5 Haziran 2019 Çarşamba

KOZA İLE GAP GEZSİ: 7 (SON) Nemrut'da Kommagene uygarlığı...



Nemrut’ta gündoğumu mucizesi…


Hava aydınlanınca Kommagene uygarlığına tanık oluyorsunuz! 

Nemrut Dağı’nın zirvesine, sırf güneşin doğuşunu görmek için bu ikinci çıkışımdı. Güneşin yüksek bir yerden değil de, daha alçak tepelerin üzerinden doğuşunu izlemek sahiden değişik bir duygu. O saatlerde mışıl mışıl uyumaya kurgulanmış, hiç güneşin doğuşunu merak etmemiş nesiller için hepten mucize!
Siz 2 bin 135 metredesiniz ve güneş sanki aşağıdan doğuyor. Üzerinde durduğunuz tümülüs (burada, kesme taş yığını, yapay tepe) yanınızdaki taş heykeller, güneşin ışığından önce, ufuktaki kızıllıkla aydınlanıyor. Dakikalar içinde karanlıktan gündüz gözüne geçişi izliyorsunuz…

Bu mucizeye tanık olabilmek için Adıyaman’da kaldığımız otelden saat 02.30’da kalkıp otobüsümüze bindik. Otobüsle önce Kahta’ya, Milli Park girişinde aktarma istasyonu diyebileceğim bir yere vardık.. Burada bilet alıyorsunuz. Müzeye girer gibi. Ve iki ayrı etapta minibüslerle, zirveye yakın bir yere gidiyorsunuz. Araçla gidilen son noktadan itibaren büyük bölümü merdiven olan yolu yürüyerek zirveye tırmanıyorsunuz.

KOMAGENE KRALININ İHTİŞAMI


Güneşin doğuşunu izledikten sonra, kendinizi tepenin tamamını kaplayan bir tümülüsün üzerinde, adeta açık hava müzesinde buluyorsunuz. Tümülüste 3 “teras” var. En büyüğü, kuzeydoğu yönünde olan 45x50 metre ebatlarındaki Doğu Terası. Gündoğumunu izlediğimiz yer. Burada sırasıyla, aslan, kartal, Kommagene Kralı Antiochos, “Bereketli Anavatanım” yazan ve Kommagene’yi temsil eden bir kadın, tanrı Zeus, oğulları Apollon ve Herakles, yine kartal ve aslan heykelleri dizili.
Heykeller, yüksekliği 8-9 metre olan gövdelerinden indirilmiş, yerde. Boyları 2-3 metre. Arkasında, o heykellerin oturur vaziyette üzerinde durduğu, makam koltuğunu andıran gövdeler dizilmiş…
Ortada Kommagene Kralı, sağında ülkesini temsil eden kadın, sol yanında tanrılar ve koruma olarak kartal ve aslanlar…

Yer, Kommagene topraklarının en yüksek noktası…
Heykeller o kadar gösterişli ki, kocaman tümülüs bu heykellerin yapılması sırasındaki ortaya çıkan taş kırıkları ve mıcırların üst üste yığılmasıyla oluşmuş!  Aslında bu kesme taş yığını gibi duran tümülüsün altında kocaman nekropol (mezar odası) varmış. Bir ara bu mezarlık Amerikalı arkeologlarca açılmaya çalışılmış, ancak tepe çöker kaygısı ile vazgeçilmiş.
Burada fotoğraflar çektikten sonra “Batı Terası”na yürüyoruz. Burası güneşin batışını izlemek için ziyaret edilen mekân. Doğu terasına göre 10 metre daha aşağıda. Daha küçük. Genişletmek için beton duvar çekilmiş.

GÖKBİLİM Mİ, İNANIŞ MI?

Heykeller burada da aynı kişilere ait; yine oturur pozisyonunda, ama daha küçük boyutlarda. Burada basamaklı sunak yok. Batı terasında “Aslan Horoskopu” da ilginç. Aslanın boynunda bir hilal, vücudunda 19 yıldız. Sırtındaki yıldızların üzerine Mars, Merkür ve Jüpiter yazısı. Aslan kabartmasının üzerinde kral Antiochos’un tahta çıkış tarihi olan 7 Temmuz 62 yazısı… Astologlar için bir hazine değerinde bilgiler olmalı. Antiochos Aslan burcundanmış!

Bir de “Atalar dizisi” steller var. Burada Makedon atalara yer verilmiş
Bu stelleri (kabartma resim ve yazılar), Kommagene kralının, kendini bütün tanrılara ve kavimlere en yakın ve “Hem Pers, hem Makedon ırkların temsilcisi” olarak görme yaklaşımının bir kanıtı olarak değerlendiriyorum.
Anlaşıldı, Nemrut Dağı’nın zirvesi, 2 bin yıl önceki Kommagene devletinin en önemli tarihi mekânı.

KİM BU NEMRUT?


Peki bu Nemrut kim?
Bu konuda tarihçilerden bir açıklama beklerim doğrusu. Nemrut adı İslam kaynaklarında “Hz. İbrahim’i ateşe attıran zalim hükümdar” olarak geçiyor. İyi güzel de, tek tanrılı dinlerin öncülü olarak bilinen Hz. İbrahim M.Ö 2000’lerde yaşadıysa, ondan iki bin sene sonra yaşayan Antiochos bunu nasıl yapabilir?
Velhasıl, net olarak bildiğimiz o ki, dağın adın “Nemrut”.
Tarihsel, arkeolojik verilerin hepsi burada “Kommagene Krallığı”na ulaşıyor. Yani bu dağda Nemrut diye devlet ya da bir kral yok; Kommagene devleti ve kralı var!

Zaten devasa kayalardan oluşan o heykeller, o tümülüs vs. hepsi Kommagene Kralı Antiochus’un eseri.
Yani “nemrut” bir isim değil, “gaddar, acımasız” anlamında bir sıfatmış.

KOMMAGENE KÜRTLERİN ATASI MI?

Peki bu M.Ö 100 yıllarına uzanan Kommagene Kralı, bu devlet… Bunlar bugün yaşayan hangi ulusun atalarıydı? Buna tam bir açıklama yok. Ancak veriler Kommagene’nin Med’ler gibi Kürt tarihinin bir parçası olduğuna işaret ediyor.

“Dünya Harikaları”ndan biri sayılan Nemrut  Dağı’nın zirvesi sahiden soğuk. Bazı noktalarda kar kütlesi var. İyi ki üzerime polar, yağmurluk giymişim. Battaniyeyi, hatta yorganı sırtlanıp gelenleri bile gördük. Soğuktan elleri uyuşup cep telefonuyla fotoğraf çekmekte zorlananlar oldu. Tabi bu sabah orada sadece bizim kırk kişilik grup yok, başka gruplar da görüyoruz.
Soğuktan da çok ziyaretçileri yükseklik ve taşlı yolda tırmanma da etkilemiş olabilir. Yukarı çıkarken birkaç çiftin kendi arasında sinir harbiyle söylenerek
yarı yoldan dönüp aşağı indiğine tanık olduk. Tabi en tatsız tanıklık, merdivenlerin sağında solunda öğürerek kusmalardı. Yükseklik korkusu/etkisi mi, yenen içilenlerden mi kaynaklanıyordu, anlamadım.
Alacakaranlıkta çıktığımız merdivenlerden, güllük güneşlik bir havada, ileride baraj göllerini ve uzak tepeleri izleyerek iniyoruz.

ARSAMEİA ÖRENYERİ...

Kral tanrı ile tokalaşıyor.. Kendini tanrı ile eşit,
hatta ondan daha güçlü gösteriyor. 
Nemrut Dağı Milli Parkı’na yakın bir yerdeki Arsameia Ören Yeri, bölge ve Kommagene devletinin yönetim merkezini anlamak bakımından çok önemli bir yer. Burası Nemrut Dağı’nın tepesinde heykeli olan Kral 1. Antiochos ’un (M.Ö. 62-32) atalarından Arsames tarafından M.Ö. 3. yüzyılda kurulan yönetim merkezi. Kral burayı yaz aylarında kullanırmış. Işık tanrısı Apollon-Mithras kabartması ve Kral Antiochos’un güç tanrısı Herakles ile tokalaşma heykeli var. Depo olarak kullanılan dehlizler var. Basamaklı kaya dehlizinin girişinde “Anadolu’daki en büyük Grekçe yazıt” dikkat çekiyor. Üst kısımlarda saray kalıntısı. Antiochos’un babası Mithridates’in mezarı da buradaymış.
Ne var ne yok diye tünellerde 76 metre kazı yapılmış, bir şey bulunamayınca vazgeçilmiş.
Tünelin girişindeki yazılara dikkat.. Grekçe en uzun yazıtmış.


CENDERE KÖPRÜSÜ

Büyük bölümü toprak altındaki ören yerinden sonra Sincik-Damlacık yolundan Cendere Köprüsü’nü görmeye gidiyoruz. Cendere Çayı’nın (Kahta Çayı da deniyormuş) üzerinde hayli uzun bir köprü var.  Köprü Kahta ile Sincik’i birbirine bağlıyor. Ancak biz biraz batıdaki 3 sütunlu köprüde yürüyoruz.
Cendere Köprüsü 120 metre uzunluk, 7 metre genişlik, 30 metre yükseklikte bir taş köprü.

Her birisi10 ton olan 92 kayadan yapılmış… Adıyaman’a 55 km.
Romalıların yaptığı en geniş 2. kemerli köprü.
Köprünün acıklı bir hikayesi varmış. Köprüyü Kral Septimius Severus (193-211), karısı ve oğulları adına yaptırmış. Her birisi için de dört köşeye birer sütun diktirmiş.
Kahta tarafındaki sütunlar kendisi ve eşi, Sincik tarafındaki sütunlar da oğullarına adanmış. Ancak kral ölünce aile birbirine girmiş ve kardeşi Geta’yı öldüren Caracalla, kardeşinin
sütununu da yıktırmış. Böylece 3 sütun kalmış.
Köprü 1997’de bakımdan geçmiş. Aslında yakın zamana kadar 5 ton ağırlığa kadar taşıtlar üzerinden geçiyormuş, ancak yeni köprü yapılınca trafiğe kapatılmış.

KARAKUŞ ANIT MEZARI…

Kahta-Sincik yolu yakınlarındaki Karakuş anıtı Nemrut Dağı Milli Parkı girişi civarında hakim bir tepede.
Birbirinin üstüne toprak dolgularla yerleştirilen ve aralarına bağlantı için kurşun dökülen kulenin tepesindeki taş heykelin kartal olduğu bariz. Halk arasında “Karakuş” denmiş, adı öylece kalmış. Kartalın gagası zamanla aşınmış, kırılmış, ama yandan bakınca kartal olduğu aşikâr.
Burası sadece bir kartal heykelinden ibaret değil. Görkemli bir anıt mezar. Kommagene için kutsal bir alan.

KOMMAGENE MEDENİYETİ..

Kral Antiochos’un yerine geçen Mithradates, bu antik mezarı annesi İsias için yaptırır. “İsias” onun gözünde dünyanın en güzel kadınıdır. Kız kardeşi Leodike’yi de buraya gömerler. Burada 4 Kommagene kraliçesi yatar. Çevresine de 5 sütun yapılır. Bunlardan 4’ü ayakta.

Sütunlardan birisinin tepesindeki “Kartal”, gücü ve göklere hakimiyeti (bu biraz da göksel/ilahi güç çağrıştırıyor olmalı); “Boğa” ve “Aslan  yerdeki gücü temsil eder. Ancak Mezopotamya ve tarımdaki etkinlik dikkate alınınca bu sütunun tepesindeki “Boğa”mıdır, yoksa tarlada çifte koşulan “öküz”müdür, benim kafam karıştı.
Batıdaki sütunun üzerinde ise kralın tanrılar katında gösterilmesini hedefleyen “Tokalaşma” figürü… Mithradates, güneş tanrısı Apollo ile tokalaşıyor! M.Ö.38-36’da inşaa edilmiş.
Mithradates de öncülü Antiochos gibi kendisini krallarla aynı kefeye koyuyor, hatta yerine göre onlardan da daha güçlü gösteriyor.
Burası da yapay tepe havasında. Ancak Nemrut’taki gibi çevresindeki taşlar, heykellerin yontulması ile elde edilen kesme taşlar değil. Kahta Çayı’ndan getirildiği anlaşılan, bildiğin yuvarlak dere, çay kenarı taşı.

Buradaki Mezar Odası Roma Kralı Semtimus’un askerleri tarafından, bin 800 sene önce açılmış, içindeki altınlar ve değerli eşyaları alınarak talan edilmiş. 1968’de de Amerikalı arkeolog Theresa Goel burayı açmak istemiş, ancak Kaymakam bey, engellemiş.

Koza Dağcılık kulübü bünyesindeki bir haftalık GAP gezimiz burada sona eriyor.  Uzun senelerdir ilk defa, güne güneşle başladığımız için kahvaltı saatine kadar hayli  yer gezdik, Kürtlerin ataları olduğu sonucuna
vardığım koskoca Kommagene Krallığı hakkında bilgiler edindik.
Şimdi Adıyaman’da kaldığımız White Star otele gideceğiz. Sabah kahvaltısını biraz geç yapmış olacağız, ama değdi.  Artık istikamet Bursa.
Adıyaman’a gece karanlığında gelmiştik. Dönüşte gündüz gözüyle gördüğümüz kent, dışarıdan şeriatçı grup ve tarikatlarıyla anılıyor. Nüfusu 250 bin civarında. Yakın zamana kadar en önemli tütün üretim merkezlerinden birisiymiş. Tabi kotalar işi bitirmiş. Kenti dolaşma fırsatımız yok.
Rehberimiz, Adıyaman kent merkezinin 7-8 kilometre uzunluğunda bir cadde etrafında oluştuğunu, buradan ayrıldıkça “kenar mahalleye gidiyor izlenimi” edineceğimizi söylüyor.
Artık Şanlıurfa yoluna, oradan yine Adana Pozantı paralı yol ve geldiğimiz gibi geri evlere…
SON SÖZ YERİNE…
Kaidesinden yere indirilmiş bir aslan.


GAP gezisine ilk kez görevli muhabir olarak bir grup işadamı ile katılmıştım. Yerel yöneticiler barajları gezdirmişti, haklı olarak övünüyorlardı. Ancak yaklaşık 20 sene önce halk arasında, “Bize ne, elektrik batıya gidiyor” görüşü ile yakınmalar yaygındı ve başta Harran olmak üzere geniş tarım arazilerinin sulanması talep ediliyordu.
Yıllar sonra sulama sisteminin hiç değilse belirli merkezlerde devreye girmesiyle tarım alanlarının daha bir canlandığına tanıklık ettik. Kuşkusuz tarımda her yerde yaşanan sorunlar burada da var. Çiftçi, daha ziyade pamuk, fıstık ve zeytin gibi birkaç ürüne sarılmış görünüyor.
Tabi bölge ekonomisiyle ilgili bilgi sahibi olma şansımız olmadı.
Bu gezide tanık olduğumuz en önemli şey, GAP bölgesinin zengin tarihi oldu.

Binlerce yıllık tarihi kentler öylece yerin altında duruyor. Bunların turizme kazandırılması, bölgenin yüzünü değiştirmeye aday.
Sadece Şanlıurfa’daki Göbeklitepe bile uzmanlar ve bilim adamları desteğinde dünyaya tanıtılabilse çok şey değişebilir. Zira burada insanlık tarihi ile ilgili bilgileri yeni baştan yazdıracak veriler var.  Buranın tamamen yabancı arkeologların kontrolünde ortaya çıkarılması, bölgedeki harabelerin sadece onda birisinde kazı yapılmış olması, daha yapılacak hayli iş olduğunu gösteriyor.
Şu sonuca vardım ki, bu toprakların tarihi zenginliklerine sahip çıkmak, Türkiye’de pek çok şeyi değiştirebilir.

Söyler misiniz? Dünyada bu kadar zengin tarih nerede var? 
Ancak sahipsizlik, duyarsızlık, ötesini demeyeyim, diz boyu... 
Duyarsızlığın boyutlarını anlamanız için size bir anekdot anlatmakla yetineceğim:
Tarihin birinde ABD’deki bir özel müzede sergilenen eserlerin Türkiye’den kaçırılma olduğu tespit edilir. Eserlerin iadesi için başvurular yapılır, iki ülke arasında diplomasi devreye girer…

Sonuçta iş mahkemeye intikal eder. Eseri o müzeye satan kişi mahkemeye bir belge sunar ve beraat eder.
Belgede, ta Osmanlı zamanında çıkan ve hala yürürlükte olan bir kanun maddesi vardır:
Yer altındaki tarihi eserlerin üçte birisi arazi sahibinin, üçte birisi devletin, üçte birisi de çıkaranın hakkıdır.”
 İadesi istenen eser, arkeolog tarafından tarla sahibinden satın alınmıştır.  

(Son)



Dursun EROĞLU

5 Haziran, 2019, Bursa






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder