Doğanalan, Taşpınar, İncealipınar:
Atatürk Şosesi’nde yürümek de varmış!
Karacabey ve Mustafakemalpaşa'yı aynı anda görmek...
Doğa yürüyüşleri kapsamında 28 Kasım Perşembe günü Mustafakemalpaşa’ya bağlı Doğanalan, Taşpınar ve İncealipınar köyleri arasındaki dağlarda, mermer ocakları ile uzaktan moloz yığını gibi görünen tepelerde yürüdük. Taşpınar’dan hem Karacabey hem de Mustafakemalpaşa ilçe merkezlerini aynı anda görebildik.
Yıllardır Bursa’da yaşıyorum, ama kent
merkezinden Mustafakemalpaşa’ya
giden “Atatürk Şosesi”ni ilk kez gördüm.
İşgalden yeni
kurtulmuş, yokluk içindeki insanların, kazmasını küreğini kapıp 1930’lu
yıllarda mermer taşları döşeyerek yaptığı, bugün hala sapasağlam duran bu yolda
yürümek insana gurur veriyor.
Bir taraftan
Cumhuriyeti kuran bu halkla, atalarımızla övünüyorsunuz. Ama bir yandan da memleketin
yollarını köprülerini yabancı sermayeye yaptırma, her geçişte onlara para ödeme
noktasına gelinmesine isyan ediyor, atalarımıza layık olmadığımızı
düşünüyorsunuz…
‘BURALARI TURİZME
AÇMAMIZ LAZIM’
Koza Dağcılık bünyesindeki “Keşif Gezisi”
için rehberimiz Harun hoca (Bayram) liderliğinde özel araçla Bursa merkezden Karacabey yoluna, oradan da Akçalar-Fadıllı
üzerinden Doğanalan
köyüne/mahallesine vardık.
Aslında Doğanalan, Onaç, Akçapınar, Dorak
bölgesinde keşif yapmıştık. Ama Harun hocam, “Buraları turizme açmamız lazım, insanlar bu güzellikleri görmeli”
diyor. Belli ki bölgeyi çok seviyor ve Fadıllı-Unçukuru
hattından,
Mustafakemalpaşa’da turizm denince ilk akla gelen Suuçtu, Tümbüldek civarına kadar olan bölgede yürüyüş rotaları düzenlemek istiyor.
Doğanalan sabah saatlerinde sessiz. Cami yanındaki kahvehanede kimsecikler
görünmüyor.
Aracımızı caminin
köşesine bırakıp yürümeye başlıyoruz.
KAPALI OKULA YENİ
ÇOCUK PARKI
Tamamen terk
edilmiş, çürümeye bırakılmış, çatısı ve sıvaları dökülmüş tek katlı ve de kapalı “Doğanalan İlköğretim Okulu” yanından geçip dağlara yöneliyoruz.
Belli ki bu okul
yıllardır kapalı. Bir yandan çürümeye başlayan okula, bir yanda da bahçesinde
yepyeni duran plastik, kaykaylı, rengarenk çocuk oyuncağa bakıyoruz…
Okulun dışında
kabinli kulübe gibi duran, sıvaları dökülmüş tuvalet de yıkılmaya yüz tutmuş.
Yürüdüğümüz
toprak yolun kenarına meşe odunları istif edilmiş. Yağmur sularının oluşturduğu göletlerden,
yansımamıza bakıp fotoğraf çekiyoruz.
Bugün farklı bir
heyecanla başlıyoruz yürümeye. Zira, o köyde doğan yerel rehberimiz bize “Atatürk
Yolu”nu gösterecek ve o yolu kullanacağız.
Meğer çok da uzak
değilmiş Atatürk Yolu, ya da Atatürk Şosesi”.
Üzerinde
yürüdüğümüz yol, uzaktan toprak, stabilize traktör, köy yolu gibi görünüyor.
Ancak yürürken
fark ettim ki, bu yol mermer taş döşeme olarak yapılmış.
Şarampol
meyilleri öyle akıllıca verilmiş ki, yolda tek bir su birikintisi, çamur yok.
Gayet sağlam bir
yol. Ta, 1930’larda yapılmış olmasına rağmen tek bir çöküntü, bozulma yok.
Meğer bu yolun
öyküsü ne kadar gurur vericiymiş!
Düşünün ki, yıl 1923,
ülke işgalden yeni kurtulmuş...
Elde yok, avuçta
yok...
En uzun liste “yok”lar listesi…
Memlekette sadece
18 bin kilometre karayolu, 94 köprü var. Yolun 14 bin kilometresi stabilize.
Asfalt falan sıfır.
Ülkenin makus
talihini yenmeye kararlı yeni Cumhuriyet yönetimi, 1929’da “Şose ve Köprüler Reisliği” adı ile
zamanın Bayındırlık (Nafıa) Bakanlığı bünyesinde bir birim kuruyor.
(Bugünlerde artık
karayolu yapımı yerli yabancı firmalara ihale edildiği için kapatılma noktasında
Karayolları Genel Müdürlüğü’nün ilk
hali diyelim)
Hükümet bir yol
kanunu çıkarır ve seferberlik gibi herkes yol yapımına destek vermeye davet edilir. Kazma, kürek ve insan
gücü seferber edilir…
Cumhuriyetin
hangi şartlarda kurulduğunu görmeden, Atatürk ve Cumhuriyete kin kusmak isteyenlerin “zorunlu çalışma kampı”, “tek parti diktatoryası”, “mezalim” diye
göstermeye çalıştığı bu çalışma ile o zaman Mustafakemalpaşa’ya kadar
yol yapıldığını ben de ilk kez öğrenmiş oldum.
Hatırlanacağı
gibi, bilerek/bilmeyerek yabacı sermayenin sesi gibi Anadolu’da yol yapımı seferberliği ve zorunlu çalışmaya çamur
atanlar genelde tren yolunu dillerine dolamışlardı.
Öğrendim ki, aynı
seferberlik karayollarında da yapılmış ve 1947’ye kadar karayolu uzunluğu 18 bin
kilometreden 44 bin kilometreye çıkarılmış!
İşte, yağmurlu
bir günde ayağımız çamur olmadan üzerinde yürüdüğünüz bu yolun arkasında bu
halkın alın teri ve azmini hissediyorsunuz.
O zaman devlet
yoluna “şose”
deniyormuş. “Şose” Fransızca bir sözcük. “Kırık taş veya çakıl döküldükten sonra
üzerinden silindir geçirilerek yapılan yol…” anlamına geliyor. Zift, asfalt
vs. yapıştırıcı yok. O zaman için en modern karayolu Avrupa’da da böyle yapılırmış.
MERMER OCAKLARI…
Doğanalan’dan Taşpınar köyüne doğru
yürüdükçe mermer ocaklarının çoğaldığını görüyoruz. Atatürk şosesi bazen, neredeyse ocağın ortasından geçiyor.
Yani Atatürk
Şosesi’nin iki yanı rastgele bırakılmış mermer blokları ve molozlarla dolu.
Ancak İncealipınar köyü yakınlarındaki bir
ocak dışında, bu mermer ocaklarında hareketlilik göremedik. Ocaklarda mermerin
kaliteli kısmı çıkarılmış ve ocaklar öylece bırakılmış gibi. Hiçbir rehabilitasyon
görünmüyor. Mermer çıkarılan yerlerde yağmur suları gölcükler oluşturmuş.
Ocakların çevresi
hem evcil hayvanlar hem insanlar için tehlikeli noktalar olmuş.
ÇARESİZ İNSANLAR
BİR MUCİZE PEŞİNDE Mİ?
Taşpınar’a
yaklaşınca, yürüdüğümüz patikanın kenarında, evden mantar toplamaya çıkmış
30’lu yaşlarda birisini görüyoruz. Hayatını şehirde kazanan, Bursa merkezde yaşayan,
ama işsizlik yüzünden köyünde dolaşan biri gibi duruyor.
Bizi görünce
galiba “defineci” sandı. Cep
telefonunda bir dikdörtgen kaya fotoğrafı gösteriyor. “Bunun altında mezar var işte” diyor.
“İyi de, gidip çıkarsan, zengin olsana…Niye
bize söylüyorsun” diyorum içimden...
Anlaşılan hayatın
en verimli çağında geçim derdine düşen vatandaş makus talihini yenmek için
sihirli bir değnek, bir taşın altında bulabileceği servet düşlüyor!
Sadece birkaç
tane küçük mantar bulabilmiş.
Bizimle
yürürümeye başlıyor.
Taşpınar’a
yaklaşınca, bir bahçeyi gösteriyor, “Buraya
1 milyon lira verdim, vermediler” diyor…
Eğer satın alabilseymiş,
“Burayı imara açtırır en az 4 milyona
satar”mış!
Ne oldu Taşpınar insanına böyle diyorsunuz...
ORMANDA KADIN
KOYUN ÇOBANI
1930’larda
herşeyi sıfırdan var eden, kazmasına, küreğine sarılıp karın tokluğuna
memleketine yol yapma heyecanı yaşayan Taşpınar insanı, bugün nasıl bir rüzgâra
savrulmuş be arkadaşım!
Yürüdüğümüz
patika ve traktör yolları baltalık meşe ormanı. Yol boyunca küçük çaplı iki
koyun sürüsüne rastlıyoruz. Çobanlardan birisi kadın. Sürü köpeklerinden bizi
koruyor.
Diğer sürünün
çobanı değil, çobana öğle yemeği getiren sürü sahibi ile karşılaştık. Koyun
işini kurbanlık için yapıyorlarmış. Onlar da İncealipınar köyündenmiş.
Taşpınar’a inerken önce aşağıda Uluabat Gölü’nü
gördük.
TAŞPINAR
Taşpınar uzakta görünüyor.
Bu tepeden hem Uluabat Gölü ve karşısındaki Karacabey ilçe merkezini, hem de biraz
solda Mustafakemalpaşa ilçe
merkezini görebiliyorsunuz…
Taşpınar yukarıdan küçük bir köy gibi görünüyordu.
Oysa aşağıda köye girince, koskoca bir mahallenin içinde bulduk
kendimizi.
Taşpınar’da nüfus 2013’te 1418 iken 2016’da 1340’a düşmüş, ancak 2018’de 1370’e
yükselmiş.
Burada ana geçim
kaynağı galiba zeytin. Ancak köy çevresinde son yollarda insanlar incire
yönelmiş. Telle çevrilip incir fidanı dikilmiş hayli bahçe gördük.
Toprağın çok
verimli olduğunu çevredeki ağaçlara bakarak bile anlayabiliyorsunuz. Ancak
ekilip dikilen yerler “hobi bahçesi”
gibi olmaya başlamış.
Burada insanların
Horasan’dan geldiği söyleniyor.
Koskoca bir Alevi köyü.. Ama mahallenin orta yerinde koskoca kubbeli bir cami
var.
Gözlerim “cemevi” aradı, lakin varsa da ben
göremedim.
Cami
yakınlarındaki bir kahvehanede oturup öğle molası verdik. Çantamızdakileri
çıkardık, açlığımızı giderdik.
Kahvehanedeklilerle
sohbet etme şansımız oldu.
Taşpınar
kalabalık nüfusuna karşılık devletin kamu hizmetinden pek faydalanamamış gibi.
İçmesuyu ve kanalizasyon çok sıkıntılıymış.
Resmi adı “mahalle” olan bu yerlere ben boşuna “köy” demiyorum.
Zira buralarda ne
bir imar planı var, ne yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi temel kentsel
altyapılar.
Burada da “mahalle” olmanın tek simgesi ışıklı
belediye otobüs şeması, merkezde birkaç sokağa döşenmiş kilitliparke...
Taşpınar’da insanlar “Mahalle
olmaktan memnun musunuz” sorusuna pek olumlu yanıt vermiyor.
Uzun süre, “İktidar partisine oy vermediğimiz için
devlet hizmeti alamıyoruz” görüşündeymişler.
Ancak son birkaç
seçimde iktidar partisine oy vermeleri de bir şey değiştirmemiş.
Sonuçta insanlar
“memleket sevgisi” ile gelip bir
tarla bahçe çevirip şehirdeki evlere benzer evler yapmaya başlamış.
Burada
hayvancılık yapan, örneğin süt satanlar varmış.
Koyunculuk yapan
pek kalmamış. Ama köyün çıkışında gördüğüm küçük sürü, son zamanlarda gördüğüm
en bakımlı sürüydü. Beyaz, semiz ve
tertemiz koyunların arkasında ilkokul çağlarında bir çocuk duruyordu.
İlk defa bu köyde
“Türkü evi” adı ile bir eğlence mekânı
gördük.
Traktör yolu ve
patikalarda yürürken, ara sıra karşımıza, çamursuz, düzenli mermer döşemeli
Atatürk yolu çıkıyor.
MERMER OCAKLARI
ARASINDA KÖREKEN
Uzakta,
karşımızda Köreken köyü görünüyor.
Köreken, her yanı
mermer ocağı, moloz yığını görüntüsünde.
Köye yaklaştıkça,
mermer ocaklarından en fazla etkilenen köylerden birisinin Köreken olduğunu anlıyorsunuz.

Köy, Bursa Valisi (Hüdavendiğar) Ahmet Tevfik Paşa'nın 1850-1851
yıllarında Yörük Beylerine göndermiş olduğu emir ile kurulmuş.
Buraya
yerleşenler, “Karakeçili kayı yörükleri
aşireti” imiş. Her sene 23 yörük mahallesi bir araya gelip Ertuğrulgazi Dedesini Anma Günü adı
altında Yörük Şöleni düzenlenirmiş.
Köreken’de durmuyoruz.
Mermer ocaklarının
orta yerinde kalmış Köreken’de,
insan bu kadar mermer çıkarılan yerde şöyle mermerden yapılı güzel birşeyler
görmek istiyor...
Ama sadece yol
kenarına atılmış
molozlar görüyorsunuz.
Evlere
bakarsanız, burada mermer ocağı da yok, yakında mermer falan da yok!
Bundan sonra
hedef İncealipınar…
İNCEALİPINAR…
İncealipınar köyüne yaklaşırken de önce cami ve minareyi görüyorsunuz. Köylerdeki en
görkemli yapılar camiler.
Cami sadece
ibadet yeri değil, aynı zamanda hayatın
da sanki merkezinde duruyor.
Yol üzerindeki caminin karşısındaki iki katlı binanın üst
katında hem muhtarlık hem de cami yaptırma derneğinin tabelası var.
Biraz ötemizde,
yeraltında bir “umumi wc”.
Karşımızda
kocaman bir mermer ocağı.
Ocakta bazı iş
makinelerinin çalıştığını görüyoruz. Anlaşılan ocak faal.
İncealipınar’ın nüfusu 210 civarındaymış.
Rivayete göre, "İnce Ali Pınar" adı, köyün
kurucusu, Osmanlı soyuna dayanan Yörük beylerinden İnce Ali’den geliyormuş. Buraya yerleşince de ilk işi bir pınar
yapmak olur.
Akçapınar, Taşpınar, İncealipınar...
Velhasıl bölge
zengin doğası ve “pınar”ları ile
anılır olmuş.
İncealipınar’dan sonra Mustafakemalpaşa’ya giden asfalt yolun sağından solundan, sonra
orman içi patikalara, traktör yollarına dalarak Doğanalan’a doğru ilerliyoruz.
Zaman geçiyor,
malum hava erken kararıyor, sabahtan beri 20 kilometre yürümüşüz…
Ormanda, “Sülüklügöl” ya da “Sarıgöl” denen küçük bir gölet görüyor,
kıyısında fotoğraf çekiniyoruz.
Derken uzakta,
aşağıda Doğanalan’ı görüyor,
karanlık olmadan yürüyüşü tamamlıyoruz.
Doğanalan’da, kahvehanede çay birazdan hazır olacak. Dikdörtgen su kazanı odun
ateşinde ısınıyor. Ama ne olur ne olmaz diye kazana elektrikli ısıtıcı da
eklenmiş.
Burada akşam
çaylarını içip, çamurlu ayakları çeşmede yıkadıktan sonra evin yolunu
tutuyoruz.
Yürümeye, dağı,
taşı, köyleri, meraları, yaylaları
velhasıl memleketi tanımaya devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder