31 Aralık 2012 Pazartesi

Kahraman Türk milli ithalatı!

“Ekonomi” alanına ilgi duyduğum ilk günden bu yana memleket “İhracat rekoru” kırıyor! Mesleğe başladığım 1984’de en gözde haberimiz ihracat haberiydi, bugün de öyle. Medyada haberlere bakarken sanırsın ki cayır cayır ihracat yapıyoruz ve memleket hızla kalkınıyor... Halbuki, piyasadaki durgunluğa rağmen 2012 de ihracat değil, ithalatın yılı oldu. 100 dolar ithalata karşılık sadece 60 dolar ihracat yapılabildik!


Sevgili okurum, rahmetli Turgut Özal “İhracata dayalı ekonomi/kalkınma” derken sandık ki, Türkiye büyük bir üretim merkezi olacak, ekonominin her alanında dünya pazarı için rekabetçi bir sistem kurulacak. Birçok ülkeden daha kaliteli ve ucuza üreteceğiz, dünya Türkiye’de üretilen malları kullanacak, markalarımız olacak vs.; nihayet zengin olacağız!























Ama gazın ayağı  hiç öyle değilmiş..



İhracata dayalı ekonomi” dedikleri şeyde zaten, iç tüketimin üzeri çizilmişti... 


Yani bu model “Kardeşim, vatandaş geçinemiyormuş; işçisi memuru sefilmiş beni hiç ilgilendirmez. Ucuza çalışsınlar, üretsinler yeter. Ben malımı zaten yurt dışında satacağım, döviz kazanacağım” diyordu. 
Bu yüzden emek cephesine üst üste tokat indi, sendikacılık çökertildi.

Vatandaş sefil de olsa, ihracatla kazanılan yeşil yeşil dolarlarla memleket zenginleşecekti!

Ama öyle mi oldu?

Hükümet sürekli ihracat haberi yazdırıp, vatandaş “ihracat rekoru” haberleri ile avutulurken, bırakın ihracat fazlasını, dış ticarette denge bile hiç tutturulamadı ve memleket lafta ihracat, gerçekte ithalat cenneti oldu!

Gazetecilik okulundan mezun olup da mesleğe başladığım ilk aylarda Ankara Saman Pazarı’da, Çorum’dan birkaç ton nohut, mercimek getirip onu yurt dışına satan tüccarın haberlerini yazıyorduk. 
İhracat milli meseleydi, ihracatçı da yeni kahramanlarımızdı.























İhracat olsun da çamurdan (pardon hayalisi) da olsa ihracattı...İhracata ilişkin en küçük olayı, büyük bir milli mesele olarak sunduk.Milli ihracat” hep rekorlar kırıyordu.


Ama gerçekte rekorlar kıran hep yurt dışından ithalat oldu!…

İthalat lobisi hep ihracat lobisine galebe çaldı.Ak Parti hükümeti çıtayı yükselterek 2023’te ihracat hedefini 500 milyar dolara yükseltti!Bugün buna hükümetin kendisi cidden inanıyor mu,  kuşkuluyum.

Küçük bir hatırlatma yapayım.Yıl 2008. UİB’nin ihracatı 25,1 milyar dolar. İşler tıkırında. Rakamın 2009’da 30 milyar dolara çıkacağı tahmin ediliyor. 
Ama Genel Sekreter İbrahim Okur daha “garanti” olsun diye bize hedefi 28 milyar dolar veriyor.Feleğin işi, mi diyelim, şansızlık mı… Tabi yıl sonuna doğru kriz patladı ve her şey tepetaklak gitti.2008’de 25 milyar doları aşan UİB ihracatı, bakın 2012 sonunda hala bu rakama ulaşamadı!Türkiye’nin toplam rakamları da farklı değil. 2008’de 132 milyar doların biraz üzerine çıkan ihracat bu sene sadece 135 milyara ulaşmış olacak.

Bir de gerçek rekorların sahibi ithalata bakalım: 2008’de 201 milyar olan ithalat 2011’i 240 milyar dolarla kapatmıştı.

Yani ithalatın 100 dolar, ihracatın 60 dolar.İşte ihracat ihracat diye böbürlenmenin altındaki çıplak gerçek bu.

Demek ki bizde iktidarlar söyledikleri şeyin tam tersini yapıyor.Kamuoyunda ihracat balonu şişirilirken, gerçekte ithalatın faturası yükseldikçe yükseliyor.Meydanlarda “milli”, “yüzde 100 yerli”, “Türk” vs. derken gerçekte ortalık yabancı mallarla doluyor.Cari açık (bunu dış ticaretteki açık olarak da okuyabilirsiniz), gerçek rekortmenimiz, bu!

Hani hükümet ekonomiyi iyi biliyordu, üretimdeki ithal hammadde ve ara malı oranını azaltıp yerli katkıyı artıracaktı, ithalatı frenleyecekti… Ne oldu?2002’de ihracat, ithalatın yüzde 70’ini karşılarken, şimdilerde ancak yüzde 60’ını karşılayabiliyor.

Ekonomi ithalat üzerine kurulmuş… Üretim dışarıdan gelecek hammadde ve aramalına bağımlı hale sokulmuş. Makinelerin çoğu zaten dışarıdan geliyor. Enerji desen o da dışarıya bağımlı.

Son aylarda hükümet ithalatın azalması ile övünüyor. Ama rakamları karıştırınca insan sevinsin mi üzülsün mü bilemiyor. Zira ithalattaki düşüşün tek nedeni var: İçerde üretim azalıyor! Çarklar yavaşlıyor, büyüme hızla düşüyor, ülke fakirleşiyor. Bu pencereden bakarsan, en iyi sene 2009’du; ihracat ithalatın yüzde 75’ine yaklaşmıştı!

Haftayı Seyitömer Termik Santrali’nin 2,25 milyar dolara satışı ile kapattık.2013’e girerken üretim, ticaret bozuk olsa da satışlar iyi! 
“Özelleştirme” bu yılı 12 milyar dolarla kapattı. Hükümet yeni yılda galiba en iyi işi Halk Bankası’nın satışı ile yapacak: Bütçeye konulan gelir hedefi 7 milyar lira.

Anlaşılan o ki yeni yıl, daha az üretip/tüketeceğimiz, kemerleri daha çok sıkacağımız; ama varımızı yoğumuzu daha çok satıp savacağımız bir yıl olacak.

Rüzgar böyle esse de benim 2013 dileklerim, tam tersi olsun diyorum; daha çok üretim, daha çok tüketim, daha çok adalet ve barış…


İyi pazarlar, iyi yıllar
























































































31 aralık 2012

24 Aralık 2012 Pazartesi

Bütçe kimden alıp kime verecek?



Hükümetin en önemli “icraatı” olan bütçe, meclisteki renkli muhalefete rağmen kuruşuna kadar hükümetin istediği gibi çıktı. Siyasi iktidar meydanlarda, ekranlarda ne derse desin, 2013 yılı boyunca paraların kimden alıp kime verileceği belli oldu: Devlet yine vergileri ücretliden, işçiden, memurdan, esnaftan “tüketici”den, halktan alacak. “Az kazanandan az, çok kazanandan çok” ilkesi yine lafta kalacak.


Sevgili okurum, yaklaşık bir ay kadar önce bu köşede, 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu tasarısını konu alan bir yazı yazmıştım. Aradan bir ay geçti, TBMM’de geceli gündüzlü oturumlar yapıldı, biber gazından bardak fırlatmaya, marş söylemeye kadar çok renkli sahneler yaşandı. Ama hükümet, muhalefetin bütün önergelerini oy çoğunluğu ile savuşturdu ve tasarının kılına dokundurmadı.

Bu “kılına dokundurmama”, muhalefet partilerinden gelen eleştiri ve önerileri, sonuçta muhalefeti işlevsiz kılma bütçenin sosyal hedefini, daha baştan sakatlıyor. Muhalefet, vergilerin harcanmasının denetimi konusunda tamamen devre dışı!
Zaten onlar da bu durumu öyle kanıksamışlar ki, bütçe oturumlarında bütçe ve rakamlarla ilgili konuşma yapan çok az vekil çıkıyor.
Ama işin özü rakamlar…
Gelin Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında vergi “adalet”ine bir bakalım.
2013 yılında devletin toplamayı öngördüğü vergi 319 milyar lira. Bunun 218 milyarını, yani yüzde 70’ini “dolaylı vergi” olarak yukarıda andığımız halk ödeyecek.
KDV, ÖTV falan olarak…
Merak etmeyin geri kalanını patronlar ödemiş olmayacak. Patronların ödeyeceği Kurumlar Vergisi’nin vergi içindeki oranı yüzde 5 bile değil…
Asıl vergi “kaynaktan kesme-tevfikat” ile gelecek, yani vergiyi ücretli çalışanlar ödeyecek…
Manzara şu:
Fabrikada bardak üretiliyor.
Devlet 100 lira vergi alacak.
70 lirasını evine bardak satın alandan, 25 lirasını çalışanın maaşından, 5 lirasını da şirketin kazancından alıyorsun.
Evine bardak alacakların çoğu ücretliler olacağına göre, vergi yükün kimin sırtında olduğunu anlayın!
Gelelim ücretli kesimin ödediği paranın nereye harcanacağına…
Gelecek yıl devletin harcaması yaklaşık 450 milyar liraya ulaşacak.
Bütçeden en çok para alacak kurumlar şöyle:
Maliye Bakanlığı: 99,1 milyar, Hazine Müsteşarlığı: 71,8 milyar. Milli Eğitim Bakanlığı: 47,4 milyar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: 32,1 milyar, Milli Savunma Bakanlığı: 20,3 milyar, Emniyet Genel Müdürlüğü: 14,7 milyar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı: 14,7 milyar,  Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı: 13,1 milyar, Jandarma Genel Komutanlığı: 5,8 milyar, Diyanet İşleri Başkanlığı: 4,6 milyar…
“Güvenlik” ve dini kurumların bütçe rakamlarına bakınca içimden “Osmanlıdan bu yana çok da bir şey değişmemiş” demek geçiyor. Zira hala en gözde kurumlar bunlar.
Hazine ve Maliye’nin toplam 170 milyarı aşan bütçesi dikkatinizi çekmiştir. Ben onları “joker” olarak tanımlıyorum. Hazine ve Maliye bu kaynağı genelde sanayi ve ticaret kesimine, çoğu zaman da “milli savunma” adı altında asker ve polisten gelecek talepler doğrultusunda harcar.
Bir yandan “Yeni Anayasa”, açılım, komşularla sıfır sorun falan derken diğer yandan askeri harcamaların artması, örneğin MİT bütçesinin yüzde 30 gibi artırılması hiç hayra alamet değil gibi geliyor bana… Umarım hükümet içerde veya dışarıda savaş hazırlığı yapmıyordur!
Bütçe listesinde en çok hoşuma giden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bütçesi oldu. Çünkü bu bakanlığın bütçesinin büyük bölümü yardıma muhtaç, yoksul kesime gidiyor.
Keza, Ulaştırma ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı da 10’ar milyarın üzerindeki bütçelere sahip.
Mecliste bütçe tartışılırken, ODTÜ’de yüzlerce polis, zırhlı aracı, tomaları ile öğrencilerin üzerine biber gazı sıkıyordu.
Mecliste, “2013’de biber gazı alınma kaç lira ödenek ayrıldı” sorusu yanıtsız kaldı. Halk ödediği vergiden kaç liranın, kendi çocuklarına sıkılacak biber gazına harcandığını öğrenemedi…
Açık, şeffaf ve denetlenebilir bir bütçe dileği ile iyi pazarlar.


24 ARALIK 2012, Pazartesi 

 

20 Aralık 2012 Perşembe

2B'de köylü komisyonuna havale...



Orman niteliğini kaybetmiş arazilerin satışını öngören 2B Yasası çıkınca, oldukça geniş bir kesim umutlanmıştı. 

İşin ucunda 25 milyar liranın üzerinde para da olunca, doğrusu hükümetin hemen harekete geçilip şakır şakır paraları tahsil edip tapuları vereceğini sanmıştık... 
Oysa aylardır tık yok... 
Vatandaşa "Bekliyoruz" diyen yerel görevliler, şimdi "komisyon ne derse o olacak" diyor. 

Sevgili okurlar, önceki gün bir meslektaşımdan ileti aldım. TEMA'nın kampanyasını destekliyor ve  2B yasasına karşı kampanyanın ne kadar doğru bir iş olduğunu yazıyordu. 
Yasa ile ormanların talan edilmesinin önünün açılacağını vurguluyordu. 
Doğrusu bir orman köylüsü çocuğu olarak ormanların, en azından mevcut haliyle korunmasının önemine yürekten inanıyorum.  
Dağını, ormanını, ovasını koruyamayan bir ülke, yeraltı zenginliklerini de zaten yabancıların kullanımına veriyorsa, sonu felakettir!
Ancak bu 2 B konusunda gerçek hiç göründüğü gibi değil. 
Bu biraz gecekondu sahibine tapu vermeye benziyor! Yani adam zaten ormanlık yeri işgal etmişi evini yapmış, ortada korunacak ormanlık alan falan yok...
Ama sorun tapuyu verip vermemek de değil. Sorun insanları kaçak, dermeçatma, sağlıksız yapılarda barınmak zorunda bırakmada.... 
Siz insanları köyünde sefalete itmiş, kente gelince de ona kucak açmamış, iş, ekmek vermemişseniz, insanlar elbette boş bulduğu bir yerde kendisine barınacak bir yapacaktır.
Yaşadığım bir örnek: 10 yıl kadar önce bir yakınımı ziyaret için İstanbul'a gitmiştim. İstanbul'u pek bilmem. Sarıgazi'ye gideceğim, Samandıra diye bir yerde mola verdim. İnsanlara adres soruyorum. Emlakçılar iyi bilir diye bir emlakçı dükkanının kapısını çaldım. Derken sohbeti ilerlettik. 
"Buralarda daireler kaç para" dedim.
Sözünü ettiğimiz yer kent merkezi . Apartmanlar, altında işyerleri, vitrinler, üstünde evler, kamu binaları, belediye otobüsleri, taksiler, alışveriş merkezleri vs...
Bursa'da oturuyorum ya, emlakçıya, "Tapu işlemleri uzun sürer mi, aynı gün halledebiliyor musunuz?" dedim.
Bir durgunluk oldu. Adamda şaşkın bir yüz ifadesi. Galiba anlatamadım, diye düşünerek, sorumu yineleyecek oldum.
Daha "Tapu.." der demez,  emlakçı sözümü kesti ve "Galiba yabancısınız buralara" dedi.
"Evet,  ben Bursa'da yaşıyorum" dedim.
Bu sefer şaşırma sırası bende....
Ve emlakçının açıklaması o gün bugündür kulağımdadır:
"Beyefendi, buralarda tapu diye birşey yoktur. Bu çarşıda, bu semtte hiç bir binanın öyle tapusu falan yok. Devlet daireleri de buna dahildir. Buralar eskiden ormanlık alandı. Bu yüzden Orman Bakanlığı tapu verdirtmiyor"...
Haydaaa!
2B ile galiba şimdi Sultanbeyli, Samandıra'da vs. oturanlara yeşil ışık yandı.
Ancak bu filmin diğer yarısı yüzbinlerce orman köylüsünü ilgilendiriyor.
Bursa'da başta Orhaneli, Keles, Mustafakemalpaşa olmak üzere onbinlerce köylü mahkemelik. Köylünün  babasından, dedesinden kalma tarlaya tapu verilmiyor.
2 B, işte bu kesime adeta sağırdı.
Neyse, geçtiğimiz hafta Orman Genel Müdürlüğü , Orman Kadastrosu ve 2B Uygulama Yönetmeliği'ni hazırladı.  Şimdi yönetmelik uyarınca, her ilde, ilçede 5 kişilik komisyonlar kurulacak ve özelikle daha önce mahkemelik olan arazilerin 2B kapsamına alınıp alınmayacağına bu komisyon karar verecek.
Yani orman köylüsü şimdi bu komisyondan çıkacak kararları bekleyecek.
Komisyon, "Bu tarla 2B kapsamında" derse, vatandaş parayı basıp tapusunu alacak.
"Yok, değildir, orman olacaktır" derse, gitti tarlalar...
Tapu almada, "Osmanlı Tapusu" (Arapça yazılı, yarısı yırtık, tozlu ve şans varsa hala saklanıyordur) ve 1981 ve öncesinde kullanma kriterleri görünüyor, ama sonuçta komisyon ne derse o olacak...
Kısacası,  orman köylüsü bu sefer komisyona havale...
İyi pazarlar
.

 26 KASIM 2012

Ormanlar, meralar (kime) para basacak!


İnşaat sektörünün prensi Ali Ağaoğlu, “Siz de evininizin yanında böyle bir orman olsun istemez misiniz” diyerek beyaz atını ormana sürünce, Orman Bakanlığı uyanıvermiş! 

Bakanlık fırçayı basarak ormana sahip çıktığını kanıtlamaya çalıştı, ama önümüzdeki dönemde işi çok zor. 
Zira Türkiye yeni bir sorunla karşı karşıya: Ormanlar, meralar, yaylalar tamamen ranta açılıyor.

Sevgili okurum, geçen Pazar dikkatinizi Büyükşehir Belediyelerinin, sınırlarının genişletilmesi ile kucağında bulacağı tarım ve hayvancılık sorununa  çekmiştim. Ancak, reklam filmindeki Ağaoğlu’nun atı dikkatimi en az tarım ve hayvancılık kadar vahim başka bir soruna yoğunlaştırdı: Ormanlar, meralar yeni rant alanı oluyor. 
Hükümetin sabaha karşı mecliste oylattırıp çıkardığı ve bugünlerde Resmi Gazete’de yayımlanması beklenen yeni Büyükşehir Belediyeleri yasası, yepyeni bir durum yarattı. Muhalefet partileri mecliste bol bol laf ettiler, “eyalete bölme” edebiyatı yapıldı, belde belediyelerinin kapatmasının “demokrasiye aykırı” olması vs. konuşuldu. 
Ama işin en can alıcı yanı konuşulmadı: rant…
Özeti şu: Yeni yasa ile artık büyükşehir belediyelerinin sınırı il mülki sınırlarının tamamını kapsayacak. Yani bütün ilçe ve köyler Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanacak. Bu durumda Büyükşehir Belediyelerinin sınırı bazı illerde 3’e, bazı illerde 10’a katlanacak.
Diyelim ki Uludağ’ın ormanı, Karacabey’in arazileri, Gemlik’in zeytinlikleri, Uluabat ve İznik Gölü, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait olacak.
Bütün meralar, yaylalar artık hazine arazisi sayılacak.
Orman Bakanlığı’nın belediyelere, ormanları canının istediği gibi kullanmalarına izin vermemek için direneceği muhakkak.  
Orman Kanunu”na boşuna orman kanunu” dememişler… Köylüye kodumu oturturdu!
Ancak, bu “orman kanunu”nun belediyelere ne kadar işleyeceğini, bekleyip göreceğiz.
Büyükşehir Belediyeleri ile Orman işletmeleri arasında yetki çekişmelerini yaşayacağız.
Ortaya çıkacak anlaşmazlıkların nasıl çözeceğini birlikte göreceğiz. Ancak “çarşambanın gidişinden” belli olduğu kadarıyla, Büyükşehir Belediyeleri yeni dönemde ormanların satışı, kiraya verilmesi ve özel orman faaliyetini hızlandıracak.
Hedef, rant yaratmak…
Para kazanmak...
Kazan-kazan”, “vin vin”…
Köy”ler “mahalle”ye dönüşünce, artık meralar, yayla ve kışlaklar “hazine arazisi” sayılacağından, ilk anda beklenen şey, örneğin TOKİ’nin devasa bir etkinlik alanına kavuşması…
Yasada her ne kadar 5 yıllık geçiş öngörülse de TOKİ bunu delecektir.
TOKİ, kendi imar planını yapan bir kuruluş. Zaten belediyeleri takmıyordu, şimdi mera, orman vs. engeli de kalkacak. Zira mera, otlak, yaylak ve kışlaklarda, mevzuat gereği her türlü yapılaşma yasaktı. Şimdi bu yasaklar toptan kalkmış olacak. Ne “köy”, ne "orman" ne de “Özel İdare” engeli…
Belediye sayısı bin 384’e düşecek ve son on yılda yüzde 60 azalmış olacak. 29 Büyükşehir Belediyesi ile ülkenin büyük bir kısmında arsa, konut, inşaat sektörleri elini ovuşturmaya başladı bile.
Arsa fiyatlarının füze gibi fırladığına şahit olacağız…
Peki Anadolu köylüsü için “tarımı bırakacaklar, ama yükselen arsa fiyatları ile zengin olacaklar” diyebilir miyiz?
Bilmiyorum. .
Ama görünen köyde şunlar var:
Köylüler tarımdan kaçacak, tarlaları düşük fiyattan kapatan emlakçi, inşaat ve rantiye kesimi belediyelerden çıkacak imar planları ile “tarla”yı “arsa” yaptırıp köşeyi dönecekler.
Bu işte aslan payı kuşkusuz TOKİ’nin olacak. Tabi TOKİ eliyle de siyasi iktidara yakın olan kesimin!
TOKİ sadece bedava arsaya konut yapıp satmıyor. Arsa da satıyor.
Halen 357 parsel arsa satışta. Çoğu büyükşehirlerde. Satış koşulları cazip: Yüzde 10 peşin, kalanı 120 ay vade…
Fiyatlar el yakıyor.
Örnek mi? Amasya Merzifon’da 6,6 bin metrekare arsa 11,8 milyon, Eskişehir Odunpazarı’nda 12 bin 381 metrekare arsa 34 milyon 250 bin, Gümüşhane Torul’da 444 metrekare arsa 34 bin, Ankara Gölbaşı Örencik Virancık’ta 700 metrekare arsa 90 bin, Polatlı Hacıtuğrul’da imarsız bin 11 metrekare arsa 20 bin, Mersin Erdemli’de 26 dönüm arsa 11 milyon, Afyonkarahisar’da 2 dönüm arsa 3,4 milyon lira başlangıç fiyatla satılıyor.

İyi pazarlar.


19 KASIM 2012
 

2013 bütçesi aynı tas, aynı…


“2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu”, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Genel Kurul görüşmeleri sırasında yapılacak muhalefet en fazla politik gösteri düzeyinde kalacağı için aslında gelecek yıl bütçeden kimin ne kapacağı netleşmiş durumda. 

Aralık ayı kamu maliyesinde bence, özellikle ekonomi açısında en kritik dönemdir. Çünkü devletin bütçesi bu ayda belirlenir. Bütçe, devletin en temel politika aracıdır. Yani boş lafları bir yana bırakarak, net olarak devletin hangi alanları teşvik edeceği, kimlerin üzerinevergi vs. araçlarla daha fazla gideceği; buna karşın bütçe musluklarının hangi kesimlere açılacağı bütçe ile belirlenir.
Aralık’ta meclis en yoğun günlerini yaşar, vekilleri geceli gündüzlü mecliste kalır, tek tek rakamları dinlerler, oylamalar için parmak kaldırırlar. Teorik olarak bütçe görüşmeleri sırasında TBMM açık, şeffaf ve demokratik bir şekilde faaliyet gösterse, ülkenin birçok sorunu kendiliğinden hallolabilir. Çünkü muhalefet partilerinin de onayı ile geçecek bir bütçe yönetimin çok daha adil çalışmasının nesnel koşullarını yaparmış olacaktır.
Ancak maalesef, bunun böyle olmadığını biliyoruz. Genellikle, hükümetler bütün önceliklerini bütçe tasarısında madde madde yazarlar, bunlara muhalefet partilerinden gelen itirazlar, parmak hesabı oylama ile savuşturulur.
Vekiller bu sene bütçenin komisyonda görüşmeleri sırasında oldukça yaratıcı, “medyatik” yöntemler sergilediler. Örneğin, İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken, bibergazı için bütçeden ödenek ayrılmasını protesto için komisyon üyelerine bibergazı sıktılar… Ama bu tepkiler de medyada yeralmanın dışında bir etki yaratmadı, iktidar temsilcileri bütçe rakamlarından tek kuruşluk taviz vermedi.
Gelelim yeni bütçemize…
Anlaşılan gelecek yıl genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 396 milyar 705 milyon, özel bütçeli idarelere 45, 2 milyar, düzenleyici ve denetleyici kurumlara 2,363 milyon lira ödenek öngörüldü.
Peki gelirler?
Genel bütçe gelirleri 362,96 milyar; özel bütçeli idarelerin gelirleri 45,8 milyar (39 milyarı hazine yardımı); düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleri ise 2,3 milyar lira.

Yani giderimiz 450, gelirimiz kabaca 410 milyar lira…

2012 yılı öngörülen bütçe açığı 40 milyar lira!
Eee diyeceksiniz ki, “Kardeşim sen hala denk bütçe mi arıyorsun. Bunu hatırlayan nesil bile kalmadı...”
Bütçenin daha baştan açık olması aslında çok temel bir sorundur ve bir sürü hastalığın kaynağıdır. Ancak hükümetlerin işine gelen bir yöntem olduğu ve denk bütçe istemenin pratik bir yararı da olmadığı için, geçiyorum…
Bütçenin patronu Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bütçeyi savunurken, kendi için de tutarlı bir görüntü verdi.
Birkaç örnek:
“Endüstri Bölgeleri”nin kurulması. Amaç yatırımların teşviki, “gurbetçi” işçilerin paralarını burada yatırıma çekmek. Bölge için harcamayı Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yapacak.
Görev zararı”na 1,7 milyar gidecek, Halk Bankası esnaf kredilerine 514 milyonluk sübvansiyon var.
 ''Yazar kasa ile POS makinelerin birleştirilmesi”, harcamaların izini sürmekte yeni yöntem olarak geliyor.
“Kayıtdışı istihdam” yüzde 38’e indirilmiş(Bakan, yüzde 50’den buraya gelindiğini söylüyor)
Kurumlar Vergisi”nin GSYİH’ya oranı yüzde 1,6’dan, yüzde 2’ye çıkmış!
Bu yıl Halk Bankası satışından 7 milyar lira bekleniyor.
Vergi dilimlerinin aşağı çekilmesinden, daha çok Gelir Vergisi bekleniyor.
Bakan, kamudaki araç sayısının on yılda 85 binden 90 bine ancak çıktığını söylese de, kamudaki daralma dikkate alındığında, “lüks araba saltanatlığının” artarak sürdüğünü söyleyebiliriz.
Dolaylı vergilerin yüzde 70’e varan ağırlığı yine devam edecek…
Devlet önümüzdeki yıl da ücretlilerden, “orta direk”ten alacak; devlet çarkına, askere, poliste, topa tüfeğe, kalanla da sağlığa, eğitime kamu hizmetlerine verecek…
Örneğin, hangi üniversiteye haç tane minibüs, ambülâns alınacağı bütçe kanununda olacak; ama “Milli Savunma” ve güvenlik kesiminin bütçeden alacağı yine net olmayacak, “Petriot”lara kaç para verileceğini kimse bilmeyecek, yine hepsi “partiler üstü” hava ile hükümetin sunduğu taslaklar “esas duruş” vaziyetinde oylanacak…
İyi pazarlar
.
03 ARALIK 2012

‘Sanatkar’ öldü, yaşasın ‘montör’!



Kapitalist, “liberal” sistem kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Değişim öylesine hızlı ki, çocukluğunuzda ideallerinizi süsleyen işler, meslekler, sizden önce “emekli” olup sizi terk ediyor, siz de ortada kalıyorsunuz.

Çok özel, yaratıcılık gerektiren ve hala “el hüneri”ne dayalı sınırlı işler dışında “sanatkarlık” diye bildiğimiz bir sürü meslek tarihe karıştı, karışıyor. 
Şimdi devir, "marka ürünleri" hazır alıp monte etmek… 

Sevgili okurlar, son otuz yılda çarşı pazarda gördüğümüz en önemli değişiklik her halde esnaf, bakkal kesiminin teker teker kapanması ve onların yerini süper, hipermarket zincirlerinin alması oldu.
Artık evde çocuklara (hatta gençlere), güneşli güzel bir günde “Hadi bugün dışarı çıkalım, gezelim. Nereye gitmek istersiniz” diye sorduğumuzda mutlaka size bir “AVM”nin adı veriliyor.
Önceleri çok ters geliyordu. “Ya, ben gezmek istiyorum. Alışveriş yapmak değil… Orası müze mi, hayvanat bahçesi mi, park mı, niye gezmek için AVM’ye gideyim”diye söyleniyordum. Ama artık alıştık.
AVM’ler dünya markalarının mağazalarını kentimize, mahallemize taşıdı. Çoğu yapancıydı. Yerli ve yerel esnaf bu sürece ayak uyduramadı. Örneğin esnaf kesimi kendi arasında şirketleşmeye, birleşmeye gitmeyi başaramadı. BESOB yönetiminin süpermarketlerle rekabet için bir sürü alternatif üzerinde kafa yorduğunu biliyorum. Ama hepsi fiyasko oldu ve özellikle bakkal, manav türü işyerleri silindi.
Esnaf büyük sermayeye yenildi.
Sadece sınırlı sayıda yerel  marketler ile bu AVM’lerle her yerde mağaza açma fırsatı yakalayan yerel bazı markalar bu sürece uyum sağladı. Bursa’da bunların başarılı örnekleri var.  Çoğu toptancı esnafı olan bu girişimciler artık yabancı markalara rekabette kök söktürüyorlar. Gıda, giyim alanındaki bazı Bursa markaları ise Ankara, İstanbul’daki AVM’lerdeki yerini aldı.
Tek bir AVM, bakkalı, manavı; hatta berberi, lokantası, kasabası, sineması, çaybahçesi, lunaparkı, kuruyemişçisi...yüzlerce işyerinin kapısına kilit astırdı.
Bu süreç bugün sermaye yoğunlaşması ile ve “AVM-Outlet” çekişmeli manzaraları ile devam ediyor.
Ancak geçtiğimiz hafta çok daha farklı bir değişim dikkatimi çekti.
Benim çocukluğumda önümüzde iki tercih vardı. Birisi “sanatkar” yetişmek; örneğin bir tamircinin, kaportacının yanında çırak olarak işe başlamak, diğeri de ortaokula, liseye gitmek…
Şimdi bakıyorum “usta”, “tamir, bakım” adına ne varsa tek tek bitmiş…
Şimdinin geçer akçesi şu: montörlük…
Önceki gün Bursa’da mutfak, çelik kapı vs. işi yapan bir dostumla görüştüm. “İmalatı çoktan kapattık” dedi. Tanınmış bir markanın ürünlerinin temsilciliğini yapmaya başlamışlar.  
Yapı Market”ler, süpermarketlerin bakkallara yaptığını, küçük sanayi veya mahalle aralarındaki “sanatkar” işyerlerine yapıyor.
Hızla yayılan bu dev markalar iğneden ipliğe “sanatkar” kesiminin elindeki bütün işleri almış durumda.
Üretimden, bayiliğe geçen arkadaşım, “Onlarla rekabet etme şansımız yoktu. Benim bin liraya maledemediğim bir mutfak dolabını hazır olarak 500 liraya satıyorlar. Herşey standart, prefabrik gibi olmuş. Bir kutu ambalajın içinde. Bir de kurma kılavuzu. Geriye sadece parçaları takmak, monte etmek kalıyor. Ucuz ve standart olduğu için vatandaş da bunu tercih ediyor” diyor.
Marangozluğundan, tesisatçılığa bir çok işte artık piyasa “montör” düzenine geçmiş.
Piyasa size “tamir” şansı da vermiyor. Arıza varsa, ya tamamı, ya da bir parçayı yenisiyle değiştirmen isteniyor.
Markalar, sanatkar kesimin ekmeğini kesmiş vesselam…
Şimdi son bir kale kalmış: “Projeli işler”.
“Yeni bir mutfak yaptırmak istiyorum” ya da “Şu odaların arasına bir banyo istiyorum” dediğinizde “Yapı market”lerden size fayda yok…
Çünkü bu işin projesini çizecek mimar, yapacak usta vs. henüz çalıştırmıyorlar.
Bunu da yaparlar mı? Bilemem.
Ama bir şeyi hissediyorum. Bu süreç, vatandaşın her kuruşunu büyük markaların kasasına aktarmaya programlanmış…
İşin maliyet, kalite vs. tarafı lafı güzaf
İyi pazarlar.

10 ARALIK

 

Büyükşehir çiftçiye ne yapacak?




Büyükşehirlerle ilgili yeni yasa yeni bir dönem başlatıyor. Artık yerel yönetim, tamamen "belediye"lere teslim. Belediyecilikte de "Büyükşehir"lerin borusu ötecek. 

"Köy"ler "mahalle" olup İl Özel İdareleri fiilen işlevsiz hale geleceği için, anlaşılan "Vali"ler de temsili makamlar haline geliyor. 
Yeni dönemin ne getireceğini 2014’ten itibaren göreceğiz. 

Ancak uygulamanın en yumuşak karnının tarım, hayvancılık ve arazilerin ranta açılması olacağı kesin gibi.
13 yeni Büyükşehir Belediyesi kurulması ile ilgili yasa kuşku yok ki, yaklaşık 20 yıl önce başlayan sürecin devamı.  Önce "Büyükşehir Belediyeleri" kuruldu, ardından sınırları genişletildi; örneğin Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin sınırları, Mudanya ve Gemlik'in katılması ile arazi olarak tam 10 katına çıkmıştı. 
Şimdi ise il sınırları içindeki her yer Büyükşehir'e bağlandı, "köy"lerin tamamı "mahalle" oldu.
Sevgili meslektaşım, arkadaşım İhsan Aydın, Olay gazetesindeki köşesinde yasayı "Türkiye'nin en radikal idari reformu" olarak nitelendirdi. Aynı zamanda Belediye Meclis Üyeliği de yapan İhsan kardeşim uzun yıllardır yerel yönetimleri izliyor. Belediyecilik konusunda bilgisine güvenirim.  Kendisi ile polemiğe girişmeye de niyetim yok. Ancak, yerel yönetimler konusunda böylesine önemli bir konuda,  tarafsız ve nesnel olmak, ülke yararına ve gerçekçi olmak gereğine inanıyorum.
Sırf muhalefet yapmak adına, güzel bir şeyi karalamak kadar, sırf destek vermek amacıyla gözleri kapatmak da bizim işimiz değil.
Doğrusu muhalefet partileri çok da iyi sınav vermediler.  Yasanın ülkeyi "böleceği", "federasyon"a kapı aralanacağı gibi hiç de gerçekçi olmayan laflar ettiler. Bu konuda İhsan Aydın'a aynen katılıyorum.
Ancak tarım ve hayvancılık konusundaki kaygıları salt siyasi ve "kırsalı ayağa kaldırmak" amaçlı "beyhude" çabalar olarak nitelendirmesi nesnellikten uzak.
Yasada, "Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler” hükmünün yer alması da bir şey değiştirmiyor.
Neden mi?
Çünkü bizim belediyelerimizde tarımla hayvancılıkla ilgili bir hizmet anlayışı, bununla ilgili teşkilatı, birimi yok...
Belediyelerde sadece "Veteriner Müdürlüğü" vardır, o da kedi köpek gibi evcil hayvanlarla ilgilidir.
Bizde, köylerle "Köy Hizmetleri" ilgilenirdi, sonradan "KÖYDES" diye birşey çıktı, o da sadece yol, su işlerine baktı. Ve tabii Tarım ve Köyişleri Bakanlığı...
Büyükşehir Belediyesi'nde tarıma, hayvancılığa bakan herhangi bir birim var da biz mi bilmiyoruz?
Bizim belediyelerin tarımla ve hayvancılıkla ilgili tek bildiği şey "yasak" tır!
Çiftçi cephesinde envai çeşit yasak var.
Tarımla uyumlu bir kentleşme mantığı bizim belediyelerimizin gündeminde değil,  Belediyeler Kanunu'muzda da yok!
Ama madem bundan böyle ziraat yapılan, hayvan otlatılan yerler de belediye sınırlarında, o zaman mutlaka belediyelerin bu alana uygun politikalar geliştirmeleri gerekiyor.
Hem tarım, hem hayvancılığı hem de modern kentleşmeyi, uyum içinde birleştirecek yeni bir belediyecilik anlayışı artık kapıya dayandı...
Açıkçası tarım kesiminin de buna şiddetle ihtiyacı var.
Bugün tarım alanları tamamen plansız.  
Hayvancılık da öyle.
Sorunlar en çok "belde belediyeleri"nde yaşandı.
Ancak örnek girişimler bile başarılı olamadı.
Örneğin, Akçalar Belediyesi,  ahırları mahalle dışına çıkarmak ve konutlarla hayvan barınaklarını ayırmak için, kamudan uygun arazi de satın almış olmasına rağmen,  projesini tam uygulayamadı.  
Şimdi Büyükşehir Belediyesi'nin tarım ve hayvancılıkla uğraşılan yerlerde yerleşim yerlerinin, zirai faaliyetlerin yürütülmesine de imkân verecek şekilde bir planlaması olacak mı?
Yeni "Mahalle"lerde, evlerle ahırları, ağılları birbirinden ayırıp, hem evleri hem de ahırlar kurtarabilecek mi?
Karacabey, Mustafakemalpaşa gibi merkezlerde "Organize Hayvancılık Bölgesi" türünden planlamaları olacak mı?
BUSKİ, arazi veya hayvanların sulanması için de çalışacak mı? 

Meraları kim islah edecek?
Keza, artık "hazine arazisi" sayılacak mera ve yaylalarla ilgili nasıl bir uygulama olacak?
Buraların  "İmara açılmak", TOKİ'ye ucuz arsa olmak, rant vs. dışında şansları var mıdır?
Kanımca, iktidarın bir an önce bu alanda yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekiyor.
Aksi takdirde, "tarım ve hayvancılık zaten bitmişti" gibi gerekçelere tutunmaktan başka avuntu kalmayacak.
İyi pazarlar
.
 19 ARALIK 2012

12 Kasım 2012 Pazartesi

10 yılda borçlandık, borçlandık…


Hükümet 10 yılı geride bıraktı ve geçtiğimiz hafta kendince bu dönemin bir muhasebesini yaptı. Kuşkusuz, Ak Parti hükümetine peş peşe seçim zaferi getiren ekonomideki “başarı”ydı ve hem başbakan, hem de ilgili bakanlar ekonomiye dikkat çektiler, bununla övündüler. Kronik sorunların devamı, yapısal dönüşümün rafa kaldırılması gündeme bile gelmedi. 
Hükümet, adeta “Avrupa ve Amerikan ekonomisi bile krizde. Halimize şükredelim” dedi. 
   

Siyasal iktidar, icraatlarını överken, Fitch’in “not artırımı” da iyimserliği pompaladı. Hükümet 2023’de Türkiye’nin en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğini, “Avrupa’yı geride bırakacağımızı” söyledi, umutlandık.
İktidar pembe tablo çizerken, Anamuhalefet partisi CHP’nin ekonomi kurmaylarından Faik Öztrak ekonomi gazetecilerini topladı ve yapısal sorunların çözümünü hedeflemeyen ekonomi politikaları ile hedefe ulaşılamayacağını savundu.
Bu arada sevgili meslektaşım,  dostum İdris Adil köşesinde, hükümetin 10 yılıyla ilgili farklı bir bilanço çıkardı.
Önce, Adil’in “10 Yıllık Yıkım Bilançosu” adını verdiği tabloya bakalım:
10 yılda; 
-Toplam kamu borcu 242,7 milyar liradan 530,5 milyar liraya çıktı. Borçtaki artış 287,8 milyar TL.
-İç borç 149,9 milyar TL'den 387,7 milyar TL'ye çıktı, artış 237,8 milyar TL.
-Kişi başına kamu borcu 3.676 TL'den 7.083 TL'ye çıktı. Adam başı 3.407 TL daha fazla borçluyuz
-Dış borç stoku 129,6 milyar dolardan 323,5 milyar dolara çıktı, artış 193,4 milyar dolar
-Cari işlemler açığı 0.6 milyar dolardan 59 milyar dolara çıktı, artış 58,4 milyar dolar
-Dış ticaret açığı 15,5 milyar dolardan 87,1 milyar dolara çıktı, artış 71,7 milyar dolar
-80 yılda toplam dış ticaret açığı 247 milyar dolar, AKP döneminde 9,5 yılda 566 milyar dolar
-Tüketici kredisi borcu olanların sayısı 1 milyon 655 binden 13 milyon 231 bin kişiye çıktı
-Ekmeğin kilosu 1,03 TL'den 2,50 TL'ye, 1 litre benzinin fiyatı 1,66 TL'den 4,60 TL'ye çıktı
-1 lt. motorinin fiyatı 1,30 TL'den 4,22 TL'ye, 1 KW saat elektriğin fiyatı 15,8'den 35,7 kuruşa çıktı…


Demek ki, artış nerede?

Borçta, elektrik, akaryakıt, doğal gaz gibi temel üretim girdi fiyatlarında, cari açıkta…

İhracat patinajdan bir türlü kurtulamıyor
Otomotiv pazarı Ekim’de yüzde 10 daralmış.
Otomotiv ihracatında 2008 rakamlarına ulaşmak hala hayal… 
İhracata dönük ekonomi” lafta kaldı. Çark tamamen iç talebe ve ithalata bağlı çalışmaya başladı.
Diyebilirsiniz ki ne yapalım, Avrupa’da talep yok, araba satılmıyor.
Ama uygulamalarla iç pazarın da sürekli tepesine vuruluyor.
Nasıl  mı?
Evet birbirinden cazip banka kredileri var, firmalar arasında sert bir rekabet sürüyor. Tüketicinin önündeki seçenekler sürekli artıyor.
Ama asıl lazım olan şey yok: para…
Yani insanların kazancı...
Çalışanlar her geçen sene daha fazla süre çalışmaya ve daha az ücrete zorlanıyor.
İşçide, memurda para olmazsa kim neyi, nasıl satacak? Esnaf parayı kimden kazanacak?
Çiftçileri saymıyorum bile…
Cari açık yarasına merhem olacak tek bir adım bile atılmadı bu on yılda… Hala ithalatın yüzde 70’i,  hammadde ve aramalından oluşuyor. Fabrikalar çatır çatır ithal malla çalışıyor.
İthal ediliyordu, artık yerlisi var” listesine ne eklendi?
Eskiden hazır ürün olarak ithal edilip, şimdi parça olarak ithal edilip burada montajı yapılanları saymıyorum.
Hayatımız ithalata göre kurgulanmış.
Bu yüzden “hormonlu” ve de sürdürülemez.
Bakınız, son bir haftada sık sık hastanelere gittim. Hastanelerdeki tanı-teşhis aletlerinin tamamı ithal…

Ultrasonunu, tomografisi,  MR’ı, ilacı, filmi…
Evet, hükümet 10 yılda ekonomide ipleri piyasa güçlerinin eline vererek, onlarla uyumlu ve “başarılı” bir politika yürüttü. 
Ancak görünen o ki, burada doğal sınırlara gelindi.
Zira iç pazara dayalı bir ekonomide vatandaşın alım gücüne vurmak başka nasıl yorumlanır?   

İyi pazarlar.

12 KASIM 2012