15 Aralık 2019 Pazar

Ericek Göleti, Mahya Tepesi, Gölcük


Ericek Göleti, Mahya Tepesi, Gölcük…

Sulama  göletleri “turistik yer”, verimli araziler “villalık arsa” oluyor…


Doğa yürüyüşlerimizde 8 Aralık 2019 Pazar günü Gürsu’nun Ericek köyünde sulama amacıyla yaptırılan Ericek Göleti’nden başlayıp Mahyatepe’ye, oradan Kestel’e bağlı Gölcük köyüne yürüdük.  Şakır şakır yağmasa da sisin eksik olmadığı yürüyüşe  “Türkü Kampı”
sabahında başlamak yürüyüşe ayrı bir güzellik kattı. Halk türkülerini, oyunlarını doğanın kucağında dinlemek, ülke, insan ve bu topraklara duyulan sevgiyi daha bir ete kemiğe büründürüyor.
Koza Dağcılık rehberliğindeki yürüyüşümüz bu hafta farklı olacak.  Pazar sabahı başlayacak yürüyüş öncesinde, Cumartesi günü öğle saatlerde kamp için “Ericek Sosyal Tesisleri’ne gidiyoruz. Otobüsümüz Gürsu Dışkaya’dan Ericek köyüne, oradan 3 kilometre yukarıdaki Ericek Göleti’ne gidiyor. Ericek köyünde durmuyoruz.

Ericek,  Gürsu ilçesinin kuzey ucunda, merkeze 19 kilometre uzaklıkta bir köy/mahalle.
14.Yüzyılda Yenişehir’e bağlı olduğu, 1530’larda köyün diğer adının “Oruçbey”olduğu vs. yazılıymış. Medine Vakfı’na aitmiş. Yani köyün geliri Kabenin masrafı için kullanılırmış.
Bir dağ köyünde, Kabeye gönderilecek ne tür gelir olur anlamış değilim, ama köyün çok eski olduğu ortada.
Köy 1908’de Gemlik’e, 1965’te Gürsu’y a bağlanmış.
Nüfusu 160 civarında olan bir dağ köyü. Ancak yazları nüfusun 350’ye çıktığı anlatılıyor. Ericek köyünde okul, kanalizasyon , yokmuş. Gürsu’dan 19 km gelen asfalt yol köyün kıyısında geçip gölete kadar gidiyor.

Duruma bakılırsa Gürsu Belediyesi için Ericek Göleti, Ericek mahallesinden çok daha öncelikli…
Gürsu Belediye Başkanı akşam Koza Dağcılık olarak organize edilen kampı ziyaret ediyor. Bundan çok sevinç duyuyoruz.

ERİCEK’TE “TÜRKÜ KAMPI”…

Belediyenin de girişimleri ile Ericek’te, arazi sulamak için DSİ tarafından yapılan sulama göletinin kıyısına “Adrenalin Park” yapılmış.
Kırsalda Alternatif Turizmin Cazip Hale Getirilmesi Projesi” kapsamında yapılan Adrenalin Park tesislerinde akşam güneşi batmak üzereyken en çok ilgi çeken şey, “Zipline” hattıydı. 

Yüksekçe bir kulenin tepesine çıkıp buradan gölün karşısına çekilen çelik halatlardan kayınmanın hayli heyecenlı olduğu, “uçan”ların attıkları çığlıklardan anlaşılıyor.
Burada, olimpik trap poligonu, okçuluk poligonu, dağcılık tırmanma parkuru, atv safari parkuru, yapay tırmanma duvarı, kampçılık alanı, yanı sıra gölette birkaç kano var.
Ama hava çabuk karardı ve “uçma” merakı çoğumuzun kursağında kaldı.
Bu akşam “Bungalov” evlerde kalacağız. Hava soğuk.  Evler elektrikle ısıtılıyor, her birinde 6 yatak var. Geceliği 160 lira.  Yarınki geziye katılmayacak arkadaşların bazıları akşamdan, bazıları da  yarın sabah dönecekler.
Bu akşamın asıl heyecanı “Türkü Kampı”

Tesiste restoran vs.  olarak kullanılan tek katlı bir binanın dışında kocaman mangalları kurup köfteler pişiriyor, kendimize ziyafet çekiyoruz…
Sonrasında,  içerideki kuzine sobada çay demliyoruz.
Türkü Kampı’nın sanatçıları da bizden!
Bağlama vs. saz ile def çalanlarımız aletlerini yanlarında getirmişler.
Acemi eşeğe yol dayanmaz” derlerdi bizim köyde…
Aramızda profesyonel sanatçı yok, ama çalgısıyla gelenler hayli hazırlanmış, türkülerin sözlerini kağıda yazmışlar…  
Hep beraber söylemeye, eğlenmeye başlıyoruz.
Bu akşam “Pireleri dökme”, stres atma zamanı…

Şarkı, türkü, halk oyunları… 
Milli oyunumuz “Erik dalı gevrektir” ile sahneye dökülüyoruz..
Her yöreden, her havadan…
İşyerinde alkol kullanma yasakmış.  Ama yasaklar delinmek içinmiş! (şaka şaka)
Şurada, sobada yanan pelit odunu ateşiyle ısınıp şark usulü oturaklara oturup yüzleri gülen, bağıran, dans eden,  eğlenen insanlar aslında gerçek yaşamın kendi paylarına düşen türlü sorunlarla cebelleşen insanlar.  Emeği, alın teriyle geçinen herkes gibi acıları, sorunları, çıkmazları olan insanlar… Ama bu akşam bütün negatif duygulardan, kederlerden, stres kaynaklarından uzaklaşma, sadece eğlenme, birlikte mutlu olma, avazın çıktığı kadar bağırıp türkülere eşlik etme zamanı .

Ve geceyi yarıladıktan sonra hayli eğlenmiş, negatif elektriklerinden arınmış olarak kimimiz bungalov evlere, kimimiz göl kenarında kurduğu çadıra, kimimiz de araçlarıyla evine döndü.
Pazar sabahı erkenden kalkıp, hep birlikte, çantamızdan çıkardıklarımızla, masada yiyeceklerimizi de paylaşarak kahvaltı yapıp, tesiste çay demleyip içiyoruz.
Birazdan, Bursa’dan Pazar yürüyüşü için gelecek doğaseverlerle buluşacağız.

MAHYATEPE SİSLİ…

Yürümeye, Ericek Göleti’nden başlıyor, yukarıya bayrak asılı tepeye doğru tırmanmaya
başlıyoruz.
Yukarıya, tepelere doğru sağ yanımızda Ağlaşan Göleti, solumuzda Burcun köyü, ilerliyoruz.
Bölgenin en yüksek noktası olarak “Mahyatepe” ye çıkıyoruz.
Nühsetiye’nin üst kotlarından Gölcük yönüne gideceğiz.
Ericek Göletini rakımı 735 metre.
Patikalarda, traktör yollarında, orman içinde yürüdüğümüz bölge genelde meşe ormanı.
İnişli çıkışlı rotada ulaştığımız Mahyatepe’nin yüksekliği 975 metre.
Yaklaşık 7 kilometre sonra çıktığımız Mahyatepe’den Ağlaşan Göleti,  Gemlik Fındıcak’ı görmek mümkün (dü) aslında…

Ama bugün hava sisli. Sis bir türlü kalkmıyor ve bu yüzden üzerinde gezdiğimiz geniş mera ve yaylaları bile fazla seyredemeden yürümeye devam ediyoruz.
Rüzgârın az olduğu bir yerde mola veriyoruz.
Rüzgârdan korunmak demek, çok hafif de olsa yağıştan da korunmak demek.
Bu havalarda mola vermek, oturup dinlenmek için en iyi yer, meşe gazellerinin bol olduğu meyilli, su tutmayan alanlar.
Yürüdüğümüz  baltalık meşe ormanı”nda odun üretiminin hayli sık yapıldığı gibi bir izlenime kapıldım.
Zira hem karşımıza sık sık 5-10 sene önce kesilmiş devasa büyük ağaçların çürümüş köyleri çıkıyor, hem de karşımızda yapraklarını dökmüş meşe ağaçları çok düzensiz. Ayıklanmamış.
Yol boyunca bazen geniş odun depoları görüyoruz.

Kestel’e bağlı Gölcük köyüne yaklaştıkça ekili arazilerin yeni bir hal aldığını görüyoruz.
Kimi tarlaların ekilip dililmediği anlaşılıyor.
Birkaç tarlada ise arazi telle çevrilmiş. İçine bir konut yapılmış. Anlaşılan, tarlanın sahibi yaz aylarında burada kalıyor. Bir tür “yazlık”, sayfiye yeri durumunda.

AH O KEÇİ YOLLARI…

Artık bir tepeciğe tırmanıp, aşağıya Gölcük’e inme zamanı.
Üzerinde yürüdüğümüz patikanın, köye yaklaşık bir kilometre uzaklıktaki hali, beni çok eskilere götürüyor.
Üstten, dağdan köye inen bu patikalar traktör, hatta kağnıların geçebileceği yerler değil.

Çok meyilli bir arazide, koyun, keçi ve sığırların gide gele oluşturduğu yollar burası.
Koyun, keçi sürülerinin, sabahları köyden çıkarken; akşam karnını doyurmuş olarak köydeki ağıllara dönerken kullandıkları…
Önce çoban, ardında sürü, artçı olarak kangal köpekleri… Tekelerin, çebişlerin, seyislerin, oğlakların… Çanların, keleklerin, zillerin, melemelerin, vuruşmaların, kaçışmaların, koşuşturmaların tozu dumana kattığı patikalar…
Öğlen sıcağında başını sokacak gölge arayan keçilerin, koyunların gözü kapalı bildikleri güzergahlar…
Keçi yolları…”
Ama gözlerimi açınca bu canlılıktan eser yok…

Ormanın içinden çıkınca altımıza serilen bu mahalleye neden Gölcük denildiğini bilmiyorum. Burası sanki ova gibi…

GÖLCÜK’TE KÖYLÜ TARLALARI SATMA PEŞİNDE…

Ama verimli tarım arazileri değil de, sanki büyükşehrin kenar mahallesini andırıyor.
Tarlalar birer ikişer dönüm, 300-600 metrekarelik parçalara ayrılmış,  telle çevrilmiş.
Yürüyüşümüz burada bitiyor.
Akşam çayı için girdiğimiz köy kahvehanesinde 3 kişilik genç grubun yanına oturuyorum. Gençlerin buraya haftasonu için geldikleri, büyükşehirde yaşadıkları çok belli.

“Köyünüzde iş yapmayı, burada para kazanmayı, yerleşmeyi hiç düşünmüyor muşuz?
-Burada yapacak bir şey kalmadı abi. Meyvecilik yapalım dedik. Bahçe yaptık ne armut, ne ayva para ediyor. Hayvancılık yapıyorsun sütün satış fiyatı 1,5 lira. Yem, ot, almış başını...
-          Ama çevrede mera, orman, yaylalar… Niye ota yeme para vermeyi düşünüyorsunuz hemen?
-          Yok abi ya.. Her taraf telle çevrili. Meraların çoğu satıldı.  Tapulu yerler oldu. Hayvanları köyden çıkarmak bile büyük sorun.”
Köyde birşeyler üretmek için bütün girişimler sonuçsuz kalmış.

Şimdilerde geçer akçe, arazi satışı…
Gölcük köyü/mahallesi  neredeyse tamamen internet sitelerinde satışa çıkarılmış!
Kimi zaman ekili, kimi zaman uzun yıllar ekilmediği için ormana dönüşmüş araziler dönümü 100 bin lira ve üzerinde satışta… Fiyat “asfalt kenarı” tarlalarda daha yüksek.
Şaka değil, Gölcük’te, köy dışından gelerek tarla bahçe satın alıp, bütçesine göre ev yapan, “hobi bahçesi” kuran kişi sayısı bini geçmiş!…

“Çoğu Artvinli gelenlerin. Her meslekten adam var. Gelenlerin burada üretme, para kazanma dertleri yok. Paraları var.  Bahçesinde ufak tefek bir şeyler yapıp, bol bol mangal yakıyor, keyif çatıyorlar” diyor birisi.
Akşam çaylarımızı içtikten sonra köyden taze süt, ayva ve deveci armudu alıyor ve otobüsümüze binerek evin yolunu tutuyoruz.

Yolumuzun sağında solunda köyün yeni misafirleri sanki “şehir tarzı” yeni mahalleler oluşturuyorlar.
“Hobi bahçeleri”nin ortasındaki evlerden sadece birisinin bacası tütüyor görünüyor.

Yürümeye, dağları, ovaları, köyleri, velhasıl memleketi tanımaya devam…





Doğanalan, Taşpınar, İncealipınar: Atatürk Şosesi’nde yürümek de varmış!


Doğanalan, Taşpınar, İncealipınar:

Atatürk Şosesi’nde yürümek de varmış! 

Karacabey ve Mustafakemalpaşa'yı aynı anda görmek...


Doğa yürüyüşleri kapsamında 28 Kasım Perşembe günü Mustafakemalpaşa’ya bağlı Doğanalan, Taşpınar ve İncealipınar köyleri arasındaki dağlarda,  mermer ocakları ile uzaktan moloz yığını gibi görünen tepelerde yürüdük. Taşpınar’dan hem Karacabey hem de Mustafakemalpaşa ilçe merkezlerini aynı anda görebildik. 
Yıllardır Bursa’da yaşıyorum, ama kent merkezinden Mustafakemalpaşa’ya giden “Atatürk Şosesi”ni ilk kez gördüm.
İşgalden yeni kurtulmuş, yokluk içindeki insanların, kazmasını küreğini kapıp 1930’lu yıllarda mermer taşları döşeyerek yaptığı, bugün hala sapasağlam duran bu yolda yürümek insana gurur veriyor.
Bir taraftan Cumhuriyeti kuran bu halkla, atalarımızla övünüyorsunuz. Ama bir yandan da memleketin yollarını köprülerini yabancı sermayeye yaptırma, her geçişte onlara para ödeme noktasına gelinmesine isyan ediyor, atalarımıza layık olmadığımızı düşünüyorsunuz…


‘BURALARI TURİZME AÇMAMIZ LAZIM’

Koza Dağcılık bünyesindeki “Keşif Gezisi” için rehberimiz Harun hoca (Bayram) liderliğinde özel araçla Bursa merkezden Karacabey yoluna, oradan da Akçalar-Fadıllı üzerinden Doğanalan köyüne/mahallesine vardık.
Aslında Doğanalan, Onaç, Akçapınar, Dorak bölgesinde keşif yapmıştık. Ama Harun hocam, “Buraları turizme açmamız lazım, insanlar bu güzellikleri görmeli” diyor. Belli ki bölgeyi çok seviyor ve Fadıllı-Unçukuru hattından,

Mustafakemalpaşa’da turizm denince ilk akla gelen Suuçtu, Tümbüldek civarına kadar olan bölgede yürüyüş rotaları düzenlemek istiyor.
Doğanalan sabah saatlerinde sessiz. Cami yanındaki kahvehanede kimsecikler görünmüyor.
Aracımızı caminin köşesine bırakıp yürümeye başlıyoruz.

KAPALI OKULA YENİ ÇOCUK PARKI
 
Tamamen terk edilmiş, çürümeye bırakılmış, çatısı ve sıvaları dökülmüş tek katlı  ve de kapalı “Doğanalan İlköğretim Okulu” yanından geçip dağlara yöneliyoruz.
Belli ki bu okul yıllardır kapalı. Bir yandan çürümeye başlayan okula, bir yanda da bahçesinde yepyeni duran plastik, kaykaylı, rengarenk çocuk oyuncağa bakıyoruz…
Okulun dışında kabinli kulübe gibi duran, sıvaları dökülmüş tuvalet de yıkılmaya yüz tutmuş.
Yürüdüğümüz toprak yolun kenarına meşe odunları istif edilmiş.  Yağmur sularının oluşturduğu göletlerden, yansımamıza bakıp fotoğraf çekiyoruz.

Bugün farklı bir heyecanla başlıyoruz yürümeye. Zira, o köyde doğan yerel rehberimiz bize  Atatürk Yolu”nu gösterecek ve o yolu kullanacağız.
Meğer çok da uzak değilmiş Atatürk Yolu, ya da Atatürk Şosesi”.
Üzerinde yürüdüğümüz yol, uzaktan toprak, stabilize traktör, köy yolu gibi görünüyor.
Ancak yürürken fark ettim ki, bu yol mermer taş döşeme olarak yapılmış.
Şarampol meyilleri öyle akıllıca verilmiş ki, yolda tek bir su birikintisi, çamur yok.

Gayet sağlam bir yol. Ta, 1930’larda yapılmış olmasına rağmen tek bir çöküntü, bozulma yok.
Meğer bu yolun öyküsü ne kadar gurur vericiymiş!
Düşünün ki, yıl 1923, ülke işgalden yeni kurtulmuş...
Elde yok, avuçta yok...
En uzun liste “yok”lar listesi…
Memlekette sadece 18 bin kilometre karayolu, 94 köprü var. Yolun 14 bin kilometresi stabilize. Asfalt falan sıfır.
Ülkenin makus talihini yenmeye kararlı yeni Cumhuriyet yönetimi, 1929’da “Şose ve Köprüler Reisliği adı ile
zamanın Bayındırlık (Nafıa) Bakanlığı bünyesinde bir birim kuruyor.
(Bugünlerde artık karayolu yapımı yerli yabancı firmalara ihale edildiği için kapatılma noktasında Karayolları Genel Müdürlüğü’nün ilk hali diyelim)  
Hükümet bir yol kanunu çıkarır ve seferberlik gibi herkes yol yapımına destek  vermeye davet edilir. Kazma, kürek ve insan gücü seferber edilir…
Cumhuriyetin hangi şartlarda kurulduğunu görmeden, Atatürk ve Cumhuriyete kin kusmak  isteyenlerin “zorunlu çalışma kampı”, “tek parti diktatoryası”, “mezalim” diye göstermeye çalıştığı bu çalışma ile o zaman Mustafakemalpaşa’ya kadar  yol yapıldığını ben de ilk kez öğrenmiş oldum.

Hatırlanacağı gibi, bilerek/bilmeyerek yabacı sermayenin sesi gibi Anadolu’da yol yapımı seferberliği ve zorunlu çalışmaya çamur atanlar genelde tren yolunu dillerine dolamışlardı.
Öğrendim ki, aynı seferberlik karayollarında da yapılmış ve 1947’ye kadar karayolu uzunluğu 18 bin kilometreden 44 bin kilometreye çıkarılmış!
İşte, yağmurlu bir günde ayağımız çamur olmadan üzerinde yürüdüğünüz bu yolun arkasında bu halkın alın teri ve azmini hissediyorsunuz.
O zaman devlet yoluna “şose”
deniyormuş. “Şose” Fransızca bir sözcük. “Kırık taş veya çakıl döküldükten sonra üzerinden silindir geçirilerek yapılan yol…” anlamına geliyor. Zift, asfalt vs. yapıştırıcı yok. O zaman için en modern karayolu Avrupa’da da böyle yapılırmış.

MERMER OCAKLARI…

Doğanalan’dan Taşpınar köyüne doğru yürüdükçe mermer ocaklarının çoğaldığını görüyoruz. Atatürk şosesi bazen, neredeyse ocağın ortasından geçiyor.

 Yani Atatürk Şosesi’nin iki yanı rastgele bırakılmış mermer blokları ve molozlarla dolu.
Ancak İncealipınar köyü yakınlarındaki bir ocak dışında, bu mermer ocaklarında hareketlilik göremedik. Ocaklarda mermerin kaliteli kısmı çıkarılmış ve ocaklar öylece bırakılmış gibi. Hiçbir rehabilitasyon görünmüyor. Mermer çıkarılan yerlerde yağmur suları gölcükler oluşturmuş.
Ocakların çevresi hem evcil hayvanlar hem insanlar için tehlikeli noktalar olmuş.


ÇARESİZ İNSANLAR BİR MUCİZE PEŞİNDE Mİ?

Taşpınar’a yaklaşınca, yürüdüğümüz patikanın kenarında, evden mantar toplamaya çıkmış 30’lu yaşlarda birisini görüyoruz. Hayatını şehirde kazanan, Bursa merkezde yaşayan, ama işsizlik yüzünden köyünde dolaşan biri gibi duruyor.
Bizi görünce galiba “defineci” sandı. Cep telefonunda bir dikdörtgen kaya fotoğrafı gösteriyor. “Bunun altında mezar var işte” diyor.
İyi de, gidip çıkarsan, zengin olsana…Niye bize söylüyorsun” diyorum içimden...

Anlaşılan hayatın en verimli çağında geçim derdine düşen vatandaş makus talihini yenmek için sihirli bir değnek, bir taşın altında bulabileceği servet düşlüyor!
Sadece birkaç tane küçük mantar bulabilmiş.
Bizimle yürürümeye başlıyor.
Taşpınar’a yaklaşınca, bir bahçeyi gösteriyor, “Buraya 1 milyon lira verdim, vermediler” diyor…
Eğer satın alabilseymiş, “Burayı imara açtırır en az 4 milyona satar”mış!
Ne oldu Taşpınar insanına böyle diyorsunuz...


ORMANDA KADIN KOYUN ÇOBANI

1930’larda herşeyi sıfırdan var eden, kazmasına, küreğine sarılıp karın tokluğuna memleketine yol yapma heyecanı yaşayan Taşpınar insanı, bugün nasıl bir rüzgâra savrulmuş be arkadaşım!
Yürüdüğümüz patika ve traktör yolları baltalık meşe ormanı. Yol boyunca küçük çaplı iki koyun sürüsüne rastlıyoruz. Çobanlardan birisi kadın. Sürü köpeklerinden bizi koruyor.
Diğer sürünün çobanı değil, çobana öğle yemeği getiren sürü sahibi ile karşılaştık. Koyun işini kurbanlık için yapıyorlarmış. Onlar da İncealipınar köyündenmiş.

Taşpınar’a inerken önce aşağıda Uluabat Gölü’nü gördük.

TAŞPINAR

Taşpınar uzakta görünüyor.
Bu tepeden hem Uluabat Gölü ve karşısındaki Karacabey ilçe merkezini, hem de biraz solda Mustafakemalpaşa ilçe merkezini görebiliyorsunuz…
Taşpınar yukarıdan küçük bir köy gibi görünüyordu.  Oysa aşağıda köye girince, koskoca bir mahallenin içinde bulduk kendimizi.

Taşpınar’da nüfus 2013’te 1418 iken 2016’da 1340’a düşmüş, ancak 2018’de 1370’e yükselmiş.
Burada ana geçim kaynağı galiba zeytin. Ancak köy çevresinde son yollarda insanlar incire yönelmiş. Telle çevrilip incir fidanı dikilmiş hayli bahçe gördük.
Toprağın çok verimli olduğunu çevredeki ağaçlara bakarak bile anlayabiliyorsunuz. Ancak ekilip dikilen yerler “hobi bahçesi” gibi olmaya başlamış.
Burada insanların Horasan’dan geldiği söyleniyor. Koskoca bir Alevi köyü.. Ama mahallenin orta yerinde koskoca kubbeli bir cami var.

Gözlerim “cemevi” aradı, lakin varsa da ben göremedim.
Cami yakınlarındaki bir kahvehanede oturup öğle molası verdik. Çantamızdakileri çıkardık, açlığımızı giderdik.
Kahvehanedeklilerle sohbet etme şansımız oldu.
Taşpınar kalabalık nüfusuna karşılık devletin kamu hizmetinden pek faydalanamamış gibi.
İçmesuyu ve kanalizasyon çok sıkıntılıymış.
Resmi adı “mahalle” olan bu yerlere ben boşuna “köy” demiyorum.

Zira buralarda ne bir imar planı var, ne yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi temel kentsel altyapılar.
Burada da “mahalle” olmanın tek simgesi ışıklı belediye otobüs şeması, merkezde birkaç sokağa döşenmiş kilitliparke...
Taşpınar’da  insanlar “Mahalle olmaktan memnun musunuz” sorusuna pek olumlu yanıt vermiyor.
Uzun süre, “İktidar partisine oy vermediğimiz için devlet hizmeti alamıyoruz” görüşündeymişler.
Ancak son birkaç seçimde iktidar partisine oy vermeleri de bir şey değiştirmemiş.

Sonuçta insanlar “memleket sevgisi” ile gelip bir tarla bahçe çevirip şehirdeki evlere benzer evler yapmaya başlamış.
Burada hayvancılık yapan, örneğin süt satanlar varmış.
Koyunculuk yapan pek kalmamış. Ama köyün çıkışında gördüğüm küçük sürü, son zamanlarda gördüğüm en bakımlı sürüydü.  Beyaz, semiz ve tertemiz koyunların arkasında ilkokul çağlarında bir çocuk duruyordu.
İlk defa bu köyde “Türkü evi” adı ile bir eğlence mekânı gördük.
Traktör yolu ve patikalarda yürürken, ara sıra karşımıza, çamursuz, düzenli mermer döşemeli Atatürk yolu çıkıyor.


MERMER OCAKLARI ARASINDA KÖREKEN


Uzakta, karşımızda Köreken köyü görünüyor.
Köreken, her yanı mermer ocağı, moloz yığını görüntüsünde.
Köye yaklaştıkça, mermer ocaklarından en fazla etkilenen köylerden birisinin Köreken olduğunu anlıyorsunuz.
Köreken’de 1997’de 650, 2000 yılında 511 olan nüfus 2013’ten 2017’ye 354’den 290’a düşmüş. Ancak ocakta faaliyetin durmasından mıdır nedir, 2018’de 377’ye yükselmiş.


Köy, Bursa Valisi (Hüdavendiğar) Ahmet Tevfik Paşa'nın 1850-1851 yıllarında Yörük Beylerine göndermiş olduğu emir ile kurulmuş.
Buraya yerleşenler, “Karakeçili kayı yörükleri aşireti” imiş. Her sene 23 yörük mahallesi bir araya gelip Ertuğrulgazi Dedesini Anma Günü adı altında Yörük Şöleni düzenlenirmiş.
Köreken’de durmuyoruz.
Mermer ocaklarının orta yerinde kalmış Köreken’de, insan bu kadar mermer çıkarılan yerde şöyle mermerden yapılı güzel birşeyler görmek istiyor...
Ama sadece yol kenarına atılmış
molozlar görüyorsunuz.
Evlere bakarsanız, burada mermer ocağı da yok, yakında mermer falan da yok!
Bundan sonra hedef İncealipınar…

İNCEALİPINAR…

İncealipınar köyüne yaklaşırken de önce cami ve minareyi görüyorsunuz. Köylerdeki en görkemli yapılar camiler.
Cami sadece ibadet yeri değil,  aynı zamanda hayatın da sanki merkezinde duruyor.
Yol üzerindeki  caminin karşısındaki iki katlı binanın üst katında hem muhtarlık hem de cami yaptırma derneğinin tabelası var.

Biraz ötemizde, yeraltında bir “umumi wc”.
Karşımızda kocaman bir mermer ocağı.
Ocakta bazı iş makinelerinin çalıştığını görüyoruz. Anlaşılan ocak faal.
İncealipınar’ın nüfusu 210 civarındaymış.
Rivayete göre, "İnce Ali Pınar" adı, köyün kurucusu, Osmanlı soyuna dayanan Yörük beylerinden İnce Ali’den geliyormuş. Buraya yerleşince de ilk işi bir pınar yapmak olur.
Akçapınar, Taşpınar, İncealipınar...
Velhasıl bölge zengin doğası ve “pınar”ları ile anılır olmuş.
İncealipınar’dan sonra Mustafakemalpaşa’ya giden asfalt yolun sağından solundan, sonra orman içi patikalara, traktör yollarına dalarak Doğanalan’a doğru ilerliyoruz.
Zaman geçiyor, malum hava erken kararıyor, sabahtan beri 20 kilometre yürümüşüz…

Ormanda, “Sülüklügöl” ya da “Sarıgöl” denen küçük bir gölet görüyor, kıyısında fotoğraf çekiniyoruz.  
Derken uzakta, aşağıda Doğanalan’ı görüyor, karanlık olmadan yürüyüşü tamamlıyoruz. 
Doğanalan’da, kahvehanede çay birazdan hazır olacak. Dikdörtgen su kazanı odun ateşinde ısınıyor. Ama ne olur ne olmaz diye kazana elektrikli ısıtıcı da eklenmiş.
Burada akşam çaylarını içip, çamurlu ayakları çeşmede yıkadıktan sonra evin yolunu tutuyoruz.
Yürümeye, dağı, taşı, köyleri,  meraları, yaylaları velhasıl memleketi tanımaya devam…