Uludağ Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Necmi Gürsakal, sadece akademi dünyasında değil, Bursa'da başta BTSO ve BUSİAD olmak üzere iş dünyasında da yakından tanınan, bilinen, sanayicilerle yakın ilişkileri olan bir isim. Prof. Dr. Gürsakal ile üniversitede görev yaptığı anabilimdalı istatistikten başlayıp, teknolojideki değişimleri, trendleri konuştuk.
Amerika'da verinin petrolden değerli hale geldiğini söyleyen Prof. Dr. Gürsakal, bu ülkede en çok parayı veri bilimcilerin kazandığına dikkat çekti ve Türkiye'de "veri" sorununun ülke yönetimi dahil her düzeyde ciddi sonuçları olacağını vurguladı. Çarpıcı teknoloji öykülerine değinirken ise, Prof. Dr. Gürsakal insanlığın artık robotların devreye girmesi ile tarihte ilk kez farklı bir durumla karşı karşıya kaldığını, "gümbür gümbür gelen bu yeni sanayi devrimi" ile dünyanın devasa boyutlarda işsizlik sorunu ile yüzleşeceğini söylüyor.Sorularımız ve Prof. Dr. Gürsakal'ın çarpıcı gözlemleri, değerlendirmeleri şöyle:
Hocam,
uzmanlığınızla, istatistik ile başlayalım. Yaygın şekilde
veri sıkıntısı yaşıyoruz. TÜİK de olmasa hiç bir konuda
elimizde rakam, bilgi olmayacak... Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Veri meselesi bir
kültür meselesi. Önce, dünya ne tarafa gidiyor ona bakmak
isterim. Dünyada kalite yöntemleri uygulandı. 'Total Quality',
ardından '6 Sigma' vs. 'Total Quality' Japon kaynaklı bir yönetim
anlayışıydı. '6 Sigma' Amerika'dan, Motorola'dan gelen bir
kalite anlayışıydı. Ama bu kalite anlayışlarının içinde,
istatistik gittikçe çok önemli bir hale geldi. Hatta bu tür
toplantılarda anlayış o hale geldi ki, 'Elinde veri olmadan
konuşma' denildi. Hangi açıdan? Firma açısından. Bu işler
gelişti, gelişti, gelişti ve özellikle Amerika'da, istatistiğin
üstüne, istatistiğe benzer, 'Veri Bilim' adında (data science)
bir dal gelişti. Bugün Amerika'da en fazla parayı 'Veri
Bilimciler' kazanıyor. 'Veri Bilim' ile istatistiğin farkı var.
Veri bilim, veriden bir takım ürünler üretiyor. İşin teknik
tarafı, ama veri olmadan hiçbir şeyi yönetmek mümkün değildir...
Daha doğrusu verisiz doğru karar vermek mümkün değildir.
Elinizde ne kadar veri varsa o kadar doğru karar verirsiniz. Bu
kişilerin, işadamlarının yatırım kararları için de böyle,
firmaların kararları için de böyle. Bu, ülke yönetimi için de
böyle...
Kentlerin yönetimi
çerçevesinde en son 'smart city' (akıllış şehir) gündeme
geldi. Bir şehrin 'akıllı şehir', veya bir binanın 'akıllı
bina' olabilmesi veri olmadan mümkün olabilir mi? Bina ısıya
ilişkin veriyi toplayacak, neme ilişkin veriyi toplayacak, başka
konularda veri toplayacak, ona göre çalışacak...
Bizde veri konusunda
hata çok. Örneğin, TUİK Bursa, Bilecik ve Eskişehir'i birlikte
veriyor. Niye? Zamanında AB böyle istemiş. Bir kararnameyle. Oysa
Bursa ile Bilecik'in hiç bir benzer tarafı yok. Eskişehir'in de
yok. Neden üçü bir arada enflasyon yayınlanıyor? Ben bunu
anlamıyorum. Bu mümkün de değil. Zamanında AB demiş ki,
'Bunları bir araya getirin'. Mantık yok. Verinin talebe göre
toplanması lazım.
Kültür dedim ya,
örneğin caddede dolaşıyorsun, birisi yaklaştı soru soruyor,
anket yapıyor. Aslında onların çoğu anket değil. Çünkü amacı
sana soru sormak değil. Diyelim sana devremülk pazarlamak... Veri
kültürü böyle de bozuluyor. Sonra da veri önemsiz hale geliyor.
Oysa günümüzün, kabul edelim, en gelişmiş ekonomisi Amerika.
Amerika'da veriye petrol gözüyle bakılıyor. Yakında bir 'Veri
Borsası' kurma önerileri var. Doğru veri, sağlıklı veri,
herşey...
Veri veri... Şu büyük
şirketlerde adamlar sabah akşam veriyle uğraşıyor, her saniye
raporlar geliyor.
Verinin iki yanı
var, biz gazeteciler açsından, dünyayı, olup biteni anlamak,
yorumlamak ve doğru yansıtmak. Diğeri de yönetenlerin elindeki
verilerle toplumu doğru yönetmesi galiba... Verisizlik veya eksik
verinin sonuçları hakkında ne dersiniz?
Doğru veri olmadığı
zaman alacağınız kararlar yanış olur. Bu kadar basit. Yanlış
karar verirsin. Borsa hakkında iyi bilgi sahibi değilsen, doğru
senede yatırım yapamazsın. Doğru hisse senedine yatırım
yapamazsan da, paranı kaybedersin. Bu kadar da basit... Elinde işin
nereye gittiğini anlayabileceğin veriler olmazsa, veya topladığın
verilere göre karar verip devam etmezsen, sonuçları mutlaka
olumsuz olacaktır. En basiti, sabah erken evden çıkarken, çok iyi
bir hava raporuna sahipsen, -Microsoft şimdi 'whether.com' diye çok
büyük bir şirket kuruyor-, yanına şemsiye alırsın, veya
almazsın. Olacaklara uygun giyinirsen, zatürre olmazsın, nezle
olmazsın ya da boşu boşuna yanında bir şemsiye taşımış
olmazsın. Veri var, senin verdiğin karar var ve onun sonuçları
var. Sonuçları kesinlikle olur. Teknolojinin sürekli olarak
bilgisayara, yazılıma doğru gittiğini biliyoruz. Şu cebimizde
taşıdığımız akıllı telefonlar yazılımla çalışıyor. Her
iş yazılımla başlıyor, yazılımla bitiyor. Dünyada 'UBER' diye
bir şirket var. Şirkette taksi kiralanıyor. Ama şirketin bir tane
taksisi yok... Tek bir taksisi bile olmayan şirketin bugünkü
değeri General Motors'un değerinden daha büyük. Tek bir tane
odası, binası olmayan 'airbnb'nin değeri dünya kadar. 'Bed and
Breakfast', insanların kullanmadığı evini, yazlığını kiraya
veriyor. Yatak, kahvaltı. Uçak biletleri düzenliyor. Bu airbnb,
uber nedir, birer yazılım. Platform... 'Bu şirket bir yazılım
platformudur' dediğinizde ne anlama geliyor? Hiç... Standart bakış
açısıyla hiçbirşey anlatmıyor, şunu üretiyor, satıyor
diyeceğiniz birşey yok. Tabi bu bize, gümbür gümbür gelen yeni
bir sanayi devrimini anlatıyor. Yeni bir sanayi devrimi ile karşı
karşıyayız.
Sonuçlar diyorsun, bir
defa çok iyi araştırıyorlar. Büyük firmalar Türkiye'den çok
daha kaliteli ve daha ucuz emeğin olduğu bir yeri bulurlarsa, denk
getirse, orada yatırım yapmaz mı? Nasıl tutacaksın buradaki
fabrikaları...
Yeni sanayi devrimi,
Endüstri 4.0 deyince korkuyorum biraz. Çünkü Türkiye olarak
teknolojide hep üretici değil, kullanıcı pozisyonlardayız.
Kapıda mevcut pozisyonu da kaybetme riski mi var?
İnsan Kaynakları
konusunda, Çalışma Ekonomisi ile ilgilenen arkadaşlarla ben
senelerdir bu yazılımın, bilgisayarların işsizliği nasıl
etkileyeceğini konuşurum. Tartışma şuydu eskiden: Bu teknoloji
bazı işleri ortadan kaldırdığı gibi, yeni birtakım fırsatlar,
istihdam olanakları oluşturur. Bu nedenle o kadar da kötü birşey
değildir. Şimdi Endüstri 4.0 ile bu noktayı geçtik. Bu iki kere
ikinin dört etmesi kadar net. Gelecekte dünya çok büyük işsizlik
sorunları ile uğraşacak. Bunu söylemek falcılık malcılık
değil. Zaten başladı. Herşeyi insanlar değil, robotlar yapacak.
Bugün git, TOFAŞ'a, başka büyük kuruluşlara, robotu görürsün.
İşsizlikte inanılmaz boyutlarda sorunlarla karşılaşacağız.
Yok, yeni istihdam olanakları falan... Olsa bile çok az olacak.
Öbür yanda, önüne gelen mesleği tırpanlayacak. 1980'lerden
başlayalım, gazetelerde neler vardı neler... Dizgiciler,
pikajçıları, montajcılar... Bu mesleklerin hepsi bilgisayarla
ortadan kalktı. Mesela akıllı cep telefonlarında bir özellik
var. Notlar'da mikrofona bastığın zaman, telefon senin konuşmanı,
doğru bir şekilde yazıyor... Artık sekretere falan gerek yok...
Oradan bir de mail at kendine, al sana broşür, kitap, dizgisi de
olmuş şekilde. Yani işsizlik konusunda çok büyük sorunlar var
ufukta. Dünya böyle bir tarafa gidiyor. Herkesle birlikte biz de
bundan olumsuz etkilenirsek, etkileniriz.
Ama teknoloji konusunda
asıl mesele şu: herkes yazılımla uğraşırken... Bakın
Hindistan'da çok büyük yatırımlar yapılıyor. Güney Kore çok
ilerde. Açık konuşalım. Samsung işe yazılımla falan başlamadı
ki... Samsung meyve sevze ihracat şirketiymiş.. Bizim Merinos Yünlü
Sanayi fabrikası ile birlikte başlamışlar...
Merinos ve Samsung'un
öyküsü iki ayrı tercihi mi yansıtıyor?
Güney Kore... Bizim
Kore gazilerimiz var. Hangi durumlarda olduklarını çok iyi
biliriz. Ama onlar teknolojiyi seçtiler. Biz teknolojiyi seçmedik.
Seçmemiz lazım. Bu ülkenin insanı da bu işi yapabilir.
Amerika'da, başka yerlerde çok başarılı olan insanlarımız var.
Niye yapamasın? Neden okullarda daha fazla yazılım dersi
öğretilmesin? Üstelik eğitim de değişti. Kitle halinde eğitim
veren internet siteleri var artık. Ha, dil sorunu var, ama
çevirilebilir, olur biter. Eğitim bina demek değil. Durmadan bina
yapmamamız gerekiyor. Bir bilgisayar, iyi bir internet bağlantısı,
eğitimde çok şeyi halleder.
Üniversitelerde
neden 'cod' yazma gibi işin asıl teknolojik yönüyle
ilgilenilmiyor?
Tamamen yok değil,
üniversitelerde dersler de var, ama bu iş liseden, ortaokuldan bile
başlayabilir. İkincisi, bizim mantığımız, devlet
üniversitelerini düşünürsek, 'Herkes ne kadar para alacaksa
yazılımcı da o kadar alacak'... Derece, kademe, gösterge falan.
Yazılımcı biraz fazla istiyorsa veremeyiz. Vermediğin zaman da
adam gelmiyor. Çünkü 'Standart memur değilim, dışarıda bana
daha fazla para veriyorlar' diyor, 'kendime iş kurarım' diyor. Bu
işin başka bir anlayışla yapılması lazım. Ama çok önemli bir
iş. Yazılım için fabrikaya, fazla yatırıma gerek yok. Yazılım
sadece bilgi ile dönüyor. Hatta Türkiye'de oturup, Amerika'daki
yazılım firmalarına çalışan insanlar var. Hintliler bunu uzun
yıllardır yapıyorlardı. Amerika'da büyük firmaların muhasebesi
Hindistan'da tutuluyor. Küreselleşmenin getirdiği şeyler bunlar.
Mekanın önemi yok. Köprü, yol, otoyol, liman ekonominin
çarklarının dönmesi için elbette elzem, ama yazılım konusu
binayla olmuyor. Bilgi, merak, heves...
Herhalde bütün
üniversitelerde teknopark var. Ama üniversite-sanayi işbirliği
çabaları kimseyi mutlu etmiyor. Ne düşünüyorsunuz?
Bildiğim bir şey
var. 1976'dan beri akademide başladım, işadamı derneklerinde
olsun, BTSO'da olsun çalışmalarım oldu. Tanırım. Hiç teknoparkı
hesaba katmadan söylüyorum, üniversite-sanayi işbirliği Türkiye'de hiç bir
şekilde doğru düzgün olmadı. Olmadı, biz bunu kotaramadık.
Teknoparklar vs. organizasyonlarda hatalar da olabilir.
Neden?
Önce iki taraf da
birbirine çok samimi bakmıyor. Asıl mesela orada.
Bir şirket, 'Benim
şöyle bir sorunum var, ey Uludağ Üniversitesi, ya da ULUTEK gel,
bir çözüm bul buna' demiyor mu?
Şimdi Teknoloji
Transfer Merkezleri var. Mekanizmaların çoğu şu anda kurulmuş
durumda. Mekanizmalar var. Ama karşılıklı samimiyette ben
eksiklik görüyorum. Yani ben bir şirket sahibiyim, şöyle bir
şeye ihtiyacım var diye gidip Teknoloji Transfer Merkezi'ne
başvuruyorum. O belki o beni Teknopark'taki bir firmayla
tanıştıracak vs. Yine Türkiye genelinde üniversitelerin büyük
bir çoğunluğu teknolojik devrime uyum sağlayamadı. Çok çok
yeni bir şey. Ders programlarının bile teknolojiye göre elden
geçirilip değiştirilmesi gerekiyor. Burada sorumluluk çok önemli.
Yani, anlayış olarak, 'Ben konuşuyorsam, ben hiçbir şeyden
sorumlu değilim'. 'Hep benim dışımdakiler kötü, yanış,
sorumlu, sorunlu'.. Oysa bu işlerde hepimizin sorumluluğu var.
Akademi tarafında da olsak, sanayi tarafında da olsak, bunlar
birlikte yürütülecek şeyler. Takım oyununu hiç bir zaman
beceremiyoruz. Açıkça hatamızı görelim. Genelde bizim
alışageldiğimiz oyuncu tipi, topu alıp, herkesi çalımlayıp,
tek başına gidip golü atandır!
Üniversitenin
birisinden bir teknoloji şirketi çıksın, 'Tek başıma yaptım,
ben yaptım ulan' desin, herkesi çalımlasın... O da yok!
Yok yok.. Yani
Samsung gibi birşey yok. O düzeyde, küresel diyorsan yok. Ama, hiç
yok değil. Örneğin Vestel'in televizyon vs. konularında
yararlandığı çalışmalar olduğunu düşünüyorum. Tabi
teknoloji tarafını çok fazla bilmiyorum. Arçelik'in de kocaman
Ar-Ge merkezi var. Var, hiç yok demek haksızlık olur. Vestel,
Arçelik, Beko da küresel anlamda iş yapıyor. Ama konuştuğumuz
hikaye başka. Teknoloji işinde en büyük para galiba tıp, sağlık
alanından gelecek. Genetikle, ilaçlarla ilgili hikayeler... Ağlar
konusundaki çalışmalar.. Aldı başını gidiyor.
Tıpla ilgili
teknolojiler Türkiye'nin neredeyse hiç olmadığı bir alan.
Yani evet eksideyiz,
eksiğiz. Çünkü insan gerçeği ne zaman doğru dürüst görürse
ona göre hareket eder. Daha çok sosyal bilimlere yöneliyoruz. Daha
kolayına kaçıyoruz...
'Anlat evladım...'
'Anlat, anlat..'
'Maddeler halinde sıralayınız!' Ya, analitik bakış açısı...
gerekli olan bu.
Bizde yerli teknoloji
üretememe durumu... Sanki yapısal sorunlarımız var. Örneğin
teknolojinin en ileri düzeyde kullanıldığı otomotiv sektöründe,
burada hangi arabanın, hangi parçasının nasıl yapılacağı,
teknik resimlerine kadar dışarıdan geliyor. Fabrikaların
neredeyse mühendise bile ihtiyacı yok diye düşünüyor insan...
Teknoloji hazır. Lisanslar nedeniyle üzerinde oynama şansın da
yok. Bize sadece 'Gel kardeşim, sen sadece ucuz işçisin, şunu
yap' deniyormuş gibi...
Doğru. Ama ben de
diyorum ki, ya da çoğu insan diyor ki, onların her dediğine
uymayacak derecede güçlü olalım. Biz de bir takım şeyler
yapalım. Haklısın. Burada model belirlenmiyor. Hatta çok önemli
parçalar burada üretilmiyor. Ama biz de bu üretime daha fazla
katılmak için daha fazla çaba harcayamaz mıyız? Küresel
şirketler gerçekten çok büyük şirketler. Ama sen eğitiminle,
teknolojinle yava yavaş kendi tasarımını yapmaya, kendi markanı
üretmeye başladığın anda, onların da sana bakışı
değişecektir. Örnek, Güney Kore... Nasıl yapmış. Bu dediğim
dedik çokuluslu şirketlerin laflarını başında dinliyor muydu,
dinlemiyormuydu? Hindistan, dinliyor muydu, dinlemiyor muydu? Ama
kıpırdamak lazım.
Lisanslı üretimin
en yoğun olduğu sektör otomotiv galiba.
Otomotiv, makine
sanayi son derece önemli. Savunma sanayiine çok kolay dönüşebilir.
Dünyada böyle bilinir. Bu sektörlerin yazılıma büyük önem
vermeleri gerekir. Steave Jobs'un hayatına bakın. Üniversiteyi
bırakıyor çoğu gibi. Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'e
bakın... Amerikan donanmasının hurdalığından topladıklarıyla
bilgisayar yapıyor. İlk yaptığı işlerden birisi hurdalıklardan
topladıklarıyla bedava telefon görüşmesi yapmak... 100 dolarla
satıyorlar. Hatta papaya bedava telefon açıyorlar. Bunlar okulu
asan gencecik çocuklar... Bu bir kültür. Bizde herkes facebook'ta.
Herkes kullanıcı, en önemli fark bu. Türkiye 'smart phone'a en
fazla para yatıran ülkelerden birisi. Bu olmaz! Bu parayı verelim
belki, ama üretelim birşeyler. 'Tarımı bırak' falan havalı
laflar söyleniyor. Ama dönüp dolaşıp tarımda da iş teknolojiye
geliyor. Nedeni verimlilik...
Herşey, bilgisayara,
yazılıma mı odaklanıyor?
Yazılım konusunda
şöyle bir gelişme var. İş dünyasının bunu mutlaka gözönüne
alması gerekir. 'Açık kaynak kodlu yazılım' sürekli ön plana
çıkıyor. Microsoft gibi bir yazılım devi açık kaynak kodlu
yazılımları destekliyor. 'Açık kaynak kodlu' ne demek? Kodları
herkes alıp istediği şekilde kullanabilir, demek. İnternetteki
bir yazılım açık kaynak kodluysa, herkesin kullanımına açıktır.
Biz istersek de,
microsof, windows'un kodlarını alamayız. Çünkü firma onu satar.
Ama 'linux' herkese açıktır. Adamın birisi Benford Yasası diye
birşey bulmuş. Elinizde muhasebe verileri gibi veriler varsa,
sayıların ilk hanelerinin dağılımının grafiğini bulmuş...
Genelde rakamların başında 1,2,3 çok olur ama, 9 çok az olur.
Verileri aldın, doğru mu yanlış mı, bedava test ediyorsun. Test
ettin, o dağılıma uygun çıkmadı, o zaman aklına, 'Acaba bu
rakamlarla oynayanlar mı var' diye düşünüyorsun, soruyorsun.
Bunu yapmak bugün bedava. Kaç kişi raporları test ediyor? Bana
kalırsa hiç kimse. Açıkçası muhasebecilerin çoğu da 'Benford
Yasası', paket maket duymamıştır. Yanına varan yok. Yani
yazılıma yakın duran yok. Oysa bedava... 'PYTHON Yasası'... Bilgi
ortak. Üretirken de herkes ortak üretiyor. Bizim üniversite güzel
birşey yaptı. Veri tabanını sanayiye açtı.
Uludağ Üniversitesi'nde hocaların kullandığı makaleleri sanayiciler görebiliyor artık. Yurt dışında benzer kaynaklarda binlerce makale var. Hocaların, doktora öğrencinin bütün makalelerine buradan ulaşılabilir.
Uludağ Üniversitesi'nde hocaların kullandığı makaleleri sanayiciler görebiliyor artık. Yurt dışında benzer kaynaklarda binlerce makale var. Hocaların, doktora öğrencinin bütün makalelerine buradan ulaşılabilir.
İş yapma yöntemleri
gibi meslekler de eskiyor. Geleceğin işlerinden söz eder misiniz?
Yaş ortalaması
artıyor. Kısa dönemde alzheimer, parkinson'un çaresi yok gibi...
Yaşlılarla ilgili sorunlar, yaşlı bakımı bir numaraya çıkacak.
Diğer ucunda da yapay zeka, makinenin öğrenmesi çok çarpıcı
gelişiyor. Yani makine internet sayesinde 'Büyük Veri'den
öğreniyor, ona göre, sen ne istiyorsan onu yapıyor. Ve kullanmayı
çoğu zaman bilmiyoruz teknolojiyi. Elimizde İphone var ama,
özelliklerinin yarısını bile kullanamıyoruz.
Akademisyenler için
söyleyeyim. Google'in 'Google Alert' diye bir hizmeti var. Diyelim,
birisi büyük veri konusunda doktora yapacak. Oraya 'uyar beni' ve
'big data' yazıyorsun. Konunla ilgli anahtar kelimeleri giriyorsun.
Google Alert sana dünyada o konuda ne yazılmışsa topluyor,
maillle gönderiyor... Bedava... Bedava olan şeyleri de
kullanmıyoruz.
"MAÇ İNSANLA MAKİNE ARASINDA... YANİ DURUM VAHİM..."
Pek çok şeye
hazırlıksız mı yakalanıyoruz?
Biz neden teknolojiyi
konuşuyoruz? 2020'ye doğru sürücüsüz arabalar geliyor. Sürücüz
araba demek yazılım demek. Gazetelerde okuyoruz, 'Fiat Google ile
konuşuyor, anlaşıyor' vs. Teknolojik devrimler, sanayi devrimleri
çok büyük devrimlere, savaşlara yol açıyor. Bunun lamı cimi
yok. Zamanında at arabası kullananlar, trenleri taşlayanlar...
Bunların hepsi oldu. Yine olmaya devam edecek. Teknoloji ile insan
arasında bir itiş kakış asırlardır var. Tekerlek 2 bin yıldır
var. Ama kendi kendine dönünce, at işini kaybetti. Şimdi dikkat
et, kritik bir noktadayız... İnsanlar sanki makineye karşı
yenilmeye başladı, bazı oyunlarda... Çok farklı bir nokta.
Eskiden işler insanlar arasında değişiyordu. At arabacılar
kaybetmiş, otomobilciler kazanmıştı. Dizgiciler kaybetti,
bilgisayar yazılımcıları kazandı. Ama yine kazanan bir insandı
sonuçta. Şimdi maç insanla makine arasında yapılıyor... Yani
durum vahim. Sadece Türkiye değil, dünya geneli için
söylüyorum...
Not. Bu yazı Ekohaber Gazetesi'nin 1053 sayısında yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder