8 Ocak 2020 Çarşamba

İsviçre notları: 1

Tarım kentsel yaşamı güzelleştiren, zenginleştiren bir unsur 

İsviçre: Vahşi doğanın zenginliğe dönüştüğü yer 

Artık bir yanımız gurbetçi oldu. İsviçre’de bir yaşam kurmaya çalışan biricik kızımız ve sevgili damadımızı  görmek için ilk kez Avrupa medeniyetinin en güçlü kalesi sayılan bu topraklara gittik ve 2020’ye İsviçre’de merhaba dedik.
Tren yolu ağı hayli yaygın. 

Keskin, sert çizgili ve karla kaplı  Alp dağlarının arkasındaki bu ülke boşuna “Yaşanılacak en güzel ülke” seçilmemiş. 
Ama sanmayın ki bu güzellik salt doğanın sunduğu şeylerden ibaret...
Bir halkın vahşi doğayı cennete çevirme öyküsü var burada.
Tarımda, sanayide, finansta, şehircilikte, eğitimde… 
Avrupa siyasetinin alengirli karmaşasından,  AB üyeliğinden falan uzak durarak “nevi şahsına münhasır” bir yol izleyen İsviçre’nin Türkiye insanı ve yöneticilerimiz için derslerle dolu olduğu sonucuna vardım.
Tren istasyonundaki bisiklet parkı..
İsviçre’nin bir kasabasında 17 gün kalıp birkaç köyü, kasabayı dolaşmakla İsviçre’yi tanıdığımı iddia edemem. Ancak tanık olduğum ve Türkiye’de doğru sandığımız pek çok şeyin, aslında tam tersinin doğru olduğunu gösteren, zihnimde spotlar çakan şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnsana, doğaya, çevreye saygı…
Ülke kaynaklarının verimli kullanımı…
Tarım ve hayvancılıktaki yüksek standart…
Veee, asıl kritik nokta: Yabancı sermayeye, markalara, lisanslara köle olmadan yüksek katma değerle çalışan gerçek yerli ve milli sanayi… 
Bir sürü dünya markasına sahip olmak…

BEKLE BİZİ İSVİÇRE…

İsviçre’nin Bern kantonuna bağlı Herzogenbuchsee kasabasında yaşayan evlatlarımızı görmek için aylar öncesinden uçak bileti almıştık. Malum emeklilik halleri, ucuz bilet kolluyoruz. 
Bursa’dan eşimle birlikte Sabiha Gökçen Havaalanı’na gitmek için BURULAŞ’ın otobüslerini tercih ediyoruz.  Düzenli, oldukça dakik çalışıyorlar. Osmangazi Köprüsü’nü kullanmaları sayesinde  2 saate varmadan kendimizi İstanbul’da, havaalanında bulduk. 
Check-in” işini internetten yaptığımız için, havaalanında eşimle beraber bir kahve içmeye zamanımız oldu.
Şans bu ya, Pegasus’un Boing uçaklarından birindeyiz ve pencere kenarındayım. Uçak havalanınca, pencereden aşağıda bir anda Google Earth izliyorum sanıyorsunuz… 
Kimi zaman bembeyaz bulutların üstündesiniz… Kimi zaman aşağıda kara ve denizi izlemeye dalıyorsunuz. 
Maviliklere uçma hissi ise sıradışı…


SANKİ GOOGLE EARTH İZLİYORUZ…

Aşağıda araziler, tarla parselleri büyüyüp, yerleşim alanlarının düzenli olmaya başladığını görünce, Türkiye’den çıktığınızı, Artık Avrupa’nın üzerinde olduğunuzu anlıyorsunuz.
Geniş arazilerin orta yerinde çiftlik binaları…
Üzerinde gemi/vapur gibi taşıtlar olan kocaman bir nehir görüyoruz… 
Ne güzel, bizde de ırmaklar var, ama niye hiç taşımacılıkta kullanmıyoruz diye düşünüyorum.
Devasa büyüklükteki bir maden alanı… Geniş bir dağlık bölgenin tepesi oyulmuş, kilometrelerce yukarıdan görünen derin çukurlar oluşmuş.

Termik santral kuleleri…
Aşağıda,  tepeleri beyaz karla kaplı, keskin çizgili yüksek dağlar çoğalınca Alplere, yani İsviçre’ye vardığımızı anlıyoruz.
Alp Dağlarını ben Fransa tarafından da görülen, İsviçre’de bir dağ olarak biliyordum. Oysa aşağıda Akdeniz kıyısındaki tatil kenti Nice çizgisinden tutun da İsviçre ve Avusturya’ya uzanan bir sıradağ var. Sanki İtalya çizmesinin tepesinde kocaman bir şapka gibi duran sıradağlar…
İsviçre, bu sıra dağların kuzeyinde.  Deniz seviyesinden çok yüksek olmamasına (kaldığımız yerde rakım 450 metreydi) ve Akdeniz’e yakınlığına rağmen İsviçre’nin neden yüksek dağlar ve plato gibi yağışlı ve görece soğuk bir iklime sahip olduğunu birazdan daha iyi anlayacağız.
Basel Havaalanı 

FRANSIZ-İSVİÇRE ORTAK HAVAALANI

Euroairport basel-mulhouse-freiburg” tabelası yazan Basel Havaalanı hem İsviçre hem Fransa’nın ortak havaalanıymış. Uçaktan inince pasaport kontrolü ve valizlerin alınmasından sonra ayrı kapılardan dışarı çıkıyorsunuz.
İsviçre’ye girişte pasaporta bakan görevli bana Almanca birşeyler söylüyor.  Bir şey anlamıyorum. Ben de derdimi Fransızca anlatıyorum. İşte Fransızca konuşma fırsatı oğlum! Hani yıllardır Fransızca çalışır durursun...
Düzgün cümlelerle şunun için
buradayız, bu benim eşim, şuraya gideceğiz, şu kadar süre kalacağız, dönüş biletimiz falanca tarihte vs.vs.
Kadın başını kaldırıp yüzüme bakıyor, Fransızca “Eee” diyor, “Edebiyat yapma, anladık, turistsin yani…”.
Eyvalah!
Havaalanı dışına çıktığımızda damat ve arkadaşı bizi bekliyorlar. Hoş bir karşılaşma ve doğru Herzogenbouchsee’ye doğru yola çıkıyoruz.
Trafikte beklediğimin üzerinde bir düzen var.
Kimse kimseyi sollamıyor. Levhada yazan hız ne ise herkes ona uyuyor.
Kedi ağacı
Basel önemli bir sanayi kenti olmalı. Sağda solda irili ufaklı fabrikalar görüyoruz.
190 bin nüfusla İsviçre’nin en büyük üçüncü kenti ve yazılanlara göre en zengin kentiymiş.  Kentin ortasından Ren nehri geçiyor. Dümdüz, üstünde sandallar dolaşıyor.
Ama biz çevrede dolaşıp zaman kaybetmeden, yaklaşık 70 kilometre ilerideki Herzogenbouchsee’ye hava kararmadan ulaşmak istiyoruz.  Yolumuzun üstünde uzunca bir tünele giriyoruz.  Tünelin iki ucunda sanki farklı iklimler var…  Bir taraf açık ise diğer tarafta kapalı bir hava olabiliyor.
Mesafe  60-70 km, yollar düzgündür, basar  gideriz diyordum.  Ama burada yol düzgün diye
Konutlarda geleneksel mimari hassasiyeti var. 
istediğin hızla gidemiyorsun. Kimse kimseyi sollamıyor. Böyle olunca da trafikte çok güzel bir uyum var.  Çok düzgün, güvenli bir yolculuktan sonra ulaşıyoruz Herzogenbouchsee’ye.

YENİ BİR HAYAT…

 Çevrede hiç apartman göremiyorum. Misafir olduğumuz ev üç katlı binanın en üst katında.
Buluşma, sohbet, hasret giderme zamanı.
Evde ilk dikkatimi çeken, salonda TV ünitesinin yanında duran “kedi ağacı”. Burada hayli popülermiş. Altta kalacağı yer, en tepede dinlenme yeri, gerisi tırmanma, özellikle de tırnakları çalıştırmak için malzemelere sarılmış kendir ipleri…
Evlerin yanı başında orman, yürüyüş parkuru. ve Çöp kutusu.
Damadımız, çocuk yaşta İsviçre’ye gitmiş, orada okuyup meslek edinmiş, artık oranın yaşam tarzına alışmış Bursalı bir aileye mensup… İkinci kuşak gurbetçi diyelim. Çalışıyor, yaşama çoktan adapte olmuş. 
Şimdi sıra kızımızda. Harıl harıl Almanca öğretmeye çalışıyor, "İsviçre Almancası" denen bir dil. Bu bölgede herkes Almanca konuşuyor. Üstelik, bu konuda en ketum yermiş.  Örneğin “kiosk” denen “gazete dergi bayileri”nde tek bir Fransızca ya da İngilizce gazete, dergi vs. görmedim. Kimse zorunlu kalmadıkça İngilizce, Fransızca konuşmak istemiyor.  Hatırlatayım burada Fransızca, Almanca ve İtalyanca ile beraber üç resmi dilden birisi.
Bu bir otomobil otoparkı.. 

İLK GÜN…

Gözlerimizi İsviçre’de açtığımız ilk gün hava oldukça cömert, açık. Bulutlu ama mavi gökyüzü, temiz hava…
Kaldığımız yerin çok yakınında bir tren istasyonu var.  Buradan Bern’e kadar pek çok yere insanlar günübirlik trenle işe gidip geliyormuş. 
Trenle işe gidip gelenlere ait olsa gerek, istasyonda  hiç görmediğim kadar çok sayıda bisikleti park etmiş halde görüyorum. Bildiğin “Çift katlı bisiklet parkı”!

Bizim “Hızlı tren”e benzeyen bir trenden sonra, bir sürü katarla upuzun bir yük treni geçiyor.
Biraz sonra her vagonu otomobillerle yüklü bir tren geliyor… 
Bu treni görünce, Bursa’daki fabrikalarda üretilen otomobillerin TIR’larla dağıtılması geliyor aklıma...  
Keşke, Bursa’da da tren olsaydı, en azından fabrikalardan, OSB’lerden limanlara kadar sanayi yükleri trenle taşınsaydı, diyorum.
İsviçre’de kaldığımız sürenin büyük bölümünde Herzogenbouchsee’nin merkezinde, çevresinde bol bol yürüdük.  Sürenin büyük bölümü Noel tatiline denk geldiği için işyerleri çoğu zaman kapalı oldu. Çevredeki Töringen, Bettenhausen, Bleinbahch, Wanzwil adlı “köy” diyeceğimiz
yerleşim birimleri ile Herzogenbouchsee’nin merkez ve çevresini gezdik. Büyücek kasabalar olan Langenthal, Solothurn’u günübirlik gezip dolaştık.  Bir gün de “İsviçrenin Başkenti” olarak bildiğim Bern’de dolaştık.
Pek çok yerde Türk vatandaşı olduğunu düşündüğümüz insan gördük. 
Bu satırları okuyanlar arasında mutlaka İsviçre’ye gitmiş olan, bu ülkeyi benden çok iyi bilerler, hatta orada yaşayanlar vardır. 
Heiniger, koyun kırkma makinelerinde lider dünya markası... 
Bu ülkeyi çok iyi tanıdığımı, bildiğimi iddia etmem mümkün değil. Ama naçizane kişisel gözlemlerimi, çarpıcı ve örnek alınabileceğini düşündüğüm bazı noktaları sizinle paylaşmak istiyorum.




 (Devam edecek…)


5 yorum:

  1. Harika siniz devam edin zevkle okuyorum.
    Güzel notlar almişsiniz.
    Eksik gördügügüm yerlerine yardimci olurum. Çocuklar bahane güzel anilarla dolu bir ziyaret olmuş. Hem Evlat yolluyorsun Gurbete hem Atalik geregi merak ediyorsun hemde heycanla gelip görmek. Her biri ayri güzelliklerle dolu bir ziyaretiniz olmuştur sanirim.
    Yer yüzünde cennet ariyorsan Dünya capinda her yönüyle güzel bir önder ülke ve okadarda milliyeçiler. Üzerlerindeki giysilerine varincaya kadar ceplerindek çakilarina varincaya kadar bayrakli çakilarinla dünyaya kükmediyorlar ve herkesin suiss çakisini zevkle taşitip çikolatasini yedirir swotsch saatini her çocugun koluna taktirir. Dünyada benzeri başka ülke varmi. Devami gelsin.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim katkı için. Artık bir yanımız orada.Daha çok gider, daha iyi tanırız..selamlar..

    YanıtlaSil
  3. Keyifle okuyorum patron, eline sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Çok Teşekkür ediyorum dostum.

    YanıtlaSil
  5. İsviçre... Gözümde canlandırdığım ilk şey temizlik ve sessizlik. 1 metre bile boş bırakılmamış ekilmiş tarlalar, düzenli trafik, çalışkan insanlar... Temiz akan akarsular, 30 dakika beklediğim yemek sırası... Yazmaya devam..

    YanıtlaSil