Türkiye’de siyasetin kalbinin İstanbul seçimlerinde attığı 23
Haziran 2019 Pazar günü Bursa İnegöl
ve Keles ile Kütahya Domaniç arasındaki bölgede Boğazova Yaylası’ndan başlayıp,
Allıkayalar dağı, zirvesi ve çevresindeki ormanlarda, yaylalarda yürüdük.
Allıkayalar dağı, zirvesi ve çevresindeki ormanlarda, yaylalarda yürüdük.
20-30 sene öncesine kadar çok sayıda köyün
yaylaya çıktığı, on binlerce hayvanın otladığı bu ıssız topraklarda mavi ile
yeşilin tonları insanı büyülüyor.
Nemli yaz sıcakları ile boğuştuğumuz Bursa’dan
çıkıp, yer yer karla kaplı, serin
rüzgarlı tepelerde yürümek…
Bir yandan tertemiz hava, masmavi mavi gökyüzünün,
adını bile bilmediğimiz çiçeklerin, otların keyfini çıkarırken….
BELEDİYELER YAYLAYI NE ZAMAN GÖRECEK!
Neden on binlerce hayvanın yılın yarısında tek
kuruş ot, yem parası vermeden, üstelik de tamamen doğal olarak beslenebileceği bu
yaylalar, otlaklar bomboş…
Artık yaylaların adı bile unutulmuş.
Bir yerin yayla olduğunu, çevresini ağ gibi ören
patikalardan, yıkılmış duvar taşlarından, pınarlardan anlıyorsunuz…
Büyükşehirlerde belediye seçimlerini
kazanmak için birbirini boğazlayan siyasiler, bu dağları, bu ormanları, bu yaylaları, meraları ne zaman görecekler… Ne zaman buralar ıslah edilecek? Bizler ne zaman ucuza ve doğal beslenmiş et, süt, yoğurt yiyeceğiz?
kazanmak için birbirini boğazlayan siyasiler, bu dağları, bu ormanları, bu yaylaları, meraları ne zaman görecekler… Ne zaman buralar ıslah edilecek? Bizler ne zaman ucuza ve doğal beslenmiş et, süt, yoğurt yiyeceğiz?
“Büyükşehir”, “Bütünşehir” yasaları ile dağda taşta, dirhem rant elde
edilecek yerlere bodoslama saldırma hakkı elde eden belediye yönetimleri, bu
yaylaları, meraları ne zaman tarımsal üretimin, hayvancılığın hizmetine sokmak
için bir adım atacak?
…Diye soruyorsunuz!
Koza Dağcılık rehberliğinde yürüyüşümüzde, minibüslerle İnegöl’den sonra İsaören üzerinden Çayyaka’ya vardık.
Resmi adı “Çayyaka
Mahallesi”.
Buranın “Şehirli”
olmayı ifade eden “mahalle”
statüsünde olduğunu düşündüren ne var diye bakarken, köyün orta yerinde, kapatılan
derenin üzerinde bir çay bahçesi ve Atatürk büstü fark ettim. Büstün yanındaki kocaman bir çınar ağacına
ise ilginç bir estetik müdahale var… Ağacın ortasındaki koğuk, bir perde ile
kapatılıp üzeri boyanmış.
İlginçtir bu “mahalle”lerin
hiç birisinde, belediyenin tarım ve hayvancılığa ilişkin bir etkinliğini
göremiyorsunuz…
Belediyelerin bu alanda kitabında yazan tek
sözcük “yasak”…
Sonuçta Çayyaka
da sürekli nüfus kaybediyor. Son on senede nüfus 670’de 500’e gerilemiş.
Burada kısa bir mola verip, kahvehanede sabah
çayı içtikten sonra minibüslerle “Boğazova
Yaylası”na gittik ve yürümeye orada başladık.
Boğazova, İnegöl Belediyesi’nin “turizm
bölgesi” yapmayı hayal ettiği yerlerden birisi. Burası yakın zamana kadar, adı üzerinde “yayla”
imiş. Ama şu anda tam bir kaçak
yapı cenneti görünümünde. Oldukça lüks bir villanın yanı başında tek katlı
mütevazı bir konut ya da tek odalı
prefabrik yapı görebiliyorsunuz.
Çevresi ormanla çevrili, ortasından dere akan bir
yer. Dere boyunca alabalık üretilen tesislerin yanı sıra, hayli et mangal, “köy kahvaltısı” türünde yer var.
Yürümeye
başladığımız Boğazova Yaylası 1.140
metre rakımlı. İnegöl’ün bunaltıcı
havasından kaçmak isteyenler için hayli ideal bir ortam sunuyor.
Boğazova’dan hemen sonra sağı solu kayın ağaçlarıyla
kaplı orman yolunda, yokuşa doğru çıkmaya başladık.
Geçtiğimiz hafta şehirlerin altyapısını çökerten
şiddetli yağışlar, burada orman yollarında dereleri taşırmış, menfezler tahrip
olmuş. Sel toprağı sökmüş, menfez betonu açığa çıkmış, yer yer o da kırılmış.
Tabi yol bozulunca yürümek de zorlaşıyor.
YAYLALAR… YAYLALAR… YAYLALAR…
7-8 kilometre sonra, dağın yukarılarına çıkıyor,
geniş otlaklarla karşılaşıyorsunuz.
Yani yaylalar başlıyor…
Ve ormanların sona erdiği 1800 metre yükseklikten
itibaren karşınıza yer yer karla kaplı, yemyeşil kır çıkıyor…
Düşünün İnegöl’e
bağlı Dipsizgöl, Karakadı, Kestanealan,
Soğukdere, Eskiköy, İclaliye, Lütfiye, Çayyaka; Keles’e
bağlı Gelemiç, Kocaovacık,
Düvenli, Hamidiye, Sorgun; Kütahya Domaniç’e bağlı Sarıot, Ortaca…
Düvenli, Hamidiye, Sorgun; Kütahya Domaniç’e bağlı Sarıot, Ortaca…
ALLIKAYALAR ZİRVE…
Bu köylerin hepsinin yazları yayla olarak
kullandıkları çok geniş bir alandan söz ediyorum…
Tabi çevrenin ne kadar geniş olduğunu, her
tarafın irili ufaklı tepeler, yaylalar olduğunu, Allıkayalar’ın 2036 metre
yüksekliğindeki zirvesine çıktığınızda görüyorsunuz…
Havanın güneşli, açık olması büyük şans…
Zirvede sağa sola bakarken, çocukluğumun geçtiği
Tokat yaylalarını hatırlıyorum…
Demek ki, yaylalar da birbirine benziyor…
Yemyeşil ormanların bittiği yerden itibaren
yerini yemyeşil çayır çimen, kır alıyor..
Koyunların serinlemek için çevresinde toplandığı
kayalar…
Kırtıl, geven, yayla çiçeği, kekik…
‘SON ÇOBAN BENİM, ARKASI YOK…’
Allıkayalar’da zeminin çoğu yerde ardıç çalılarıyla kaplı
olduğunu görüyorum.
Bu ilk kez gördüğüm bir şey.
Zirvede 80-100 baş civarında bir keçi-koyun
sürüsü var.
Çobanla
sohbet ediyoruz, anlatıyor:
“20-30 sene evvel sadece şu
bölgede (zirveden görülebilen alanın çeyreği gibi) 20 sürü olurdu. Uzaktaki yaylalar hariç… Şimdi
hepsi hepsi 3-4 aile kaldı. Ben 60 yaşındayım. Köylerde genç kalmadı. Benden
sonrası yok. Son çoban ben olacağım. Herkes şehire koşuyor. Adam asgari ücretle
amelelik yapmayı, çoban olmaya tercih ediyor. Bizde sigorta yok...”
GÖÇ NEDEN Mİ SONUÇ MU?
Bütün köylerde hikâye aynı… Köyler yaşlı ve
emeklilere kalmış.
Kimine göre tarımdaki çöküş göçe neden oluyor.
Kimine göre ise tarımdaki çöküşün nedeni bu göçler…
Ancak Dipsizgöl
köyü için biraz farklı bir şey söyleniyor.
Bu köye gitmedik. Sürü oradanmış.
Öğrenebildiğim kadarıyla, Dipsizgöl köyü, diğer köyler kadar göç vermiyor. Köyden pek çok insanın İnegöl’de
mobilya sektöründe çalıştığı söylense de köyün nüfusu son 5 yılda 760’dan 780’e çıkmış. Nüfusunu az da olsa artıran köye rastlamak çok zor. Köyde iki bakkal, üç kahvehane, bir kooperatif varmış.
mobilya sektöründe çalıştığı söylense de köyün nüfusu son 5 yılda 760’dan 780’e çıkmış. Nüfusunu az da olsa artıran köye rastlamak çok zor. Köyde iki bakkal, üç kahvehane, bir kooperatif varmış.
1856’da, Bulgaristan’ın
Tırnova kentinden göç eden 44
ailenin kurduğu bu köyde senede 410 ton kiraz, 2 bin
ton da şeftali üretilmekteymiş.
Allıkayalar’da öğle molası verip karnımızı doyurduktan
sonra, uzun bir iniş başladı…
Erikli Yayla (1455 metre), Başalan Yaylası (1260 metre)…
Otlaklar, orman içi yollar…
Yolumuzun üzerinde iki yaylacıya rastladık.
Sürü köpekleri, kangallar, uzaktan gelişimizi
sahiplerine bildirirken,
beklediğimizden uysal çıktı, sadece “yaklaşmayın” anlamında uyarmakla yetindi, gruba saldırmadılar…
beklediğimizden uysal çıktı, sadece “yaklaşmayın” anlamında uyarmakla yetindi, gruba saldırmadılar…
Yol boyunca çok sayıda pınar gördük.
Ancak pınarların hepsine boru ile müdahale
edilmiş.
Yukarıdaki yaylada çeşmenin suyu çobanın kulübesine
bağlanmış boruyla….
Aşağıdaki ormanda ise su kaynakları, orman
yollarına döşenmiş geniş borularla aşağıdaki yerleşim bölgelerine taşınıyor.
Yol boyunca gürgen (kayın), özellikle de çam
ağaçları ormancıların deyimiyle hayli “vasıflı”.
Yürüyüşümüz,
aşağıda derelerin birleştiği yer olan Çatak’ta
sona erdi.
Çatak, çay
kenarlarında insanların hafta sonu piknik yaptığı mekan haline gelmiş.
Belediyelerin
her hangi bir düzenlemesi görünmüyor.
Çatak’taki
minibüslerimize 19-20 kilometre yol tepmenin yorgunluğu ile binip, evin yolunu
tutuyoruz…
Dönüşte yine
Çayyaka’dan geçiyor yolumuz. Köyden süt alma hayalimiz suya düşüyor.
Fiyatlar, Bursa şehir merkezinde neyse, o… Kirazı
bize 8 liradan satan vatandaş, “Üretici
toptan 3 liraya ancak veriyor” sözünü duyunca küplere biniyor, “Varsa
getirin ben 4 liradan hepsini alacağım” diye bağırıyor…
Yürümeye, dağları, yaylaları, köyleri, ormanları, insanları velhasıl memleketi tanımaya devam…