenler, Kozahan’ı andıran mekanlar var. Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Şire Hanı, Bakırcılar Çarşısı, Hışvahanı, Hamam Müzesi, Beyaz han, Kürkçühan, Almacı Pazarı…
Bakır ve gümüş işçiliği… Ama gıda, kurumuş meyve sebzeler baş köşede… salçalar, biberler… Burada yemek kültürü hayli ileri. Acıyı seven bir halk. Sırf yemek yemek için insanların uzak
şehirlerden kalkıp geldiği bir şehirden söz ediyoruz.

FIRAT IRMAĞI KIYISINDA KELAYNAKLAR..  

Ramazan’a rağmen merkezde pek çok yeme içme yeri açık. Pek çok yöresel yemek var birbirinden lezzetli. Ancak bu yemeklerin Bursa dahil diğer büyük illerde de ilgi görmesi, yöresel lokantalar açılması bazen “Aaa bizdeki beyran çorbası bundan güzeldi” durumları
yaratabiliyor. Sonuçta iş, lezzet, her bir aşçının ustalığında gizli.  
Çarşı pazar dolaşmasından sonra otobüsümüz Halfeti’yi su altında bırakan Birecik Barajı’na yöneldi. Bölgenin ilginç bir iklimi var. Mesela buralara pek kar yağmazmış. Hava sıcak olsa da nemi fazla değil.
Yolumuzun üzerindeki Nizip 150 bin nüfuslu büyük bir ilçe. Bölgede en çok zeytin burada yetişiyormuş.  Sağda
solda zeytincilikle ilgili birşeyler görüyorsunuz. Zeytin ağaçları, zeytinyağı, sabunu vs.  
Ama göz alabildiğine uzanan fıstık bahçeleri, bu bölgede çiftçinin bu ağaca önem verdiğini gösteriyor. Hem fıstık bahçeleri daha bakımlı görünüyor, hem de yeni geniş alanlarda fıstık fidanları görüyorsunuz. İnsan kocaman ovanın fıstık ağacıyla dolu olduğunu görünce, fıstık fiyatlarının neden bu kadar yüksek olduğunu merak ediyor.

Çok çabuk ünlü olan şarkıcı Mirkelam da meğer Birecikli imiş ve buradaki en büyük fıstık bahçeleri ona aitmiş.
Birecik Barajı’nın 40 kilometre ötesi Suriye sınırıymış. Artık Şanlıurfa topraklarındayız. Birecik’e gelip de Milli Parklar’a bağlı Kelaynak Bakımve Tedavi Merkezi’ni görmeden olmazdı.
Kelaynak çok ilginç bir kuş. Ben ilk defa orada gördüm. Çoşkun Fırat nehrinin kenarında kalker, kireçtaşına benzeyen kayalıklar var. Bu kuşlar oraları mekan ediyormuş. Malum sebeplerle nesli tükenmekle yüz yüze kalıp, sayıları 14’e inince devlet bu işe el oymuş ve bu merkezi açmış.

Turna ve leylekler gibi göçmen bir kuşmuş. Burada tedavi edilip bacaklarına çip takılan kuşların Mısır’da avlandığını öğrenince kuşları kafese kapatmışlar. Bu sayede de sayıları artmış.
Merkezde müze bölümü var. Müzede sadece kelaynak değil, bölgedeki ormanlarda yaşayan çizgili sırtlan gibi çeşitli hayvanlar hakkında bilgi ve doldurma heykeller var. Hani türküde “Urfa dağlarında  gezer bir ceylan” diyor ya… Dağ deyince orman, ağaç  falan gelmesin aklınıza… Urfa dağları çıplak, kayalık.  Kaçak avlanmalar yüzünde de pek çok hayvanın nesli tükenmiş galiba.

BATIK HALFETİ ÜZERİNDE TEKNE TURU…
Kelaynak Bakım ve Tedavi Merkezi, Fırat ırmağının kıyısında. Böyle durgun, engin göründüğüne bakmayın, türkülere, ağıtlara konu olan büyük acıların da kaynağı olmuş. Buraya köprü yapılması apayrı bir hikaye…
Fıratın kıyısında fotoğraf çektikten sonra yola koyuluyoruz.  Şimdi içinden geçtiğimiz yerin adı Halfeti. “Yeni Halfeti” demek daha doğru. Zira barajın suyla dolmasından sonra asıl Halfeti su altında kalmış. Yeni Halfeti hızla kurulmuş. Binalar pek eski görünmüyor.

Güneş batmaya hazırlanıyor. Amacımız hava kararmadan tekne ile batık Halfeti’nin üstünde tur atmak…  
İlkbaharın yeşilliğine rağmen kıraçlık sırıtan çıplak tepelerin arasından indiğimiz Birecik Barajı kıyısına indik. Eski Halfeti’de suya bakmaktan kurtulan küçük bir mahalleden sonra baraj gölünün kıyısında “Halfeti Marina”ile karşılaşmak sürpriz oldu.
Kenarda dizilen teknelere bakınca bir anda kendinizi Akdeniz’deki bir sahil kasabasında sanabilirsiniz.
Tekneyle dolaşırken, neredeyse bütün kıyılarda, yamaçlarda irili ufaklı mağaralar görebiliyorsunuz. Bu mağara buralara has, kolay çıkarılan, işlenen taşların çıkarması ile oluşmuş yapılar.

Halfeti aslında tarihi bir mekanmış ve bu açıdan su altında kalması tepki çekmiş. Gezerken, suyun kenarlarında kale duvarlarını, kanalları andıran çok farklı oluşumlarla karşılaşıyorsunuz. Açıkçası insan buranın çok önemli uygarlıklara ev sahipliği yaptığını hissediyor. Bu nedenle de baraj için başka formül bulunamaz mıydı diyor, ama olan olmuş. 
Halfeti’nin nüfusu 40 bin civarında görünüyor. Baraj kenarında sadece bir mahallenin yaşadığı Halfeti’de şimdi turizme dönük çabalar, otel, tekne turu, pansiyon vs. çabaları görülüyor.

Tekne ile ulaştığımız Savaşan Köyü de diğer köyler gibi su altında kalmış.  Halfetinin sular altında kalması ile ilgili en çok ilgi gören bir fotoğraf var… Camisi su altında kalmış bir minare… İşte o köyün adı Savaşan köyü. Ermenilerin kurduğu bir köymüş. Coğrafyadaki kaya yapısı özellikleri nedeniyle burada evlerin çok ilginç bir mimarisi var. Hepsi 1-2 katlı, Yunanistan ve Bodrum civarındaki beyaz boyalı binaları andırıyor. Duvarlar kare şeklinde kesilmiş taşlarla yapılmış. Ara kat bağlantıları ise ağaç.
Savaşan köyü boşaltılmış. Ancak köylülerin gelip burada suya batmamış evleri butik otele dönüştürme gibi planları var. Traktörle malzeme getirip yarısı uçan evinin önüne yeme içme yeri yapmaya çalışan bir köylü ile karşılaştık.
Batık camiin yanında 4 karısı, 28 çocuğu olduğunu söyleyen Yusuf amcanın işyerinden çay ve ayran içtik.

Biz barajda tekne turuna devam ederken güneş battı, hava karardı. Barajın suyu ile gökyüzünün mavilikleri arasında kıyıdan ışıklar kendini belli etmeye başladı. Artık eski Halfeti’nin kalesi gibi duran Şitamrat Oteli’ne (Şitamrat Halfeti’nin eski ismiymiş) çekilmenin zamanı…
Geceyi muhteşem göl manzaralı bu otelde geçireceğiz…

(Devam edecek… )



2 yorum:

  1. Rüya gibi bir batık köy, yemyeşil- masmavi bir marina Halfeti. Buram buram tarih kokan yerler gezdik.Okumak da ayrı bir keyif oldu.
    Ellerine sağlık Dursun Eroğlu.

    YanıtlaSil
  2. Dursun Bey elinize sağlık. Harika olmuş. Devamını dört gözle bekliyorum

    YanıtlaSil