'Sakın gülümseme Cennet vadedenlere.
Kocaman kocaman alkışlamaKendi kuyunu kendin kazarsın.
Yolun sonunda oturur,
gözyaşlarıni silersin.'
Tokat Almus'taki ortaokul ve lise arkadaşlarımdan Keramettin
Tokgöz'ün şiir kitabına adını veren "Sakın Gülümseme Cennet Vadedenlere" şiiri işte böyle başlıyor.
Keramettin Tokgöz, okulda her fırsatta şiirler yazar,
okurdu. Bu yüzden ona "Aşık
Kere" adını takmıştık.
Peki niye "Şair" değil de "Aşık"?
Çünkü onun tarzı halk ozanlarını çağrıştırırdı. Şiir yazanlardaki kafiye uyumu kaygısı vs. yoktu onda.
Hem dili halk ozanları
gibi kimi zaman nükteli, sitemli; ya da yaşanmış sıkıntıları dile
getirir, yani halkın yaşadıklarına tercüman olma gibi bir yanı vardır; hem de Aşık Kere, bildiğin halk ozanı gibi
yazdığı şiirlerin son dörtlüğüne adı ile imzasını atardı!
Hani "Mahsuni de der ki", "İhsaniyem ben de .." ifadeleri
vardır ya, yanık türkünün altına ozanların attığı imza gibi... İşte öyle bitirirdi Keramettin yazdığı şiirleri.
Ortaokul ve lisede kaç defter dolusu şiir yazdı
bilmiyorum. Aslında hepimiz o yaşlarda ufak tefek şiir yazardık, ama onun
durumu farklıydı.
Tabi gel zaman git zaman, hepimiz hayat, geçim
mücadelesinde bir yerlere
savrulduk, koptuk.
Geçen sene bir ortak tanıdık aracılığıyla Keramattin'in
İstanbul'da yaşadığını öğrenince telefonla konuştuk.
Meğer bizim Aşık Kere şiirden bir türlü vazgeçmemiş.
Sizin hiç, birkaç gün arayla telefonla arayıp, sadece kendi
yazdığı şiiri okuyup, telefonu kapatan bir arkadaşınız oldu mu?
İşte Keramettin bunu yaptı ve en sonunda müjdeli haberi
Facebook'dan öğrendim. Keramettin
Tokgöz'ün şiirlerinden oluşan "Sakın
Gülümseme Cennet Vadedenlere" adlı şiir kitabı Sone Yayınları arasında çıktı.
Peki bu "Aşık",
"Şair", "Ozan" meselesi neydi?
Özellikle genç kuşağın kaçırdığı bazı değerler için bir kaç
satır yazmam gerekiyor.
Bu biraz yakın tarihimizde olanları anlamak, biraz da bizim "amatör" şairi şiire iten koşulları anlamak için gerekli diye düşünüyorum.
Çocukluğumda, yani 45-50 sene önce, 60-70'li yıllarda, köylerde bugünkü gibi
televizyon, MP3, DVD, CD, hatta radyo da elektrik olmadığı için neredeyse hiç
yoktu. Orada birisi çalmazsa,
söylemezse, müzik de yoktu!
Bizim köyde, düğünlerde yapılan davul zurnalı müzik ve
eğlencenin dışında birkaç kişi saz, bağlama çalardı.
Şükrü Amca diye, elinde kocaman bir sazla, uzun boylu, sakallı bir
amca vardı. Herhalde babamdan da
yaşlıydı. Bir akşam üstü bizim eve misafir olmuş, almış sazını eline, evde müthiş bir konser vermişti. Gayet tok bir sesi vardı, söylediği türküleri
hatırlamıyorum, ama hepimiz müthiş keyiflenmiştik. Böyle zamanlarda "Aşık" her zaman
kendi bestesini söylemez, anonim
türküleri de okurdu.
Saz çalmak çok yaygın değildi, galiba insanların günlük koşuşturma içinde
buna pek zamanları da olmazdı.
En yaygın müzik aleti kavaldı. Çobanların büyük çoğunluğu kaval çalardı.
Kaval deyince öyle hafife almayın, pek çok kızın gönlünü kaptırmasına vesile
olan bir çalgıydı...
Dağda bayırda
çobanlar gönül koydukları kızlara bu
kavalla mesaj gönderirdi adeta...
Çoban duygularını kavalla kıza ulaştırır, kız
da onu dinleyerek, duygularını hisseder, mesajını alırdı!
Bir de "Destan"
geleneği vardı.
Destanları genellikle önemli bir olayın ardından duyardık.
Örneğin, bir sene Almus
baraj gölünde bir kayık batmıştı. 12 insan boğulmuştu.
Olayın destanı bir A4 kağıdının iki tarafına yazılmış uzunca şiirdi. Koltuğunun
altındaki Destanları tanesi 50 kuruşa, boğazındaki damarlar görünecek şekilde
bağıra bağıra dolaştırıp satan delikanlının yanık sesini hatırlıyorum:
"Eftelit'ten ölen iki kişidir/Ağlamayın bu takdirin
işidir..."
Destan okuyanı dinleyince kayığın nerde battığını, hangi köyden kaç
kişinin öldüğünü, ölenlerin geride kimleri bıraktığını öğreniyordunuz.
Tabi yakınlarını kaybedenlerin çektiği acıları yüreğinizde derinden hissederek...
Kasabaya inip öğrenciliğe başlayınca da "Aşık Selmani"yi tanımıştık. Aşık Selman, ilçeye bağlı Kuruseki köyündendi, hayli profesyoneldi. Yani şenliklere vs. çağrılarak,
konserler verir, onunla geçimini sağladığı söylenirdi. Bizim okul
arkadaşlarımızdan birisinin babası idi. Tesadüfen öğrendik, meraklı meraklı bir akşam, rahmetli büyük annem ile
birlikte Aşık Selmani'yi dinlemeye, evlerine gitmiştik, birkaç öğrenci daha...
Sevgili arkadaşım Keramettin'in kitabına bakınca yıllar
öncesine gittim.
Keramettin'in
şiirlerini okuyunca onun "Ozanlık" geleneğinden hayli
etkilendiğini görüyorsunuz.
Şiirlerinde hiç kuşkusuz, en baskın duygu sevgi. Tabi sevgide sınır yok...
"Nehirlerin akışı
cezbeder beni
Kimi hırçın
Toplar dağı taşı
Alır gelir
Bıçkın.
Kimi nazlı
Salınarak gelen
Yar gibi.
Yaban ellerinden,
dağların doruklarından
Haber getirdim, der
gibi..."
Ve tabi, ozan geleneğinin en önemli niteliklerinden birisi
olarak, yaşadığı toplumun sorunlarına duyarsız kalmaz.
"Kadın
ciyanetleri", "Gezi direnişi", şehir yaşamındaki hayal
kırıklıkları, adaletsizlikler, köylerinden kopup şehirlerde bir yaşam mücadelesi
veren insanların kimi zaman hayal kırıklıkları, kimi zaman sevinçleri...
Yani, kitaptaki 112 şiiri okuyunca, halkın yaşadıklarından,
duygularından da haberdar oluyorsunuz.
Not: Kitap internetten de satın alınabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder