20 Temmuz 2017 Perşembe

‘Kayıp Osmanlılar’/ Bir asırda değişen ne?


Temmuz 2017’de Yemen deyince, Türkiye’de ortama insanımızın aklına galiba karışıklık, iç savaş halindeki bir Ortadoğu, Arap ülkesi geliyordur.
Halbu ki, Yemen daha bir kaç kuşak öncesinde, gencecik evlatlarımızın can verdiği, binlerce askerimizin şehit düştüğü, kaybolduğu, bizim devletimize ait topraklardı.    
“Gidip gelmeyen” delikanlıların ardından yakılan “Yemen türküleri” ile büyüdü bizim kuşak:


“Havada bulut yok, bu ne dumandır,
Mehlede  ölüm hok, bu ne figandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ano  Yemen’dir,  gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir.

Burası Muş’dur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir.

Kışlanın öniünde redif sesi var
Bakın çantasında, acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var.
Ahu Yemen’dir, gülü çimendir
gidenn gelmiyor acep nedendir.”

(Mehle: Mahalle,
Redif: Seferberlik için askere alınan her yaştan insan. Rediflerle, Yemen’de ölen askerlerden geriye kalanlar aileye teslim edilirmiş)
Gülü çimendir: Yemen’de gül yoktur, en iyi bitki çimendir.  
Figan: Yas, feryatlar...
Ano: Ana’ya feryatla hitap tarzı, yöresel)

Bursa medyasının yakından tanıdığı, meslektaşımız Arzu  Arınel’in yazdığı “Kayıp Osmanlılar” kitabını okuyunca, ne kadar da balık hafızalı bir toplum olduğumuzu düşündüm. 
Sadece bir tek yüzyıl öncesinde yaşanan büyük acıları ne kadar da çabuk unuttuğumuzu, acılardan, yıkımlardan, kayıplardan hiç bir ders çıkarmadığımızı; bu yüzden de tarihin “tekekkür”den ibaret olduğuna ilişkin boş bir tekerlemeyi doğrulamak için ne büyük bedellere hazırlanıyor olduğumuzu hissettim.
Arınel’in Destek Yayınları’ndan çıkan 416 sayfa Kayıp Osmanlılar kitabı,  “Bozgün günlerinde aşk ve ölüm... Yemen çölllerinde solan hayatların hüzünlü hikayesi” alt başlığını taşıyor ve gerçekten Yemen konusunu tamamen insani yanlarıyla işliyor.
Anlaşılan Arınel bu kitabı, oldukça da özel nedenlerle kaleme almış. Annesinin dedesi Osmanlı  Zabiti Gazi Yüzbaşı Niyazi bey (Tüzgiray) Yemen’de Yemenli Amina hanım ile evlenir ve eşiyle birlikte döner.  Anneannesi Neriman hanım ile babası Turgut Arınel’den küçük yaşta dinlediği öykülerin izini süren Arzu , ciddi bir araştırma yapmış, kalkıp karışıklık içindeki Yemen’e gitmiş, gezmiş, araştırmış, soruşturmuş ve ortaya gerçekten  belgesel kıvamında bir  eser ortaya çıkarmış.

Öykü, Yemen’de Osmanlı  yönetimine başkaldırının odaklarından birisi olan Zeynilerin yaşadığı Da-Ül Muamma diye bir diyarda geçiyor.  Yöre halkının yaşamı, oraya görevli giden Osmanlı subay ve erlerinin karşılaştıkları...
Tabi yüz yıl öncesinin ulaşım imkanları, yaşam tarzı, kültür, ikişkiler, farklı dünyalar...
Sizlerle paylaşmak, dikkatinizi çekmek istediğim birkaç durum şöyle: 

-          * Yemen, Osmanlı İmparatorluğu’na ait. Oradaki tepe yöneticiler İstanbul’dan atanıyor. Yani Yemen, Osmanlı’nın vilayetlerinden birisi.  Ama halkı Arap, kültürleri, dilleri, adetleri vs. farklı. Halkın yüzde 60’I şafi, yüzde 40’da Zeydi, yani şiilere benzeyen bir inanışa mensup.
G
-          * İmam Yahya, Yemen nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan “Zeydilerin” imamı, yani bizim dilimizle “halifesi”, tartışmasız lideri. Yemen’in kaderini yüzde 60’lık Şafi’ler değil, bu yüzde 40 lık Zeydiler belirlemiş, tarih boyu. İmam Yahya Osmanlı’ya göre asi, çete reisi.  Yemen’in bağımsızlığına kavuşmasından sonra Yemen’in Atatürk’ü olmuş.  Osmanlı İmam Yahya’yı, İngizlerin piyonu olarak görür, gösterir;  ama İmam Yahya anlaşılan tereyağından kıl çerek gibi Osmanlı ve İngilizler arasında çok ince bir politika güderek “400 yıl sonra ülkesini ilk defa bağımsızlığa kavuşturan lider” olur. Zeydi mezhebi şiilere benziyormuş. Ali, Hasan, Hüseyin’in yolundaki kendi Zeydi imamları duruken, niye Sünni Osmanlı imamını edeyim, düşüncesi… Kendi toprağında Osmanlı’ya vergi vererek yaşamak da istemiyorlar anlaşılan. Bu toprakların yönetilmesinde ben de söz sahibi olmalıyım diyor.  

-           * Halk orada güvenlik için gönderilen Osmanlı askerine güvenmiyor.  Osmanlı askerinin Arapları adam yerine koymaması, sopa, dayak, rastgele cezalandırma,  zamanla orada silahlı bir direniş yaratmış.  İmam Yahya, Osmanlı askerinlerinden kötü muamele görenlerin başvurduğu bir kurtarıcıya dönüşmüş. Kahraman yani. Osmanlı askerini tek bir köşede sıkıştırınca saldırıyor olmalılar ki, askere tek tek sokağa çıkma yasağı konulmuş!

-          * Yemen halkı resmiyette Osmanlı idaresine karşı bir isyanda, savaşta değil, ama İmam Yahya’nın adamları dağlarda geziyor, yerleşim yerlerinde gece silahlı, gündüz külahlı pozisyonunda...

-          Zaman zaman Osmanlı hükümeti büyük bir harekat yaparak bu “eşkiya”yı tepeliyor. Ancak her ölen Yemen’linin ardından yepyeni gençler İmam’a katılıyor.

-          *  Dağda taşta sığır güden çocuklar, mağaralarda gizli silahlar buluyorlar.  İngiliz üretimi tüfekler, bu İmam’ın adamlarına ait. İngiltere, Osmanlı yönetiminin en can ciğer müttefiki, ama İmam Yayha’nın bütün silah vs. desteği oradan aldığı söyleniyor.

-          * İstanbul’da iyi bir eğitim aldıktan sonra orada göreve başlayan subaylar Ali Fuat ile Yusuf, aldıkları eğitime ve rütbelerine rağmen oradaki ortamın değişmesini sağlayamaz,  halkın askere duyduğu nefret devam eder.

-          *  Tabi yıl 1900’lerin başı, Osmanlı devleti zayıflamış, askerine silah mühimmat, yiyecek, elbise vs. göndermekten aciz hale gelmiştir. Sonuçta isyanın boyutları büyür ve Yemen kaybedilir.  İmam Yahya, İngilizlerin, “Bütün Osmanlı askerinin silahlarıyla birlikte teslim olması” şartını yerine getirmez, pek çok Osmanlı subayı, askeri, İngilizlerin çalışma kampı yerine İmam Yahya’nın yanına geçer, hatta Örneğin Ragıp Paşa bağımsız Yemen’de 40 sene Dışişleri Bakanı olur vs.

Artık, 1. Dünya savaşı sonunda Yemen tamamen Osmanlı’dan kopmuştur.  

YUNANİSTAN'DA BÖLÜCÜLER!

Birkaç yıl önce Yunanistan’ın niye Osmanlı’dan ayrıldığını araştırmıştım.
Hikayeler o kadar benziyor ki...
Yunanistan’da 1800’ün başına kadar kimse Yunanistan’ın “bağımsız” olmasından vs. bahsetmiyor.
 Yunanistan da Osmanlı’nın bir vilayeti, toprağı...
Ama Yunan halkı, bu tarihlerde İstanbul’a, “Biz sizden farklıyız, müslüman değiliz, Türk de değiliz. Hıristiyan ve Yunan olarak kendi dilimiz, adet ve kültürlerimizle yaşamak istiyoruz, buranın yönetiminde biz de olmak, hesaba katılmak istiyoruz” anlamına gelecek taleplerde bulunuyor.

Ancak bu talepleri dile getirenler ağır  şekidle cezalandırılıyor. 

Osmanlı zabitinden illallah çeken ahali içinde isyan edip dağa çıkanlar oluyor.  Saldırılar düzenliyorlar.  

Osmanlı devasa bir güç olarak kendinden emin, bunları hiç sallamıyor, bekliyor bekliyor; bir kaç senede bir büyük bir asker gücüyle gidiyor, hepsini ipte sallandırıp “huzuru sağlıyor”, dönüyor!
Padişah, kendi topraklarında farklı etnik köken ve inanışa sahip vatandaşların her talebini kendi “mutlak iradesi”ne itaatsizlik diye yoruyor ve eziyor.
Ve, zamanla Yunanistan’da halkın Osmanlı idaresine karşı duygusal bağı kopuyor, artık bir arada yaşamak sorgulanıyor, bağımsızlık isteği yayılıyor.
Ulusal bilinç diye de birşey gelişiyor... 
Artık Yunanlar, Bulgarlar, Sırplar, “Bizim de bir tarihimiz, kültürümüz var, biz de bir ulusuz, milletiz” diyor..  Malum ulus devletlerin kurulma çağı...

1832’de hem isyana katılımın fazlalığı, hem de Osmanlı’nın kendi iç sorunları yüzünden isyan bastırılamıyor ve Yunanistan bağımsızlığını kazanıyor, gerisi malum.

Şimdi, Yunanistan’da yaşananların ardından Kayıp Osmanlılar kitabını okuyunca, Türkiye’de toplumun en büyük sorunlarından birisi haline gelen ve adına “Bölücü Terör” denen olaylar geldi aklıma.
İmam Yahya bana Apo’yu çağrıştırdı.
Dar-ül Muamma, bizim Günaydoğu Anadolu’yu...
Zeydiler deyince Kürtler geldi aklıma.
Yunanlıların öyküsünde de benzer olaylar var.

Ve tam bir asır önce Osmanlı’nın yaşadığını şimdi biz yaşamıyor muyuz Allah aşkına!
 Yine askerlerimiz bazı şehirlerimizde gündüz tek başına sokağa çıkamıyor.
Yine devleti, asker polis temsil ediyor ve asker polis vatandaşa zerre kadar güvenmiyor. 
Vatandaş da “güvenlik kuvvetleri”ne güvenmiyor!  
Yine sorsan herkes yasalara saygılı, belli ki korkuyor; ama elaltından silahlı örgüte destek verir olmuş.
Türk Devleti” diyor, adam; deyiş tarzıyla  “Ben Türk değilim, bu sizin devletiniz”i sokuyor kafanıza.
Yine en önemli “stratejik partner”imiz devrede...
Ve... En önemlisi,  devletin yaklaşımı da aynı!  
Yine ülkeyi yönetenlerin tek bildiği şey, “Operasyon”, “isyan bastırma”, imha... Tek yöntem “güvenlik”. 
Yine bölge halkı her yiten insanın ardından duygusal olarak, kendi devletinden biraz daha soğuyor.
Yine “şehitlerimiz” kendi topraklarımızda...
Yine bizim insanlarımız Allah allah diye birbirine saldırıyor...
Yine tek güvencemiz askerimizin kahramanlığı, yine silahlarımızın yıkıcı gücü...

Yav arkadaş, hani Osmanlı devleti,  diyelim ki, miadını doldurmuştu, Avrupa’da ve dünyadaki toplumsal gelişmelere ayak uydurma şansı yoktu, bu yüzden farklı hakları bir arada tutamadı, bu yüzden devlet sürekli bölünerek küçülmek zorunda kaldı.
Peki Atatürk’ün kurduğu “modern, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti” de kendi sınırlarında yaşayan farklı din, dil ve etnik kökenden insanları bir arada tutmayı beceremeyecek mi?

“Terörle Mücadele” denen şey, amacı ne olursa olsun, sonuçta ölümleri, savaşı büyütüyor. Kan, gözyaşı ve acılar katlanıyor... Ve bu yönüyle de en büyük “terör progandası” ve örgütleyicisi haline dönüşmüş durumda.
Ölümler arttıkça, nefret, intikam almak için yola çıkanların, elinde silah alanların sayısı da sürekli artıyor.
Sunuçta “duygusal kopuş”, kalplerin soğumasıyla insanlar düşmanlık noktasına geliyor.

Türkiye’nin komşu ülkelerle bir türlü geçinememesinin altında biraz da bunlar yatmıyor mu?
Araplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler...
Kanlı savaşların içine girmişsen, ayrılsan da düşmanlık demirbaş kalıyor!
Bugün, sanki bu halklarla hiç  iç içe yaşamamış, hiç komşu olmamış, hiç aynı ülkenin vatandaşı olmamış gibiyiz...

Tabi ki, Kayıp Osmanlılar kitabı tamamen Yemen çölllerinde heder olan insanımızın dramı ile ilglili, ondan ibaret.
Ancak, Arınel’in oraya asker olarak giden büyük dedesinin yaşadıkları, tanıklıkları ve biricik kınalı kuzularını Yemen çöllerinde yitiren bu halkın çektiği acılar bugün de bana  çok tanıdık geliyor.
Yüzyıl sonra benzer sorunlarla, benzer acıları yaşamak...
O zaman soruyoruz: Zaman neyi  değiştirdi?


İyi haftalar..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder