18 Temmuz 2017 Salı

Anadan doğma şairimiz: Keramettin Tokgöz!


'Sakın gülümseme Cennet vadedenlere.
Kocaman kocaman alkışlamaKendi kuyunu kendin kazarsın.
Yolun sonunda oturur,
gözyaşlarıni silersin.'




Tokat Almus'taki ortaokul ve lise arkadaşlarımdan Keramettin Tokgöz'ün şiir kitabına adını veren "Sakın Gülümseme Cennet Vadedenlere" şiiri işte böyle başlıyor.

Keramettin Tokgöz, okulda her fırsatta şiirler yazar, okurdu. Bu yüzden ona "Aşık Kere" adını takmıştık.
Peki  niye "Şair" değil de "Aşık"?
Çünkü onun tarzı halk ozanlarını çağrıştırırdı. Şiir yazanlardaki kafiye uyumu kaygısı vs. yoktu onda.
Hem dili halk ozanları  gibi kimi zaman nükteli, sitemli; ya da yaşanmış sıkıntıları dile getirir, yani halkın yaşadıklarına tercüman olma gibi bir yanı vardır; hem de Aşık Kere, bildiğin halk ozanı gibi yazdığı şiirlerin son dörtlüğüne adı ile imzasını atardı!
Hani  "Mahsuni de der ki", "İhsaniyem ben de .." ifadeleri vardır ya, yanık türkünün  altına ozanların attığı imza gibi... İşte öyle bitirirdi Keramettin yazdığı şiirleri.
Ortaokul ve lisede kaç defter dolusu şiir yazdı bilmiyorum. Aslında hepimiz o yaşlarda ufak tefek şiir yazardık, ama onun durumu farklıydı.
Tabi gel zaman git zaman, hepimiz hayat, geçim mücadelesinde  bir yerlere savrulduk,  koptuk.
Geçen sene bir ortak tanıdık aracılığıyla Keramattin'in İstanbul'da yaşadığını öğrenince telefonla konuştuk.
Meğer bizim Aşık Kere şiirden bir türlü vazgeçmemiş.
Sizin hiç, birkaç gün arayla telefonla arayıp, sadece kendi yazdığı şiiri okuyup, telefonu kapatan bir arkadaşınız oldu mu?
İşte Keramettin bunu yaptı ve en sonunda müjdeli haberi Facebook'dan öğrendim.  Keramettin Tokgöz'ün şiirlerinden oluşan "Sakın Gülümseme Cennet Vadedenlere" adlı şiir kitabı Sone Yayınları arasında çıktı.
Peki bu "Aşık", "Şair", "Ozan" meselesi neydi?
Özellikle genç kuşağın kaçırdığı bazı değerler için bir kaç satır yazmam gerekiyor.
Bu biraz yakın tarihimizde olanları anlamak, biraz da bizim "amatör" şairi şiire iten koşulları anlamak için gerekli diye düşünüyorum. 
Çocukluğumda, yani 45-50 sene önce,  60-70'li yıllarda, köylerde bugünkü gibi televizyon, MP3, DVD, CD, hatta radyo da elektrik olmadığı için neredeyse hiç yoktu.  Orada birisi çalmazsa, söylemezse, müzik de yoktu!
Bizim köyde, düğünlerde yapılan davul zurnalı müzik ve eğlencenin dışında birkaç kişi saz, bağlama çalardı.
 Şükrü Amca diye, elinde kocaman bir sazla, uzun boylu, sakallı bir amca vardı.  Herhalde babamdan da yaşlıydı. Bir akşam üstü bizim eve misafir olmuş, almış sazını eline, evde müthiş bir konser vermişti.  Gayet tok bir sesi vardı, söylediği türküleri hatırlamıyorum, ama hepimiz müthiş keyiflenmiştik.  Böyle zamanlarda "Aşık"  her zaman kendi  bestesini söylemez, anonim türküleri de okurdu.
Saz çalmak çok yaygın değildi,  galiba insanların günlük koşuşturma içinde buna pek zamanları da olmazdı. 
En yaygın müzik aleti kavaldı. Çobanların büyük çoğunluğu kaval çalardı.  
Kaval deyince öyle hafife almayın,  pek çok kızın gönlünü kaptırmasına vesile olan bir çalgıydı...
Dağda bayırda çobanlar gönül koydukları  kızlara bu kavalla mesaj gönderirdi adeta...
Çoban duygularını kavalla kıza ulaştırır, kız da onu dinleyerek, duygularını hisseder, mesajını alırdı!
Bir de "Destan" geleneği vardı.
Destanları genellikle önemli bir olayın ardından duyardık.
Örneğin, bir sene Almus baraj gölünde bir kayık batmıştı. 12 insan boğulmuştu.
Olayın destanı bir A4 kağıdının iki tarafına yazılmış uzunca şiirdi. Koltuğunun altındaki Destanları tanesi 50 kuruşa, boğazındaki damarlar görünecek şekilde bağıra bağıra dolaştırıp satan delikanlının yanık sesini hatırlıyorum:

"Eftelit'ten ölen iki kişidir/Ağlamayın bu takdirin işidir..."

Destan okuyanı dinleyince kayığın nerde battığını, hangi köyden kaç kişinin öldüğünü, ölenlerin geride kimleri bıraktığını öğreniyordunuz.
Tabi yakınlarını kaybedenlerin çektiği  acıları yüreğinizde derinden hissederek...
Kasabaya inip öğrenciliğe başlayınca da "Aşık Selmani"yi tanımıştık.  Aşık Selman,  ilçeye  bağlı  Kuruseki köyündendi, hayli profesyoneldi. Yani şenliklere vs. çağrılarak, konserler verir, onunla geçimini sağladığı söylenirdi. Bizim okul arkadaşlarımızdan birisinin babası idi. Tesadüfen öğrendik, meraklı  meraklı bir akşam, rahmetli büyük annem ile birlikte Aşık Selmani'yi dinlemeye, evlerine gitmiştik, birkaç öğrenci daha...
Sevgili arkadaşım Keramettin'in kitabına bakınca yıllar öncesine gittim.
Keramettin'in şiirlerini okuyunca onun  "Ozanlık" geleneğinden hayli etkilendiğini görüyorsunuz. 
Şiirlerinde hiç kuşkusuz, en baskın duygu sevgi.  Tabi sevgide sınır yok...

"Nehirlerin akışı cezbeder beni
Kimi hırçın
Toplar dağı taşı
Alır gelir
Bıçkın.
Kimi nazlı
Salınarak gelen
Yar gibi.
Yaban ellerinden, dağların doruklarından
Haber getirdim, der gibi..."

Ve tabi, ozan geleneğinin en önemli niteliklerinden birisi olarak, yaşadığı toplumun sorunlarına duyarsız kalmaz.
"Kadın ciyanetleri", "Gezi direnişi", şehir yaşamındaki hayal kırıklıkları, adaletsizlikler, köylerinden kopup şehirlerde bir yaşam mücadelesi veren insanların kimi zaman hayal kırıklıkları, kimi zaman sevinçleri...
Yani, kitaptaki 112 şiiri okuyunca, halkın yaşadıklarından, duygularından da haberdar oluyorsunuz.


Not: Kitap internetten de satın alınabiliyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder