27 Ocak 2020 Pazartesi

İSVİÇRE NOTLARI: 5 ZENGİNLİĞİN YOLU YERLİ, ÖZGÜN ÜRETİM VE MARKALAR…



Burada dünyanın en kaliteli koyun kırkma makinesi üretiyor.
Onlarca dünya markasından birisi.. 

ZEGİNLİĞİN YOLU YERLİ, ÖZGÜN ÜRETİM VE MARKALAR…  


  
İsviçre gözlemlerimi okuyan dostların pek çoğunun “İsviçre’ye hayran kalmış, övüp duruyor”, “Türkiye’yi kötülüyor”, “Eee tabi İsviçre zengin bir ülke,  onlar kadar zengin olsak, bizde de her şey  düzgün olur”, “Türkiye ile İsviçre aynı mı kardeşim, bizim her yanımız ateş çemberi, terör, savaş, darbeler, göç..” gibi mevcut durumu “olağan” görüp kabullenme eğiliminde olduğunu hissediyorum.

Bazen de bu “geri kalmış”lığın sorumluluğunu dine, yöneticilerin “çiğ süt emmesine”, siyasete bağlayanlar, “Layık olduğumuz gibi yönetiliyoruz”, “Bizden adam olmaz” yargısına kapılanları görüyorum.
Sevgili arkadaşlar, dostlar…
Bunların hepsi palavra!  
Kendimize haksızlık!
En nazik ifade ile hepsi birer  “öğretilmiş çaresizlik”!
Eski deyimle “Ruhiyeti müstemleke”!
Türkiye bal gibi de yapabilir, hatta çok daha ötesine gidebilir; zira coğrafyamız, doğamız İsviçre’ye beş basar.
Gelin bu bölümde buna kafa yoralım.

Bakınız işin temeli ekonomi…

İSVİÇRE NE KADAR ZENGİN?

2018 yılı verilerine göre 8,6 milyon nüfuslu İsviçre’de GSYİH (milli gelir) 741 milyar 688 milyon dolar.
Kişi başına milli gelir tam 86 bin 835 bin dolar
Türkiye’de kişi başına milli gelir 2019’un ilk çeyreğinde 8 bin 811 dolardı.
8 milyonluk İsviçre, 80 milyonluk Türkiye kadar değer üretmiş!
Trabzon hurması ithal. kilosu 60 liraya yakın...
Enflasyon yüzde 0,5, İşsizlik oranı yüzde 3,2…
Ve sıkı durun bu 8 milyonluk küçük ülkenin ihracatı 442 milyar dolar.
Hemen hatırlatayım, Türkiye’nin 2019 yılı ihracatı 180 milyar dolar (Bunun da büyük bölümü Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli firmalara ait)
Kritik nokta şu: İsviçre yurt dışına bir yılda 442 milyar dolar tutarında mal satarken, 368 milyar dolar tutarında mal satın almış. Dış ticareti 2018’de 74 milyar dolar fazla vermiş.
Türkiye ise 2019’da 210 milyar dolar tutarında yabancı mal alırken, sadece 180 milyar dolar mal satmış. Dış ticaretimiz 45 milyar dolar açık vermiş.

2019’un kriz senesi olması, dolayısıyla “çarkların yavaşlaması” yüzünden ithalatın azalmasını da ekleyelim. Normal dönemde bizde örneğin 150 milyar dolar ihracat varsa, 250 milyar dolar ithalat olur. Dış ticaret açığı da 100 milyar dolardır, kabaca. Turizm vs. döviz gelirleri de hesaba katıldığında toplam döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark, yani  cari açık”, 60 ila 80 milyar arasında değişir.
Bizde cari açık kroniktir, 1950 sonrasında hiç istisnasız her yıl cari açık vardır.

İSVİÇRE NEDEN ZENGİN?
 
Tren çok yaygın. hem yük hem yolcunun büyük bölümü raylarda.
Gördüğüm en çarpıcı şey şu: İsviçre ekonomisi ulusal, yerel kaynaklara dayanıyor ve insanlar, şirketler yabancılara çalışmıyor!
İsviçre kendi ürettiği şeylere kendisi sahip çıkıyor!  Bizdeki gibi düşük katma değere, fasona, yabancı lisanslara  vs.  çalışmıyor.
Bunun en önemli araçlarından birisi: MARKA!
İsviçre’de galiba fason ya da lisanslar yolu ile yabancı şirketlere, ülkelere çalışan bir şirket yok, en azından, duymadım!
Alışveriş için marketlere gidiyoruz. Bursa’da Carrefour’a, Migros’a, Metro’ya, BİM’e, A 101’e, büyük bölümü yabancı markaların satış mağazalarından oluşan AVM’lere gidiyoruz. Hepsi yabancı sermayeli yerler. Ama orada
gördüğüm marketlerin hepsi de oranın kendi markasıydı: Coop, Manor, Demner, Radikal, Landi…
Biz yabancı sermayeli pek çok yeri yerli sanırız. Örneğin ben, yıllardır ekonomi gazetecisi olduğum halde, Migros’u Koç Holding bünyesinde kurulan bir Türk perakende şirketi sanıyordum. Meğer Migros bir İsviçre şirketiymiş ve Koç Grubu sadece Türkiye’deki mağazaların ortağı imiş!
Migros İsviçre’de akaryakıt istasyonları, bankası, restoranları vs. olan kocaman bir holding gibi.
Köylerde bizdeki KSS görüntüsü. 
Birkaç büyük kent dışında Shell, Total, BP gibi yabacı akaryakıt markaları görmüyorsunuz. İstasyonlarda Avia, Coop, Agrola, Migros vs. yazıyor.

EN DEĞERLİ İSVİÇRE MARKALARI

Biz Türkiye’de markanın ne anlama geldiğini anlamadık. Ya da sistem kasıtlı olarak marka yaratmaya fırsat vermeyecek şekilde dizayn edildi, bilmiyorum.

Oysa marka sadece isim, hava, ün, caka değil.
Marka para demek!
Hem de hiç çalışmadan, ter dökmeden, adınızla elde ettiğiniz bir para, zenginlik.
İsviçre’de açıklanan en değerli 50 markanın piyasa değeri toplam 156 milyar İsviçre Frangı (CHF).
İlk 10 marka, ana faaliyet sektörü, marka değeri (milyar CHF olarak) ve son bir yıldaki değer artışı şöyle:
Nestlé (gıda) 19,050, +0.8% , UBS (bankacıllık) 10,285,  +19.8% , ABB (mühendislik, inşaat) 8,156 , +1.6%, Zurich (sigortacılık)  7,970 , +14.0%, Rolex (saatçilik) 7,804, +25.8%, Credit Suisse (bankacılık) 7,267, +11.8%, Roche (ilaç) 6,705, +7.2%, Swisscom (telekomünikasyon) Telecoms 5,801 , -4.1%, Nescafé (içecek)  5,763, +11.2%, Swiss Re (sigortacılık)  5,291, +18.8%.


NESTLE: EN BÜYÜK MARKA

İsviçre’nin en değerli markası Nestlé’nin yıllık cirosu yaklaşık 100 milyar dolarmış!
Nestlé bir dünya markası. Pek çok ülkede üretimi, satışı var. Ve dünya kadar da alt markaları var.
Bir de Nestle’nin bünyesindeki markalara bakalım:
Çikolata ve şekerlemede Chokella, Crunch, Damak, Deliriums, Kit Kat, Nesquik, Nestlé Gofret, Nestlé Tablet, Polo, Toto; dondurmada Mövenpick, evcil hayvan mamalarında Cat Chow, Dog Chow, Gourmet Gold, Gourmet Perle, Pro Plan; yiyecek içeceklerde  Maggi,
El yapımı çikolata... (The best :) for me)
Nescafé, Nestlé Çikolata, Nestlé Sıcak Çikolata, Nesquik, Nestlé; kahvede Coffee-mate, Nescafé 3ü1 Arada, Nescafé Cappuccino, Nescafé Classic, Nescafé Gold, Nescafé Falcı, Nescafé MyCafe, Nescafé Xpress, Nespresso; gevrekte Nesfit, Nesquik; medical beslenmede Nestle Health Science; içmesuyunda Nestle Waters
Günlük yaşamın neredeyse her anına dokunan bir marka yaratmışlar.
Ve 100 milyar dolar gibi, Türkiye’de belki yerli özel sektörün tamamından fazla ciro, işte bu devasa markalar sayesinde elde ediliyor.
Nestle gibi “dünya markaları”nın kazancı sadece kendi ülkelerindeki faaliyetlerden oluşmuyor.
Merak ediyorum, Nestle’nin 100 milyar dolarlık cirosunda Bursa’nın payı nedir?
Malum Nesle’nin burada iki büyük tesisi var. Birisi Karacabey’deki çikolata fabrikası, diğeri Kestel’deki su tesisi. Cirosu, kazancı nedir bilmiyorum ama Uludağ civarında en fazla içme suyu kaynağına sahip olan,
Türkiye'nin en büyük içme suyu markası Erikli’nin sahibi olan Nestle Waters’ın kazancının İsviçre merkeze aktarılmasında şaşılacak bir şey yok.
2019’un en değerli markalarına devam edelim…
Omega (saat) , Adecco (ticaret), Glencore (madencilik), Novartis (ilaç), Swiss Life (sigortacılık), Holcim (mühendislik, inşaat) , TE (Teknoloji), Kuehne + Nagel (lojistik),  ST (teknoloji), Swatch (saat) , SGS (servis), Schindler (mühendislik, elektrik), TAG Heuer (saat), Dufry (perakende), Barry Callebaut (gıda),  Lindt (gıda), Helvetia (sigorta),
 Zürcher Kantonalbank (bankacılık), Basler (sigortacılık), Tissot (saat) ,  Geberit (mühendislik, inşaat), Julius Baer (bankacılık), Syngenta (kimya), Emmi (gıda), Sunrise (iletişim), Longines (saat), Sika (inşaat),  sonova (sağlık), Jaeger-LeCoultre (takı, giysi), Swiss Airlines (havayolu), Lindor (gıda),  Logitech (teknoloji), Swiss Exchange (finans) , Clariant (kimya), Lonza (kimya),  Piaget (giysi, takı),  Straumann (kişisel bakım),  Luxoft (Teknoloji). Tobleron (çikolata)
Sektör dağılımı şöyle:  gıda yüzde  17,3, bankacılık yüzde 13,7, sigortacılık yüzde 13,3, saat takı yüzde 13, mühendislik inşaat yüzde 10,1, İlaç, kimya yüzde 6,9, diğerleri yüzde 25.


TEKSTİL, GİYİM VE AYAKKABI MARKALARI

Türkiye ciddi bir tekstil üreticisi. Ama galiba bu işte bile para kazanmaya gelince İsviçre’nin yanına yaklaşamıyoruz.
Tekstil, giyim, ayakkabı markalarını duyunca buna hak vereceksiniz:
Adidas, Barutti, Boggi,Braun, Calvin Klein, Cream,Diesel, DC Shoes, FALKE, Gr7, Garcia, Hallhuber, Hunkemöller, iheart, Jack and Jones, Lacoste, L’erbolario, Mammut, Miriade, Masterhand, Norrona, Oakley, Park Two, Qucksilver, Rossignol, Salomon, Skechers, Sunglasses, TEFAL, Vans, Zimmerli, YAYA, WMF…

MARKA SADECE MARKA DEĞİL!

Türkiye ekonomisinin en zayıf yanı, fabrikaların yabancılara çalışıyor olması.
Bizim köyde, büyük şehirlere amele olarak gidip, “işçi çavuşları” tarafından istismar edilen insanlardan sıkça duyduğumuz  bir tekerleme vardı: “Biz çalıştık, Hamdullahın şiş kafa yedi!”…
yöresel bir banka
Türkiye’de bebek ve çocuk hazır giyimi hariç tekstil, konfeksiyon neredeyse tamamen yabancı markalara fason iş yapar halde…
Keza otomotiv sektöründe durum daha vahim. Otomotivde ana sanayi kuruluşlarının neredeyse tamamı Fiat, Renault, Ford gidi yabancı şirketlerin kontrolünde. Durum yan sanayide de farklı görünmüyor. 
Bunun anlamı belli: İş ya Türklere ait şirketlerde ya da Türkiye’de bizim işçilerimiz ve ara mallarımızla yapılıyor, buna yerli üretim deyip şişiniyoruz; ama parayı yabancı ortaklar, lisansörler götürüyor!
Vatandaş olarak ailenizden yabancı firmalara her ay kaç lira ödediğinizi hesaplayın bakalım…
Mesela doğalgaz, cep telefonu ve internetten tutun da kullandığınız sabun, şampuan, elbise ve ayakkabıya… Takınıza, kedi köpek mamanıza… Hatta üzerinden geçtiğiniz otoyola, köprü ve metrolara…
Bana  kimse “efendim küresel dünya, elbette yabancı sermaye olacak, onlar bizim malımızı, biz de onların malını kullanacağız, onlar burada, biz de orada para kazanacağız ” gibi büyük “liberal” ağızlar yapmasın!…
Yukarıdaki İsviçre markalı ürünlerden kullanmayan olduğunu sanmam. 
İsviçre’deki marketlerde hangi  Türk malları  satılıyor diye merak ettim. Sadece bir markette Marmarabirlik’in zeytini ile konserve türü gıdaları olan bir başka markanın ürününü  görebildim raflarda… 
Türkiye'den giden insanlara ait işletmeler ise sadece birkaç “kebap, pizzacı” dükkanı, o kadar.
Kapitalistlikte bir gıdım adalet de mi olmaz!
RAZ dedikleri yaşlı bakım merkezi. her yerde varmış. 

RANT DEĞİL KALİTELİ ÜRETİM

İsviçre’de benim gördüğüm farklardan birisi kendi değerlerine, kaynaklarına sahip çıkmak.  Örneğin bizde başta bankacılık, sigortacılık, iletişim olmak üzere pek çok sektör tamamen dışa bağımlı. 
Siz hiç burada “Bursa Bankası”, “Ankara Bankası”, İstanbul Bankası”gibi bir şey gördünüz mü?
Yıllar önce başlayıp “Milliyetçi, muhafazakar hükümetler!” tarafından çoktan izleri silinen girişimlerden söz etmiyorum… Ama orada bankalar böyle. Yöresel, kantonal vs. Yabancı banka varsa da ben görmedim.

Diğer önemli fark ise kaynaklar verimli kullanılıyor.  Diyelim ki Bursa’da veya diğer şehirlerde köyler artık tamamen yaşlı ve emekli insanlara kaldı.  Belli büyük ovalar dışında, özellikle kırsal kesimde arazinin en az yarısı işlenmiyor. 
Mahalle”lerde, arazi sahiplerinin derdi ekip dikmek değil, “tarlasını villa fiyatına satmak”.
İsviçre’de boş bırakılmış tek bir tarla ya da şehir kıyılarında “müşteri bekleyen arsa” görmedim.
Büyük kazançlar hayaliyle yapılmış, yıllardır alıcı bekleyen apartman daireleri de…
Zorunlu ihtiyaç olmadıkça yeni konut yapılmıyor.  
Dolayısıyla “inşaat” diye bir kalkınma (!) modelini henüz keşfetmemişler!
Arazide, coğrafyaya, iklime  uygun olmayan bir şey yetiştirilmeye çalışılmamış. Bakmışlar ki, bol yağış alıyor, mevsimin sadece birkaç ayı yaz;
domates, karpuz yetiştirmeye çalışmamışlar. Her taraf çayır, yem bitkisi ve geçer akçe hayvancılık… Gelsin süt, peynir markaları…
İnsanlar galiba çalışmayı, işini çok seviyor. Nesilden nesile devam eden işler, işletmeler…
Yerel zanaatlar deyince ilk akla saatçilik ve “İsviçre çakısı” geliyor. Her biri dünya markası olan saatler, çakılar var.  Bu çakıların “tirbuşon” dışında bütün parçaları orada üretiliyormuş.  Kalitede çok iddialılar. Bir çakı almak istedim, etiketteki 112 CHF yazısını görünce cesaretim kırıldı.
Ama sadece bunlar değil. Çok farklı ve iddialı markaları var. Örneğin dünyanın en kaliteli koyun kırkma makinesi
Herzogenbouchsee’daki  Heiniger fabrikasında üretiliyor. Avusturalya, Yeni Zelanda dahil dünya piyasası onlardan soruluyor.  Çinliler taklit etmek istemiş, ama o kaliteye yaklaşamamışlar.
İşletme sahipleri bizdeki gibi “ticaret”den gelmemiş. “Ticaret erbabı” değil, zanaatkarmış adamlar. Kimse şirketini satıp, kat yat almayı, “krallar gibi yaşamayı” tercih etmemiş.
Orada, neredeyse “dilenci kılığında yaşayan”, hayat ve tek mutluluk kaynağı çalışmak, en iyisini yapmak olan girişimci öyküleri dinliyorsunuz. Bazı fabrika sahiplerinin dolaştığım köylerde yaşadıklarını duydum.



(Devam edecek…)

Not: 5. Bölümü ekonomideki en kritik konu olarak gördüğüm noktalara ayırdım. 6 ve son bölümde, genel görüntü, demokrasi anlayışı, özellikle kantonal yapının sanılanın aksine “birleştirici” olduğuna ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.


1 yorum: