1 Temmuz 2016 Cuma

Havludan nevresime, turizme bir marka: Özdilek



Bursada kiralık bir dükkanda 1971de havlu satışı ile yola çıkan Hüseyin Özdilek, havluda yarattığı Özdilek markasını, artık ev tekstili ürünlerinden turizme, perakendenin kalbi sayılan Alışveriş Merkezlerine pek çok alanı kapsayan bir marka halne getirdi. Bugün Özdilek deyince insanların aklına kimi zaman havlu, kimi zaman nevresim, kimi zaman da ailecek, arabayla gidilip yenip içilen restoranlar geliyor.


Bursa Business Academy'nin düzenlediği Markalar Şehri Bursada sizler için dinlediğimiz önemli marka öykülerinden birisi Özdilek markası oldu. Özdilek markasının yaratıcısı, sıfırdan holding haline gelmesini sağlayan kişi, Hüseyin Özdilek, hem kendi deneyimlerini anlattı, paylaştı, tavsiyelerde bulundu. 


İşte Özdilek markasının yaratıcısı, bugün Türkiye'nin önde gelen iş adamlarından birisi olan Hüseyin Özdilek'in kendi ağzından, tarzı, vizyonu, yoğurt yeme tarzı, özellikle hizmet sektöründe çalışan girişimciler için çarpıcı önerileri:

 

"Hanfendiler beyefendiler, önce marka ve markalaşma nedir? 
Markanın başında bir girişimci olacak. İnsanın girişimci olması için, önce yerinin ne olduğunu bilmesi lazım. Beklentisi ne, insani değerleri ne? Eğer Allaha inanıyorsak, dünyanın en egemen gücünü insan olarak yaratmış. İnsan aslanı, fili terbiye ediyor. Ormanlara yön veriyor. Bitkilere yön veriyor. Bilgiye yön veriyor, uzaya gidiyor. Uzayda, bir tanesinde bine yaşam yok. Sadece dünyada var. Güneşin etrafında mevsimler, kendi etrafında dönmesi ile gece gündüz meydana geliyor. Burada da yazı kışı dört mevsimi yaşatma imkanı var. 
İnsan, varolmanın gereği olarak nelere dikkat etmeli. İnsan tek başına yaşayamaz. Robinson bir adaya düşmüş tek başına. Cuma adlı bir yerliyi gördükten sonra büyük bir huzur duymuş, halbuki karnını doyurabliyor. "Takes Away" oyununda da adadaki adam futbol topu buluyor, topa göz kaş ağız yapıyor, topa isim takıp onunla aylarca konuşuyor... 


KARAR VERMEK VE FİZİKİ ÇALIŞMAYLA...


İnsan ihtiyaçlarını karşılamak zorunda, meslek sahibi olur. Aklı başına gelinceye kadar önce ana babasına ihtiyacı var. Çocuk Esirgeme Kurumu olsa bile oraya şükretmesi lazım. Bilim adamları 7 yaşına kadar yeterli terbiyeyi alır, ondan sonra ne söyleşen boş. Geriye teorik bilgiler var. bunları da alabildiğiniz kadar alın. Hüseyin Özer büyük bir özveriyle hayat hikayesini anlattı. Alınacak çok ders var. Bir çoban çıkıyor, İstanbul yetmiyor, Londra'ya gidiyor, dili kendi imkanlarıyla öğrenmiş, 3-4 dükkanı 40 senedir devam ettiriyor, demokrasinin göbeği olan İngiltere'de. Neyle devam ettiriyor? Türk mutfağının ürünlerini satarak... Boşluğu tespit emiş, kendine güvenmiş. Sanayi toplumunda herkes çalışıyor, hazır yemek ve fast foodlar yeniliyor. Ev yemeklerine hasret insanlar, bunu farketmiş, uygun fiyata yapıyor ve satıyor. Dünyadaki bütün insanlar ana baba, aile terbiyesini aldıktan sonra okullardaki teorik bilgileri aldıktan sonra gerçek yaşta, ister 18 yaşında, ister master yaptıktansonra, çalışmak zorundasınız. İsterse babanızdan trilyonlar kalsın... Eğer o parayı sevk ve idare edemiyorsanız o para sizin olmaz, batar gider. Ona sahip olmak için kişisel becerilerinizi geliştirmek zorundasınız. Kişisel becerilerin içinde de, ne yapmak istediğinizin kararını kendiniz vermeniz lazım. 
Fiziki olarak çalışmak istemeyen kimse yönetici olamaz. Önce fiziki olarak hangi işi yapıyorsanız, orada yönetici olmak istiyorsanız, o marketteki depo elemanının haleti ruhiyesini, kaldırdığı yükü, ona verilen ücret ile yapılan işin fayda-maliyet analizini doğru yapıp, doğru analizler içeren görev tanımı içinde rasyonel şekilde tespit yapmanız lazım. Marka ancak böyle olur. Marka olmak için marka olmaz. Markanın yazılı kriteri olması lazım. Siz tek başınıza başarılı bir marka olabilirsiniz, ama bunu yazılı kriterler halinde kurumsallaştıramadığnız takdirde, kurum kültürünü de Ahmedin Mehmedin oğluna aşılayamadığı takdirde, marka olunamaz. 



DÜRÜST, ÜLKESİNİ SEVEN GİRİŞİMCİ... 


Marka olabilmek için başında düzgün bir girişimci olması lazım. Kendisiyle barışık bir girişimci olması lazım. İnsanı seven bir girişimci olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise Türkiye Cumhuriyeti'ni seven bir girişimci olması lazım. Ülkesini sevmeyen insanın marka olması da mümkün değildir. Çünkü önce kendi ülkesinde marka olanlar, diğer ülkelerde marka oluyor. Mc Donalds, Burger King, hepsi öyle. Zara, Wall Mart'a bakın, hepsi aynı. Dolayısıyla girişimci aynı işi yapacaksa işin büyük küçüklüğü önemli değil, niteliği önemli. İster küçük bir lokanta ya da fast food açın. Kesinlikle rakipten daha iyi ürünleri orada bulundurmakla yükümlüsünüz. Daha iyi hizmeti vermekle, bütçeyi daha iyi hesaplamakla, orada çalışana en iyi ücreti vermekle yükümlüsünüz. Rakipten daha iyi ücret vereceksiniz. Vermezseniz olmaz. Teri kurumadan ücretini ödeyin, diyor Hz. Muhammed. Bir bakıyorsunuz, markayım, diyor çalışanın üç aydır maaşını vermiyor... Böyle marka olunmaz... Amatör ruhla profesyonelce çalışmanın, önce işletmenin başındaki girişimci başta olmak üzere kurumsallaşmış işletmenin bütün yöneticileri amatör ruhla yüreğini koymak mecburiyetinde. Çalışanlarına karşı yükümlüklerini harfiyyen yerine getirmek zorundasınız. Bunu yerine getirmeden sizin onlardan işletme adına yapılması gereken görevleri isteme hakkınız yok. Bu da yetmiyor. Devlete karşı yükümlülüklerinizi de yerine getireceksiniz. Devlet asker besliyor, devlet polis besliyor. Devlet okul, hastane, yol yapıyor. Bunu bir bedeli var. Bu ülkede yaşayacaksın, vergide kayıtdışı kalacaksın... Yok öyle yağma! Herkes üzerine düşen yükümlülüğü ödeyecek. Sadece kayıtlı, bordrolular ödemeyecek vergiyi. 
Televizyonda izliyorum. Myanmar'da müslümanlar Endonezya'ya kaçtı. Ne yapacaksınız burada diyor spiker. Ne yapacaksınız bu takanın içinde? Adam, perişan halde, Ah başımı sokacak bir ev bir de işim olsa başka şey istemem diyor. Aynı şeyi Suriyeliler, Afganistanlılar, Libyalılar yaşamıyor mu? İtalya'da 500 kişi geçen gün boğuldu gitti. 



YÜZÜ SİRKE  SATANLAR  HİZMET İŞİNE  GİRMESİN


İnsanların bütün istediği, serbest piyasa ekonomisi içinde görev tanımlarını anlayan, yükümlülüklerini yerine getiren işletmelerde, kayıt içinde çalışan kişilerin görev tanımlarını anlatarak, bütçe içinde çalışarak, insanların birbirini severek, ülkesini severek, daha doğrusu müşterisiyi severek, yükümlülüklerini yerine getirmek. Müşteri en büyük nimettir. Eğer hizmet işindeyseniz, yüzü sirke satan birisi kesinlikle hizmet işinde çalışmasın. İçiniz kan ağlasa bile. Hani sanatçılar, Annem ölüyor, 40 derece ateş içinde, ama sahneye çıkmak zorundayım diyorsa, sizler de garsonundan satış müdürüne kadar, yönetim kurulu başkanına kadar, herkes müştriye amade, onun emrinde olmak mecburiyetinde. Sağduyu ile müşteriyi dinlemek mecburiyetinde. Müşterinin her dediğini dinlemek ve çözüm üretmek mecburiyetinde. Müşteri memnun olunca 3 kişiye, memnun olmayınca 10 kişiye anlatırmış. 
Sam Walton, Walmart'ın sahibi, 1995 senesinde, bağlı şirketlerden birisinde bize yılın tedarikçisi ödülü verdiler Hong Kong'da. O zamanki cirosu 175 milyar dolardı. Şimdi 550 milyar dolar. Kitabı var Sam Walton'ın, alıp okuyun. Sam Walton diyor ki, Burada en önemli kişi kimdir? 1 milyonun üzerinde çalışanı var. Tabi ki, sensin diyorlar. Dünyanın en büyük perakende zinciri. O da 1985'de taşrada başlamış. Hayır diyor, En nemli kişi müşteridir. Çünkü müşteri eğer isterse hepimizi kapının önüne koyar. Yine bir başka toplantıda, Müşteri ile muhatap satıcıdır en önemli kişi. Çünkü eğer o satıcı yüreğini koymazsa kesinlikle o mal satılamaz, o işletme de başarılı olamaz diyor. 
Başarı için öncelikle şirketlerin sabit maliyetlerinin aşağı çekilmesi lazım. Bunun için sürüm yapması lazım. Sabit maliyetlerin ciroya oranının, genel giderlerin tespit edilmesi lazım. Reklam giderlerinin tespit edilmesi lazım. Araç gereçlerin yenilenmesi lazım. Ülkelerin kalkınması için dünyada 3 temel sektör var. Tarım sektörü, gelişmiş ülkelerde nüfusun yüzde 10'u tarımda çalışır. Bizde yüzde 29. Burada yüzde 19 fazlalık var. Çalışanların yüzde 40'ı sanayi sektörlerinde olması gerekirken, bizde yüzde 25. Yani yüzde 15 sanayi geride. Alacağımız daha çok yol var. Çalışanların yüzde 47'si ise hizmet sektöründe. Burası da organize olmalı ve yüzde 40a düşmesi lazım. Tabi nüfusun yarısı kadın yarısı erkek olduğuna göre, kadınların istihdamı da artırılmalı. Kadın erkek çalışan toplumlar daha hızlı gelişiyor. 



PARA AŞKI DEĞİL, ÇALIŞMA TUTKUSU...


Demokrasi, yasama, yürütme ve yargı, üçü birbirinden ayrılmış erkler olarak devam ettiği müddetçe, siyasiler görevini doğru dürüst yaptığı müddetçe, bürokratlar kendilerini devletin tek sahibi görmediği müddetçe, kayıt içinde kalan üreticiyi, istihdam edeni de devletin destekçi olduğunu kesinlikle bilmek mecburiyeti var. Hukuk da yatırımcıya, müteşebbise her zaman destek olduğu müddetçe bu ülkenin gayrisafi milli hasılasının artmaması için hiç bir neden yok. İtalyanın ilk cumhurbaşkanı Luigi Eunaudi, 1948-55 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapmış. İktisat Profesörü. 1961'de ölmüş. Girişimciler için şöyle söylüyor. Binlerce insan onları taciz
etmek, engellemek, cesaretlerini kırmak içi yaptığımız her şeye rağmen çalışıyorlar, üretiyorlar, yatırım yapıyorlar. Onları çalışmaya iten kesinlikle para aşkı değil, çalışma tutkularıdır. Kendi firmalarının gelişmesini görmenin gururu, şevki, müşterilerinin devamlı artan güvenin kazanmak, tesisleri güzelleştirmek, bir ilerleme hırsı yaratmaktadır ki, bu kazançtan daha güçlüdür. Eğer böyle olmasaydı, müteşebbislerin başka işlerden, daha rahat ve emin olarak kazananlardan daha riskli bir şekilde bütün enerjilerini, daha çok yarar sağlamak için harcamlarr izah edilemezdi, diyor. 
Mustafa Kemal Atatürk, içimizden birisi, değerli bir devlet adamı, değerli bir komutan, cumhuriyetin kurucusu... Şu vecizesi var: Yorulmadan, çalışmadan, öğrenmeden, rahat yaşamanın yolunu öğrenmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, sonra da bağımsızlıklarını kaybetmeye mahkumdurlar.



YERLİ MARKALARIN  OLUŞMASI...


Türkiye'de sermaye birikimi, 24 Ocak 1980 kararları ile oluşmaya başladı. Ondan önce sermaye birikimi çok fazla yoktu. Sümerbanklar üretim yapıyordu daha çok. Ve devletin verdiği teşviklerle fabrikalar kuruldu. İhracat 4 milyar dolardan 30 milyar dolara çıktı. Şimdi de 150 milyar dolarlara çıktı. 
Dünyanın devleri ile rakabet eden yerli küçük ulusal markalarımız da oluşmaya başladı. Mesela Simit Sarayı Newyok'ta şube açtı. Biz de Özdilek havlu mağazaları konusunda Makedonya'da Kosova, Arnavutluk, Kazakistan, İran ve Irakta mağazalarımız var. Marka olarak ABD ve Almanya'da ürün satıyoruz. 
Dışarıya açılmak için büyük mağazacılık da bir Knowhow. Şimdi biz iç piyasadaki fonksiyonumuzu henüz tamamlamadık. Bunu tamamladıktan sonra düşünüyoruz yurt dışına açılmayı. Görüyoruz ki, buraya gelen yabancı firmalarla rahatlıkla rekabet edebiliyoruz ve hizmetin en iyisini vermeye çaba sarfediyoruz. Biz ulusal firmayız, diye üstünlük istemiyoruz. 
Türkiye en iyilere layıktır diyoruz. Yüreğimizi amatör ruyla koyacağız. Temizlik elemanından tepe yöneticisine herkes amatör ruhunu ortaya koyacak. 
Hizmeti yazılı hale getiriyoruz ki, olacak ve yıl sonuna kadar bin 500 kişiye daha istihdam sağlayarak, 8 bin kişiye ulaşacağız. Bolu, Düzce, Turgutlu, Uşakta ve Bursanın iki noktasında toplam 76 mağaza daha açıyoruz.




Not: Bu yazı Ekohaber Gazetesi'nin haziran 2016 sayısında yayımlandı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder