11 Temmuz 2016 Pazartesi

Yeni bir sanayi devrimi gümbür gümbür geliyor!


Uludağ Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Necmi Gürsakal, sadece akademi dünyasında değil, Bursa'da başta BTSO ve BUSİAD olmak üzere iş dünyasında da yakından tanınan, bilinen, sanayicilerle yakın ilişkileri olan bir isim. Prof. Dr. Gürsakal ile üniversitede görev yaptığı anabilimdalı istatistikten başlayıp, teknolojideki değişimleri, trendleri konuştuk. 
Amerika'da verinin petrolden değerli hale geldiğini söyleyen Prof. Dr. Gürsakal, bu ülkede en çok parayı veri bilimcilerin kazandığına dikkat çekti ve Türkiye'de "veri" sorununun ülke yönetimi dahil her düzeyde ciddi sonuçları olacağını vurguladı. Çarpıcı teknoloji öykülerine değinirken ise, Prof. Dr. Gürsakal insanlığın artık robotların devreye girmesi ile tarihte ilk kez farklı bir durumla karşı karşıya kaldığını, "gümbür gümbür gelen bu yeni sanayi devrimi" ile dünyanın devasa boyutlarda işsizlik sorunu ile yüzleşeceğini söylüyor.Sorularımız ve Prof. Dr. Gürsakal'ın çarpıcı gözlemleri, değerlendirmeleri şöyle:


Hocam, uzmanlığınızla, istatistik ile başlayalım. Yaygın şekilde veri sıkıntısı yaşıyoruz. TÜİK de olmasa hiç bir konuda elimizde rakam, bilgi olmayacak... Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Veri meselesi bir kültür meselesi. Önce, dünya ne tarafa gidiyor ona bakmak isterim. Dünyada kalite yöntemleri uygulandı. 'Total Quality', ardından '6 Sigma' vs. 'Total Quality' Japon kaynaklı bir yönetim anlayışıydı. '6 Sigma' Amerika'dan, Motorola'dan gelen bir kalite anlayışıydı. Ama bu kalite anlayışlarının içinde, istatistik gittikçe çok önemli bir hale geldi. Hatta bu tür toplantılarda anlayış o hale geldi ki, 'Elinde veri olmadan konuşma' denildi. Hangi açıdan? Firma açısından. Bu işler gelişti, gelişti, gelişti ve özellikle Amerika'da, istatistiğin üstüne, istatistiğe benzer, 'Veri Bilim' adında (data science) bir dal gelişti. Bugün Amerika'da en fazla parayı 'Veri Bilimciler' kazanıyor. 'Veri Bilim' ile istatistiğin farkı var. Veri bilim, veriden bir takım ürünler üretiyor. İşin teknik tarafı, ama veri olmadan hiçbir şeyi yönetmek mümkün değildir... Daha doğrusu verisiz doğru karar vermek mümkün değildir. Elinizde ne kadar veri varsa o kadar doğru karar verirsiniz. Bu kişilerin, işadamlarının yatırım kararları için de böyle, firmaların kararları için de böyle. Bu, ülke yönetimi için de böyle...
Kentlerin yönetimi çerçevesinde en son 'smart city' (akıllış şehir) gündeme geldi. Bir şehrin 'akıllı şehir', veya bir binanın 'akıllı bina' olabilmesi veri olmadan mümkün olabilir mi? Bina ısıya ilişkin veriyi toplayacak, neme ilişkin veriyi toplayacak, başka konularda veri toplayacak, ona göre çalışacak...
Bizde veri konusunda hata çok. Örneğin, TUİK Bursa, Bilecik ve Eskişehir'i birlikte veriyor. Niye? Zamanında AB böyle istemiş. Bir kararnameyle. Oysa Bursa ile Bilecik'in hiç bir benzer tarafı yok. Eskişehir'in de yok. Neden üçü bir arada enflasyon yayınlanıyor? Ben bunu anlamıyorum. Bu mümkün de değil. Zamanında AB demiş ki, 'Bunları bir araya getirin'. Mantık yok. Verinin talebe göre toplanması lazım.
Kültür dedim ya, örneğin caddede dolaşıyorsun, birisi yaklaştı soru soruyor, anket yapıyor. Aslında onların çoğu anket değil. Çünkü amacı sana soru sormak değil. Diyelim sana devremülk pazarlamak... Veri kültürü böyle de bozuluyor. Sonra da veri önemsiz hale geliyor. Oysa günümüzün, kabul edelim, en gelişmiş ekonomisi Amerika. Amerika'da veriye petrol gözüyle bakılıyor. Yakında bir 'Veri Borsası' kurma önerileri var. Doğru veri, sağlıklı veri, herşey...
Veri veri... Şu büyük şirketlerde adamlar sabah akşam veriyle uğraşıyor, her saniye raporlar geliyor.

Verinin iki yanı var, biz gazeteciler açsından, dünyayı, olup biteni anlamak, yorumlamak ve doğru yansıtmak. Diğeri de yönetenlerin elindeki verilerle toplumu doğru yönetmesi galiba... Verisizlik veya eksik verinin sonuçları hakkında ne dersiniz?

Doğru veri olmadığı zaman alacağınız kararlar yanış olur. Bu kadar basit. Yanlış karar verirsin. Borsa hakkında iyi bilgi sahibi değilsen, doğru senede yatırım yapamazsın. Doğru hisse senedine yatırım yapamazsan da, paranı kaybedersin. Bu kadar da basit... Elinde işin nereye gittiğini anlayabileceğin veriler olmazsa, veya topladığın verilere göre karar verip devam etmezsen, sonuçları mutlaka olumsuz olacaktır. En basiti, sabah erken evden çıkarken, çok iyi bir hava raporuna sahipsen, -Microsoft şimdi 'whether.com' diye çok büyük bir şirket kuruyor-, yanına şemsiye alırsın, veya almazsın. Olacaklara uygun giyinirsen, zatürre olmazsın, nezle olmazsın ya da boşu boşuna yanında bir şemsiye taşımış olmazsın. Veri var, senin verdiğin karar var ve onun sonuçları var. Sonuçları kesinlikle olur. Teknolojinin sürekli olarak bilgisayara, yazılıma doğru gittiğini biliyoruz. Şu cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlar yazılımla çalışıyor. Her iş yazılımla başlıyor, yazılımla bitiyor. Dünyada 'UBER' diye bir şirket var. Şirkette taksi kiralanıyor. Ama şirketin bir tane taksisi yok... Tek bir taksisi bile olmayan şirketin bugünkü değeri General Motors'un değerinden daha büyük. Tek bir tane odası, binası olmayan 'airbnb'nin değeri dünya kadar. 'Bed and Breakfast', insanların kullanmadığı evini, yazlığını kiraya veriyor. Yatak, kahvaltı. Uçak biletleri düzenliyor. Bu airbnb, uber nedir, birer yazılım. Platform... 'Bu şirket bir yazılım platformudur' dediğinizde ne anlama geliyor? Hiç... Standart bakış açısıyla hiçbirşey anlatmıyor, şunu üretiyor, satıyor diyeceğiniz birşey yok. Tabi bu bize, gümbür gümbür gelen yeni bir sanayi devrimini anlatıyor. Yeni bir sanayi devrimi ile karşı karşıyayız.
Sonuçlar diyorsun, bir defa çok iyi araştırıyorlar. Büyük firmalar Türkiye'den çok daha kaliteli ve daha ucuz emeğin olduğu bir yeri bulurlarsa, denk getirse, orada yatırım yapmaz mı? Nasıl tutacaksın buradaki fabrikaları...

Yeni sanayi devrimi, Endüstri 4.0 deyince korkuyorum biraz. Çünkü Türkiye olarak teknolojide hep üretici değil, kullanıcı pozisyonlardayız. Kapıda mevcut pozisyonu da kaybetme riski mi var?

İnsan Kaynakları konusunda, Çalışma Ekonomisi ile ilgilenen arkadaşlarla ben senelerdir bu yazılımın, bilgisayarların işsizliği nasıl etkileyeceğini konuşurum. Tartışma şuydu eskiden: Bu teknoloji bazı işleri ortadan kaldırdığı gibi, yeni birtakım fırsatlar, istihdam olanakları oluşturur. Bu nedenle o kadar da kötü birşey değildir. Şimdi Endüstri 4.0 ile bu noktayı geçtik. Bu iki kere ikinin dört etmesi kadar net. Gelecekte dünya çok büyük işsizlik sorunları ile uğraşacak. Bunu söylemek falcılık malcılık değil. Zaten başladı. Herşeyi insanlar değil, robotlar yapacak. Bugün git, TOFAŞ'a, başka büyük kuruluşlara, robotu görürsün. İşsizlikte inanılmaz boyutlarda sorunlarla karşılaşacağız. Yok, yeni istihdam olanakları falan... Olsa bile çok az olacak. Öbür yanda, önüne gelen mesleği tırpanlayacak. 1980'lerden başlayalım, gazetelerde neler vardı neler... Dizgiciler, pikajçıları, montajcılar... Bu mesleklerin hepsi bilgisayarla ortadan kalktı. Mesela akıllı cep telefonlarında bir özellik var. Notlar'da mikrofona bastığın zaman, telefon senin konuşmanı, doğru bir şekilde yazıyor... Artık sekretere falan gerek yok... Oradan bir de mail at kendine, al sana broşür, kitap, dizgisi de olmuş şekilde. Yani işsizlik konusunda çok büyük sorunlar var ufukta. Dünya böyle bir tarafa gidiyor. Herkesle birlikte biz de bundan olumsuz etkilenirsek, etkileniriz.
Ama teknoloji konusunda asıl mesele şu: herkes yazılımla uğraşırken... Bakın Hindistan'da çok büyük yatırımlar yapılıyor. Güney Kore çok ilerde. Açık konuşalım. Samsung işe yazılımla falan başlamadı ki... Samsung meyve sevze ihracat şirketiymiş.. Bizim Merinos Yünlü Sanayi fabrikası ile birlikte başlamışlar...

Merinos ve Samsung'un öyküsü iki ayrı tercihi mi yansıtıyor?

Güney Kore... Bizim Kore gazilerimiz var. Hangi durumlarda olduklarını çok iyi biliriz. Ama onlar teknolojiyi seçtiler. Biz teknolojiyi seçmedik. Seçmemiz lazım. Bu ülkenin insanı da bu işi yapabilir. Amerika'da, başka yerlerde çok başarılı olan insanlarımız var. Niye yapamasın? Neden okullarda daha fazla yazılım dersi öğretilmesin? Üstelik eğitim de değişti. Kitle halinde eğitim veren internet siteleri var artık. Ha, dil sorunu var, ama çevirilebilir, olur biter. Eğitim bina demek değil. Durmadan bina yapmamamız gerekiyor. Bir bilgisayar, iyi bir internet bağlantısı, eğitimde çok şeyi halleder.

Üniversitelerde neden 'cod' yazma gibi işin asıl teknolojik yönüyle ilgilenilmiyor?

Tamamen yok değil, üniversitelerde dersler de var, ama bu iş liseden, ortaokuldan bile başlayabilir. İkincisi, bizim mantığımız, devlet üniversitelerini düşünürsek, 'Herkes ne kadar para alacaksa yazılımcı da o kadar alacak'... Derece, kademe, gösterge falan. Yazılımcı biraz fazla istiyorsa veremeyiz. Vermediğin zaman da adam gelmiyor. Çünkü 'Standart memur değilim, dışarıda bana daha fazla para veriyorlar' diyor, 'kendime iş kurarım' diyor. Bu işin başka bir anlayışla yapılması lazım. Ama çok önemli bir iş. Yazılım için fabrikaya, fazla yatırıma gerek yok. Yazılım sadece bilgi ile dönüyor. Hatta Türkiye'de oturup, Amerika'daki yazılım firmalarına çalışan insanlar var. Hintliler bunu uzun yıllardır yapıyorlardı. Amerika'da büyük firmaların muhasebesi Hindistan'da tutuluyor. Küreselleşmenin getirdiği şeyler bunlar. Mekanın önemi yok. Köprü, yol, otoyol, liman ekonominin çarklarının dönmesi için elbette elzem, ama yazılım konusu binayla olmuyor. Bilgi, merak, heves...

 Herhalde bütün üniversitelerde teknopark var. Ama üniversite-sanayi işbirliği çabaları kimseyi mutlu etmiyor. Ne düşünüyorsunuz?

Bildiğim bir şey var. 1976'dan beri akademide başladım, işadamı derneklerinde olsun, BTSO'da olsun çalışmalarım oldu. Tanırım. Hiç teknoparkı hesaba katmadan söylüyorum, üniversite-sanayi işbirliği Türkiye'de hiç bir şekilde doğru düzgün olmadı. Olmadı, biz bunu kotaramadık. Teknoparklar vs. organizasyonlarda hatalar da olabilir.

Neden?

Önce iki taraf da birbirine çok samimi bakmıyor. Asıl mesela orada.

Bir şirket, 'Benim şöyle bir sorunum var, ey Uludağ Üniversitesi, ya da ULUTEK gel, bir çözüm bul buna' demiyor mu?

Şimdi Teknoloji Transfer Merkezleri var. Mekanizmaların çoğu şu anda kurulmuş durumda. Mekanizmalar var. Ama karşılıklı samimiyette ben eksiklik görüyorum. Yani ben bir şirket sahibiyim, şöyle bir şeye ihtiyacım var diye gidip Teknoloji Transfer Merkezi'ne başvuruyorum. O belki o beni Teknopark'taki bir firmayla tanıştıracak vs. Yine Türkiye genelinde üniversitelerin büyük bir çoğunluğu teknolojik devrime uyum sağlayamadı. Çok çok yeni bir şey. Ders programlarının bile teknolojiye göre elden geçirilip değiştirilmesi gerekiyor. Burada sorumluluk çok önemli. Yani, anlayış olarak, 'Ben konuşuyorsam, ben hiçbir şeyden sorumlu değilim'. 'Hep benim dışımdakiler kötü, yanış, sorumlu, sorunlu'.. Oysa bu işlerde hepimizin sorumluluğu var. Akademi tarafında da olsak, sanayi tarafında da olsak, bunlar birlikte yürütülecek şeyler. Takım oyununu hiç bir zaman beceremiyoruz. Açıkça hatamızı görelim. Genelde bizim alışageldiğimiz oyuncu tipi, topu alıp, herkesi çalımlayıp, tek başına gidip golü atandır!

Üniversitenin birisinden bir teknoloji şirketi çıksın, 'Tek başıma yaptım, ben yaptım ulan' desin, herkesi çalımlasın... O da yok!

Yok yok.. Yani Samsung gibi birşey yok. O düzeyde, küresel diyorsan yok. Ama, hiç yok değil. Örneğin Vestel'in televizyon vs. konularında yararlandığı çalışmalar olduğunu düşünüyorum. Tabi teknoloji tarafını çok fazla bilmiyorum. Arçelik'in de kocaman Ar-Ge merkezi var. Var, hiç yok demek haksızlık olur. Vestel, Arçelik, Beko da küresel anlamda iş yapıyor. Ama konuştuğumuz hikaye başka. Teknoloji işinde en büyük para galiba tıp, sağlık alanından gelecek. Genetikle, ilaçlarla ilgili hikayeler... Ağlar konusundaki çalışmalar.. Aldı başını gidiyor.

Tıpla ilgili teknolojiler Türkiye'nin neredeyse hiç olmadığı bir alan.

Yani evet eksideyiz, eksiğiz. Çünkü insan gerçeği ne zaman doğru dürüst görürse ona göre hareket eder. Daha çok sosyal bilimlere yöneliyoruz. Daha kolayına kaçıyoruz...

'Anlat evladım...'

'Anlat, anlat..' 'Maddeler halinde sıralayınız!' Ya, analitik bakış açısı... gerekli olan bu.

Bizde yerli teknoloji üretememe durumu... Sanki yapısal sorunlarımız var. Örneğin teknolojinin en ileri düzeyde kullanıldığı otomotiv sektöründe, burada hangi arabanın, hangi parçasının nasıl yapılacağı, teknik resimlerine kadar dışarıdan geliyor. Fabrikaların neredeyse mühendise bile ihtiyacı yok diye düşünüyor insan... Teknoloji hazır. Lisanslar nedeniyle üzerinde oynama şansın da yok. Bize sadece 'Gel kardeşim, sen sadece ucuz işçisin, şunu yap' deniyormuş gibi...


Doğru. Ama ben de diyorum ki, ya da çoğu insan diyor ki, onların her dediğine uymayacak derecede güçlü olalım. Biz de bir takım şeyler yapalım. Haklısın. Burada model belirlenmiyor. Hatta çok önemli parçalar burada üretilmiyor. Ama biz de bu üretime daha fazla katılmak için daha fazla çaba harcayamaz mıyız? Küresel şirketler gerçekten çok büyük şirketler. Ama sen eğitiminle, teknolojinle yava yavaş kendi tasarımını yapmaya, kendi markanı üretmeye başladığın anda, onların da sana bakışı değişecektir. Örnek, Güney Kore... Nasıl yapmış. Bu dediğim dedik çokuluslu şirketlerin laflarını başında dinliyor muydu, dinlemiyormuydu? Hindistan, dinliyor muydu, dinlemiyor muydu? Ama kıpırdamak lazım.


Lisanslı üretimin en yoğun olduğu sektör otomotiv galiba.

Otomotiv, makine sanayi son derece önemli. Savunma sanayiine çok kolay dönüşebilir. Dünyada böyle bilinir. Bu sektörlerin yazılıma büyük önem vermeleri gerekir. Steave Jobs'un hayatına bakın. Üniversiteyi bırakıyor çoğu gibi. Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'e bakın... Amerikan donanmasının hurdalığından topladıklarıyla bilgisayar yapıyor. İlk yaptığı işlerden birisi hurdalıklardan topladıklarıyla bedava telefon görüşmesi yapmak... 100 dolarla satıyorlar. Hatta papaya bedava telefon açıyorlar. Bunlar okulu asan gencecik çocuklar... Bu bir kültür. Bizde herkes facebook'ta. Herkes kullanıcı, en önemli fark bu. Türkiye 'smart phone'a en fazla para yatıran ülkelerden birisi. Bu olmaz! Bu parayı verelim belki, ama üretelim birşeyler. 'Tarımı bırak' falan havalı laflar söyleniyor. Ama dönüp dolaşıp tarımda da iş teknolojiye geliyor. Nedeni verimlilik...

Herşey, bilgisayara, yazılıma mı odaklanıyor?

Yazılım konusunda şöyle bir gelişme var. İş dünyasının bunu mutlaka gözönüne alması gerekir. 'Açık kaynak kodlu yazılım' sürekli ön plana çıkıyor. Microsoft gibi bir yazılım devi açık kaynak kodlu yazılımları destekliyor. 'Açık kaynak kodlu' ne demek? Kodları herkes alıp istediği şekilde kullanabilir, demek. İnternetteki bir yazılım açık kaynak kodluysa, herkesin kullanımına açıktır.
Biz istersek de, microsof, windows'un kodlarını alamayız. Çünkü firma onu satar. Ama 'linux' herkese açıktır. Adamın birisi Benford Yasası diye birşey bulmuş. Elinizde muhasebe verileri gibi veriler varsa, sayıların ilk hanelerinin dağılımının grafiğini bulmuş... Genelde rakamların başında 1,2,3 çok olur ama, 9 çok az olur. Verileri aldın, doğru mu yanlış mı, bedava test ediyorsun. Test ettin, o dağılıma uygun çıkmadı, o zaman aklına, 'Acaba bu rakamlarla oynayanlar mı var' diye düşünüyorsun, soruyorsun. Bunu yapmak bugün bedava. Kaç kişi raporları test ediyor? Bana kalırsa hiç kimse. Açıkçası muhasebecilerin çoğu da 'Benford Yasası', paket maket duymamıştır. Yanına varan yok. Yani yazılıma yakın duran yok. Oysa bedava... 'PYTHON Yasası'... Bilgi ortak. Üretirken de herkes ortak üretiyor. Bizim üniversite güzel birşey yaptı. Veri tabanını sanayiye açtı.
Uludağ Üniversitesi'nde hocaların kullandığı makaleleri sanayiciler görebiliyor artık. Yurt dışında benzer kaynaklarda binlerce makale var. Hocaların, doktora öğrencinin bütün makalelerine buradan ulaşılabilir.

İş yapma yöntemleri gibi meslekler de eskiyor. Geleceğin işlerinden söz eder misiniz?

Yaş ortalaması artıyor. Kısa dönemde alzheimer, parkinson'un çaresi yok gibi... Yaşlılarla ilgili sorunlar, yaşlı bakımı bir numaraya çıkacak. Diğer ucunda da yapay zeka, makinenin öğrenmesi çok çarpıcı gelişiyor. Yani makine internet sayesinde 'Büyük Veri'den öğreniyor, ona göre, sen ne istiyorsan onu yapıyor. Ve kullanmayı çoğu zaman bilmiyoruz teknolojiyi. Elimizde İphone var ama, özelliklerinin yarısını bile kullanamıyoruz.
Akademisyenler için söyleyeyim. Google'in 'Google Alert' diye bir hizmeti var. Diyelim, birisi büyük veri konusunda doktora yapacak. Oraya 'uyar beni' ve 'big data' yazıyorsun. Konunla ilgli anahtar kelimeleri giriyorsun. Google Alert sana dünyada o konuda ne yazılmışsa topluyor, maillle gönderiyor... Bedava... Bedava olan şeyleri de kullanmıyoruz.

"MAÇ İNSANLA MAKİNE ARASINDA... YANİ DURUM VAHİM..."

Pek çok şeye hazırlıksız mı yakalanıyoruz?

Biz neden teknolojiyi konuşuyoruz? 2020'ye doğru sürücüsüz arabalar geliyor. Sürücüz araba demek yazılım demek. Gazetelerde okuyoruz, 'Fiat Google ile konuşuyor, anlaşıyor' vs. Teknolojik devrimler, sanayi devrimleri çok büyük devrimlere, savaşlara yol açıyor. Bunun lamı cimi yok. Zamanında at arabası kullananlar, trenleri taşlayanlar... Bunların hepsi oldu. Yine olmaya devam edecek. Teknoloji ile insan arasında bir itiş kakış asırlardır var. Tekerlek 2 bin yıldır var. Ama kendi kendine dönünce, at işini kaybetti. Şimdi dikkat et, kritik bir noktadayız... İnsanlar sanki makineye karşı yenilmeye başladı, bazı oyunlarda... Çok farklı bir nokta. Eskiden işler insanlar arasında değişiyordu. At arabacılar kaybetmiş, otomobilciler kazanmıştı. Dizgiciler kaybetti, bilgisayar yazılımcıları kazandı. Ama yine kazanan bir insandı sonuçta. Şimdi maç insanla makine arasında yapılıyor... Yani durum vahim. Sadece Türkiye değil, dünya geneli için söylüyorum...





Not. Bu yazı Ekohaber Gazetesi'nin 1053 sayısında yayınlandı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder