İNOKSAN'ın sahibi ve kurucusu Vehbi Varlık, merdivenaltı üretimden dünya çapında bilinen bir marka yaratmanın öyküsünü anlattı.
Yalova yolunda küçücük, merdivenaltı bir dükkanda paslanmazla yola çıkan İnoksan, bugün endüstiyel mutfakta dünya çapında bilinen bir marka.Bir bakıma "emaresi olmayan bir sektörden", ülkeyi dünyada ikinci sıraya yükselten bir hikayeden söz ediyoruz. İnoksan'ı, markayla özdeşleşen isim, Vehbi Varlık, "Reklam, halkla ilişkiler ve Ar-Ge benim olmazsa olmazım" diyor. İşte anlattıkları...
"Bursa'da, böylesine güzel, 20'den fazla sanayi bölgesinin olduğu bir şehirde, o kadar çok fabrika, işletme var ki, bunların içinde o kadar çok değerli işletme, sanayi kurulu var ki, çoğunun adını bile bilmezsiniz. Çok önemlidir; ama adını bilmezsiniz, değerini de bilmezsiniz. Ama markalı olanlar farklıdır, bilinir...
Bursa'da çok değerli markalarımız var.
Biz, İnoksan olarak göründüğümüz gibi olmaya çalışıyoruz. Çünkü sanki olduğumuzdan fazla görünüyoruz, mark olmayı biraz abarttık, kendimize göre biraz fazla gayret ettik... Ama içini doldurma konusuna çalışıyoruz.
Benim kaderim, ismimin konulması ile oluşuyor her halde. Bunu beş sene önce öğrendim. Kosova'ya ziyaret için gittiğimde, yaşayan en büyük teyzemi ziyaret etmek istedim. Gittim, onu dinledim. Nereden bulaştım bu mesleğe diye düşünürdüm. Annemin iki çocuğu öldükten sonra 3. çocuk olarak ben doğmuşum. Adetmiş, doğan çocuğu sarar, dörtyol ağzına getirirler, ilk rastlayan kişinin isim koymasını isterlermiş. Uzun ömürlü olsun diye. Beni de götürüyorlar. Gelen kişi de tesadüf müslüman olmayan birisiymiş. Ben adetlerinizi bilmem, üstelik müslüman da değilim. Müslüman ismi de bilmem demiş. Ama rica etmişler. Düşün biraz, mutlaka birini tanıyorsundur, bir isim biliyorsundur diye. Ha, demiş hatırladım, Kuzineci Vehbi... Bir tek onu tanırım, demiş. Kuzine eskiden evin ısıtıldığı, çayların, böreklerin, yemeklerin yapıldığı, aynı zamanda da büyüklerinin lokantada kullanıldığı bir ürün. Hâlâ kuzine deriz. Dolayısıyla, bir tesadüfle kaderim çizilmiş...
1957de, Sırp zulmünden kaçanlar, annem, babam ve 5 çocuk, babaanne, Türkiye'ye geliyorlar. Göçmen olarak bir mahalleye geldiğinizde, sizi önce yadırgarlar. Diliniz farklı, yabancısınızdır. Bu hafif yadırganma sizi kamçılıyor... Zorluklar, dışlanmışlık veya yadırganmışlıklar insanı kamçılıyor, biliyor... Çelik gibi yapıyor insanı. İşte o tarihlerden itibaren ben de mahallede en iyi çelik çomak oynayan, top oynayan, en iyi dövüşen, işte en iyi neyse... En çok çalışan, en iyi öğrenci, hep en iyi olmaya odaklanıyorsunuz ve bu sizi daima yukarılara çekiyor. Ailemin şartları gereği de 6 yaşından itibaren üniversite bitene kadar okul dışında hep çalıştım. Üniversitede de gece okudum, gündüz çalıştım. Aileme katkı sağlamak amaçlı. Böylece de aslında iki üniversite bitirdim. Hem okudum, hem de piştim. Bu benim şansımdı. Çalışmayı sevdiğim için çırak olduğum yerlerde kısa sürede hep yönetici oldum. İlkokul çağlarında da bazı işlerde usta seviyesine, lise ve üniversite yıllarında teknik personel olarak girdiğim işlerde işletme yöneticisi olmayı başardım.
Sıfırdan başlamak...
1971 yılında tesadüfen bir gazete ilanında İntergaz Mutfak Sanayi, o yılların bir numarası ya da en iyi iki firmadan birisi diyelim, onun eleman ilanına gittim. 7 kişi teknik ressam alacaklar, seçtiler, imtihan ettiler. Son iki kişi kalmıştı. Kaptan köşkü gibi bir yer var seyrediyorum, inanın hayran oldum fabrikaya, etkilendim ve Burada çalışmalıyım dedim içindem. Arkadaşlar beklerken, benim orda etrafla ilgilendiğimi gören patron, doğrudan benimle irtibat kurdu ve beni seçti. Dolayısıyla orada başladım. Teknik ressam olarak başladığım yerde işi ilerlettim, muhasebesine de baktım, deposuna da baktım, satın alma işini de yaptım. İşçilerle çalışırken, yapılan her işi, kaynakçılığı, sac bükmeyi, delmeyi, ne varsa, severek, isteyerek, onlarla iletişim kurmak, birşeyler öğrenmek adına bilerek, severek yaptım ve kendimce mutluydum, başarılıydım ve farkında olmadığım şekilde baktım ki, müdürler değişiyor ama işler aksamıyor. Üniversite öğrencisiyim, 23-24 yaşlarındayım. Şirketin genel müdürüyüm, fabrika müdürüyüm, herşeyiyim. Patronum çok yaşlı bir insandı ve orayı ben yönetiyor, çekip çeviriyordum. Hatta müşteriler geldiğimde, çok genç birisi olduğum için, patronu ararlardı...Yetkili ararlardı. Patronu da zorla masamızın yanına getirirdik, öyle iletişim kurardık. Türkiye'nin en büyük yatırımları o tarihlerde, ilk yapılanlar.
İşadamları, danışmanları, yaşlı başlı adamlarla aynı ortamlarda olmak, yemek yemek, uçaklara binmek, seyahat etmek falan hayalimde olmayan, olağanüstü şeylerdi. Beni gerçekten heyecanlandıran, mutlu eden şeylerdi ve İntergaz firmasını, o yıllarda sektörün açık ara farkla en iyi firması haline getirmiştik. Ama Bursa'dan İstanbul'a gelirken, o ekonomik zorlukları olan semtte ailenin okula giden tek öğrencisiydim. Mahallenin gururu, sevgilisi... Herkes beni bekliyor. Bizim oğlan okulu bitirip gelecek... O sözü hatırlayarak, biraz da farkettim ki, bu iş sadece İstanbul'da yapılıyor. Anadolu'da yok.. O beni daha da heyecanlandırdı ve bu işi ilk kez Anadolu'da yapmak üzere beklenen çocuk, sözümü tutmak üzere Bursa'ya döndüm.
Ben giderken, burada zengin olanlar vardı. Döndüğünde sana her türlü imkanı tanıyacağız, fabrika kuracağız, yeterki gel, diyenlerin hepsinin birer derdi çıktı ve dönünce kaldık, ortada... Tek kapı bir Anadol araba ve sıfır sermaye. Yalova yolu kenarında, 1977'de tamirhaneler vardı. Üzerinde kamyonların durduğu, güneş görmeyen bir 5'e 5 metre bir atölyede üretime bizzat başladım.
Kardeşim, ben ve bir çırak...
O yaptığım ürünleri koyacak yerim yok. Yola koyuyorum, gelip geçenler görsün, otobüsler, arabalar görsün. Belki ilginenen olur, durur, görür. Gece de çatıya koyardım ki farlardan paslanmaz ürünler görünsün, diye. Böyle başladı yolculuk. Gündüzleri bütün açık lokantalara broşür bırakıp kendimi tanıtmakla geçti zaman. Pazarlamakla geçti. İlk siparişi aldıktan sonra cesaretlendim.
Otelim otobüslerdi...
Anadolu'yu karış karış gezdim. İnanın Anadolu'da otel hiç kullanmadım, desem yalan olmaz. Otobüse biner, gittiğim yerde indikten sonra işlerime devam ederdim. Otel benim otobüsümdü. İnoksa'nın gerçek hikayesi bu. Zorluklarla geçen ilk yıllar.
O günkü koşullarda bile, merdivenaltı işletmeyken bile, bu işi yapacak insanların en iyilerini seçmeye gayret ettim. Hâlâ işletmemizde en iyi kaynakçı, iş güvenlikçi, en iyi usta, en iyi muhasebeci... Sektöründe bulabildiğimiz en iyileri bir araya getirdik. En iyilerden oluşacak bir takımla, en iyi ürünü, en iyi şekilde sunmaya çalışıyoruz. 1971-77 İstanbul İntergaz Mutfak Sanayi, 1977-80 Endegaz Mutfak sanayi tecrübesi var. Dolayısıyla 45 yıllık bir mutfak tecrübemiz oldu. 80'de Endegaz. 3 yılda en tanımış işadamları arasındaydık. O kadar çok ve heyecanla çalışıyoruz ki, 3 yılda evlerim, arabalarım, arsalarım, her şeyim oldu. Sonra delikanlı, Arnavutdamarı halimle bir evlilikte gemileri yakma olayı ile sıfıra döndüm. 6 ay inzivaya çekildim. 6 aydan sonra sıfırdan kendime birşey yapmalıydım. Mevcut ilişkilerimle, yine sıfır imkanlarla ve yine bir bodrum katında 1980 Yalova Beşyol, Özen Yemek Sanayi'nin bodrum katı. 400 metrekare bir yerdi. İnoksan'ın İnoksan yapan, oydu. Reklam, Halkla İlişkiler ve Ar-Ge benim olmazsa olmazlarım oldu. O tarihte, bodrum katında bile benim Ar-Ge bölümüm vardı. Orada Ar-Gede çalışan arkadaşımız şu anda Teknik Üniversitede profesörlük yapıyor. Değerli mühendisler katıldı aramıza. Bursa, Marmara derken Türkiyenin her yerinde tanınan bilinen bir marka olduk. İnoksan mutfak markası. Hedefimiz büyüklere yetişmekti, inanın 3-4 yılda zirveye çıktık. 1980'li yıllarda ve kendimizle yarıştık hep. Şirketi kurduktan bir yıl sonra Coşkun İrfanı aramıza aldım. 33 sene birlikte çalıştık. İnoksanı bugünlere beraber getirdik. Onun Ar-Ge'ci teknik bilgileriyle benim satışa dönük bilgilerimle birlikte el birliği yaparak, Türkiye'nin, Bursa'nın markasını yarattık. Coşkun Bey ayrıldı, Evinoks diye kendi işletmesini kurdu.
Sloganımız kalite, iyi ekip, doğru insanlar...
Bu marka, neyle oluyor? Kalite.. Vazgeçişmezimiz, sloganımız kalite... Kaliteli güvenilir firma olmak. Yenilikçilik. Türkiyede bu sektörde ne varsa, ilk defa biz yaptık. Eskiden herşey ithal edilirdi. Coşkun beyle hayalimiz oydu, Türk mutfağının lezzetini dünya biliyor ama türk mutfak ürünlerini bilmiyorlar. Bunu onlara göstereceğiz, tereciye tere satacağız diyorduk. Ve dünyada tanınan bilinen, 70 ülkeye ihracat yapan bir firmayız. Dev bir firma değiliz. Ama sektöründe en iyi firmalardan biriyiz, önderiz, kutup yıldızıyız, örnek bir firmayız.
Önce iyi ekip, iyi insanlar. Doğru, uygun makine malzeme ekipman teknoloji. Ar-Ge vazgeçilmezimiz. Bugün hiç bir şirketin vazgeçemeyeceği inovasyon, yenilik bodrumda atölye halindeyken de vardı, şimdi de var. Ar-Ge Merkezi için araştırmalarımız sürüyor. Reklâm halkla ilişkiler ve tanıtım da öyle. Gerçekten önem veriyoruz. Tanıtım eksikliği dediğimiz şey bu. Ne yaparsanız yapın, iyi bilinmezseniz hiç bir değeri yok, satamazsınız. Bizde doğrunun arkası dolu... Kaliteli üretim, doğru ürün var, müşteri memnuniyeti esası var. Müşteri velinimetimiz anlayışı her zaman vardı, daima sürdürüyoruz. Bizim için müşteri de çalışan da çok önemlidir. Bencil olmadık, sektörün de gelişmesine katkı koyduk. Diğer arkadaşlarımızı da örgütleyerek, ilk defa Türkiye Mutfak Sanayicileri Derneği'ni kurduk. Bu derneğin üyelerini çoğaltmaya çalıştık. Kalite bilinci ve ihracat yapmayı anlattık. Onları rakip olarak görmedik, meslektaş olarak gördük. Onları zorla da olsa fuarlara götürdük yurt dışına. Biz ihracat yapalım, onlar ne yaparsa yapsın demedik. Dev standlar kurarak tanıtım yaptık. Dünyanın her ülkesindeki furarlara yine birlikte gidiyoruz. Emaresi okunmayan merdivenaltı bir sektörden, bugün İtalyadan sonra dünyada ikinci ülke haline geldik. Türk mutfak sanayiin artık bir adı var. CNR fuarımız da dünyada sektörün ikinci fuarıdır. Meslektaş duygularıyla çalıştık. Danışmak, organizasyonu kurarken, yönetim geliştirme merkezi vardı, Türkiye'de tekti. Geldiklerinde gülmüşlerdi... Üniversite-sanayi işbirliği diye birşey yoktu.
İlk kez Prof. Dr. Ali Ceylan, Z. Sabuncuoğlu ile bu kanalı açtık. Bugün artık hocalar, sanayi ile iç içe. 40 dan fazla derneğe üye oldum. Niye? Öğrenmek için. Bütün bu bilgiler şirkete, çalışanlarıma yansıdı. Arkadaşlarımın tamamı sivil toplum kuruluşlarına, derneklere syasi partilere üye. Yönetici oluyorlar. Hiç engel koymuyoruz. Devlete hizmet olarak görüyoruz, dernekçiliği veya siyaseti.
At sahibine göre kişner...
Markalar kolay yaratılmıyhor. Liderler önemli. At sahibine göre kişner. Liderlik Türkiyenin ana problemi. Liderler yetiştirmek zorundayız. Çocuklarımızı daha yetişirken, yetkinliklerine göre okullarda ve çalışma hayatında.
Liderlik konusunda problemimiz var.
Doğru dürüst lider çıkmıyor. Saysan 2-3 lider çıkıyor. Bizim çok sayıda lidere ve markalara ihtiyacımız var, markaya ihtiyacımız var.
Bu markalar ve liderler çoğalmalı, Türkiyeyi sürüklemeli. Şu anda devletin Turquality programı işte bu çabalardan birisi. Seçilen markalardan birisi de İnoksan olarak biziz.
Sektörde bu programa dahil iki firmadan birisi biziz. Ben Turquality'yi milli takım olarak görüyorum.
Türkiye'nin 500 milyar dolar ihracat hedefine seçilmiş firmalar.
Bu firmalar devletin desteklediği, milli takım ve onlardan gurur duyuyoruz. Hep birlikte, Türkiyeyi eski yıllarda olduğu gibi güçlü güvenilir, huzurlu bir ülke yapacağız."
Not: Bu yazı Ekohaber Gazetesi'nin 1042. sayısında yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder