29 Mayıs 2019 Çarşamba

KOZA İLE GAP GEZİSİ- 2 Şanlıurfa Göbeklitepe…



İnsanlık tarihi ile ilgili bilinen bilinen pek çok şeyi alt üst ediyor…  

Koza Dağcılık ile GAP gezimizin ikinci günü sabahı, kaldığımız otelin penceresinden baraj gölü manzarasını seyrederek uyanmak, güne çok güzel bir başlangıç oldu.
Artık Şanlıurfa’dayız ve sürpriz sadece kendini lebideryada hissetmekten ibaret değil. Örneğin “Antepfıstığı” diye bildiğimiz meyvenin asıl üretim
merkezinin Şanlıurfa olduğunu burada öğreniyorum. Yine “Karagül-Siyahgül” diye bir çiçeğin bu topraklarda görüldüğünü, Hollanda’ya buradan götürüldüğünü duyuyoruz. Fransız imparator 14. Louis’nin fideleri buradan getirttiği ancak sanki kendisi keşfetmiş gibi, kendi adıyla dünyaya tanıttığı söyleniyor. “Karagül”, “Siyahgül”, sahipleniyor burada. Halfeti’nin adı bir gün “Siyahgül”diye değiştirilirse şaşırmayın!
Halfeti, Şanlıurfa’nın eğitim düzeyi en yüksek ilçesiymiş.
Diğer ilçelerde eğitim düzeyinin özellikle kadınlar arasında düşük olmasında, çocukların okul çağında okula gitmek yerine pamuk tarlalarında çalışmasının etkili olduğu savunuluyor. Şanlıurfa’da eğitimin en geri olduğu bölge ise Harran’mış.
Fıstık burada çok tüketiliyormuş, ancak bizim bildiğimiz gibi kavrulmuş, tuzlu vs. şekillerde değil, çiğ olarak... Elde pense, çekiç, kabuğu kırılarak yenirmiş.
“Bıttım” diye yabani bir fıstık çeşidi
olduğunu, kahveye katılan “menengiç”in de bildiğimiz Antepfıstığının yabani bir çeşidi olduğunu burada duyuyorum. Halk bunlara “çitlembik”  diyormuş.
Yeni Halfeti, haliyle yeni kurulmuş, sokaklar cetvelle çizilmiş gibi düzgün. Büyük bölümünü de sanırım TOKİ yapmış. Yapılaşmada uyum var denebilir. Ancak eski taş evler tamamen terkedilmiş, hepsi beton-tuğla, her yerde görülen tipten. 
En azında “müstakil” evlerin eski taş mimariyle yapılması, hiç değilse tuğla yerine o kadim malzemenin değerlendirilmesi harika olurdu diye düşünüyorum..
Halfeti civarında arazide hayvana rastlamıyoruz. Sadece kaldığımız otelin civarında küçük bir koyun sürüsü gördük. Yeni Halfeti, eskisinin 10 kilometre uzağında kurulmuş. İlçenin yüzde 60’ı su altında. Kalan semtteki en büyük bina Halfeti Cezaevi. Ama terkedilmiş görünüyor.

Rehberimiz Ahmet bey, haklı olarak uyarıyor. Zira çoğu zaman Halfeti ile Hasankeyf’i karıştırıyoruz. Halfeti su altında kalalı yıllar oluyor. Hasankeyf’te ise henüz baraj su tutmaya başlamadı, ama eli kulağında.
Sonuçta binlerce yıllık tarihe, farklı uygarlıklara mekan olan, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde olması söz konusu olan Halfeti artık batık bir kasaba. Şimdi bu kadar fedakârlıkla elde edilen barajdan yararlanma zamanı. Harran Ovası sulanmaya başlamış, sırda Cizre varmış.


İNSANLIK TARİHİNİN EN ESKİ MEKANI: GÖBEKLİTEPE…

Halfeti’den sonraki durağımız, son dönemin en popüler tarihi mekanı olan Göbeklitepe...
Urfa-Halfeti yolu sanki kocaman bir fıstık ovası. Bakıyorum, rakım 450 metre. Her türlü tarıma elverişli.  Göbeklitepe Harabeleri2017 Yılının En Heyecanlı Keşfi” kabul edilmiş.  
Sahiden de insanlık tarihi konusunda pek çok paradigmayı yerle bir etmek heyecan verici…

Göbeklitepe, Şanlıurfa kent merkezine 15 kilometre uzakta, Harran Ovası’na uzanan Kaşmer ve Tektek dağlarına hâkim bir yerde. Rakım 770 metre. Karacadağ ve Doğu Toroslara kadar geniş bir alanı buradan görülebiliyor.
Göbeklitepe Harabeleri ilk kez 1968’de Amerikalıların ilgisini çekmiş. Şikago Üniversitesi’nden bir grup arkeolog gelmiş ve burada neolitik döneme ait kalıntılar bulmuş. Kazıya karar verme ise 1994’de. Kazılarda Harran Üniversitesi’nden destek olsa da asıl işin patronu Alman Klaus Schmidt olmuş.  
Göbeklitepe harabelerinin bulunduğu alan çok geniş. 12 futbol sahası genişliğinde bir yer.

Kazılan, üstü “uzay çatı” ile kapatılıp ziyarete açılan yer, harabe alanının onda birisi bile değil. Kazı alanına zarar verilmesin diye olsa gerek, çevresi telle çevrilip ziyarete açılan bölüme yerden yükseğe yapılmış ahşap basamaklarla gidiliyor.
Müze haline getirilmiş, biletle giriliyor. İçeride hem kazı yapılan yeri izliyor hem de bir salonda tanıtım videosu izliyorsunuz.
Göbeklitepe Harabelerinin özelliği, bilinen en eski yapılar olması. Arkeologların tanımı şu:
 Çanak Çömleksiz (erken) Neolitik Çağ”…
Mısır piramitleri 7 bin, Stonhenge 6,6 bin yıl geri giderken, Göbeklitepe 12.500 yıl geriye gidiyor.

Dolayısıyla da insanlık tarihi hakkında en yeni bilgileri barındırıyor.
Göbeklitepe insanlık tarihi ile ilgili soruları hayli çoğaltıyor, önyargıları, bilinenleri yerle bir ediyor.

DELİ SORULAR!  

Örneğin bugüne kadar hep tarihi eseler bir güçlü yönetim, kralla ilgili olurdu. Para, sikke, heykel, hepsinde birilerinin heykeli, sarayı, mabedi vs. olurdu.  
Oysa burada kimsenin adı, heykeli yok.
Yani kral yok!
Dikili taşlar üzerine kazınmış desenlerde ne var?  
Yılan, akrep, kuşlar ve penisi ereksiyon halinde bir erkek!

Peki, insanların henüz avcı-toplayıcı olarak yaşadığı, çanak çömlek yapamadığı dönemlerde devlet diye bir şey yok muydu? Kral falan örneğin…
Peki, her birisi bir sürü insanın ortak gücü ile taşınıp yerine yerleştirilecek olan tonlarca (4 ila 12 ton) ağırlıktaki dikili taşlar… burada kullanılan zanaat, ustalık nereden geldi? Ortada devlet gibi bir güç hiyerarşisi olmadan da eğitim, düzen, nizam, uyumlu bir toplum hayatı olabiliyor mu? “Sınıfsız toplum” ham bir hayal olmayabilir mi?
Peki, bir hükümdar, onu koruyan askerleri ve kafasına göre yönettiği bir halk şeklideki devlet modeli olmadan insanlar acaba nasıl yaşıyordu?
Peki, ölenler kurda kuşa yem olarak mı bırakılırdı? (Bir kabartma tasviri var)
Örneğin,  kazılarda ortaya çıkan ve “tapınak” olduğu savunulan (bana hiç mantıklı gelmiyor) bu yapıların üstü kapalı ve çatının ortasında kare bir delik var. Acaba insanlar ilk toplu mekanları, yaşam alanlarını yerin üstüne değil de altına mı yapıyordu?  Eğer böyleyse, kazılardaki desenli bloklar bu yeraltı evlerinin kolonu, taşıyıcı sistemi miydiler?
Kral vs. güç hiyerarşisi olmadığına göre acaba insanları bir arada tutan şey kan bağı mıydı?

Göbeklitepe, Karahantepe kazıları her gün yeni sorular sorduruyor. Buradaki kazılarda elde edilen kemik vs organik kalıntılar Alman arkeologlarca Avrupa’daki laboratuvarlara götürülmüş ve analizleri yapılmış. Malum, laboratuvarlarda taş değil, kemik, deri, tahıl gibi organik maddelerin analizi yapılabiliyor. Göbeklitep’nin en dikkat çeken yanı Harran ovasına çok yakın olması. Çevrede büyük bir yerleşim birimi olduğu ve bir şekilde bu ovadan beslendiğini tahmin etmek zor değil.
Tabi Göbeklitepe tarihle ilgili soruları
çoğaltırken, kazı çalışmalarının “ödenek yokluğu” yüzünden kesintiye uğraması dikkat çekici. Harabelerin çok büyük bölümü hala toprak altında.  Bakanlık ve Doğuş grubu sadece mevcut alanın üzerine bir uzay çatı yaptırıp, yaya geçiş güzergahı ile burayı ücretle girilen bir müzeye dönüştürmekle yetinmiş görünüyor.  
İLK KÖYLER…
İnsanlık tarihi ile ilgili araştırmalara bakarken, en çok dikkatimi çeken şey en küçük yerleşim birimi diyebileceğimiz “köy”lerin oluşması oldu.

Arkeologlara göre, ilk köyler MÖ 11.000-9500 yılları arasında oluşmaya başlamış. Bu dönemde bölge iki bin yıl süren sıcak ve nemli bir dönemin ardından birden soğumaya başlar. Soğuklar bitki ve hayvan varlığını hızla azaltır. Besin bulmakta zorlanan avcı toplayıcı insanlar, ekip dikmeyi keşfederler. İşte bu noktada Fırat ve Dicle kıyısındaki bölgeler ön plana çıkar. Zira nehirlerin etkisi ile bölge bu felaketten daha az etkilenir ve insanlar açlıktan yok olmadan ekip biçmeyi öğrenir, yeni bir devir başlatırlar.
Kim bilir, belki de Gölbeklitepe ve
bölgedeki diğer harabeler, bu medeniyetlerin Mezopotamya’nın tarımdaki farkı sayesinde hayat bulduklarını ortaya çıkarıyordur. İnsanların, ova bataklık gibi olduğu için tepelere yerleştiği görüşü hâkim.
Türkiye’de Hallan Çemi ve KörtükTepe, Irak’ta Kermezdere , Suriye’de Abu Hureyra, Göbeklitepe kadar eski olmasa da kültürel faaliyetlere dair kanıtlar sunuyor. Buralarda ortaya çıkarılan yuvarlak planlı kulübeler, kamusal yapılar, taş kaplar ve farklı tiplerde buluntular zanaatkârların varlığına işaret eder. 

Göbeklitepe’de kazıların sürmesi insanlık tarihini ve sonuçta insanı daha iyi anlamamıza hizmet edecek.

‘TAPINAK’ DAMGASI

Girişteki panoda şu yazıyor:
“Göbeklitepe Ören yeri kazı alanı üst çatı örtüsü “Şanlıurfa’da tarih yeniden canlanıyor projesi’ kapsamında tamamlanmıştır. Proje Avrupa Birliği ve Türkiye mali işbirliği ile gerçekleştirilen ve TC Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Rekabetçi Sektörler Programı altında hayata geçirilmiştir.”

Tabi “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz” demiş atalarımız...
Göbeklitepe’de kazı işini tamamen yabacı ülkelere havale eden (hem maddi, hem teknik açıdan) idaremiz işin sadece “rekabetçi sektör tarafında!
Göbeklitepe’yi anlamaya çalışma gibi bir dert olmadığı hissine kapıldım. Zira, tanıtım videosunu dinlerken Göbeklitepe’ye “tapınak” damgası vurmaları bence çok önyargılı. Tapınak, ibadet edilen yere denir. Onun da simgeleri, ritüelleri olur. Oysa bunlara ilişkin hiçbir bulgu gösterilmiyor.
İbadet tarıma öncülük etmiş”miş!
Bari bir tarikat adı da verseydiniz!
Bu yaklaşım, böylesi bir zenginliği sadece baltalar, gölgeler, küçültür. 
Göbeklitepe Yılı” ilan edilen 2019’da sadece Türkiye değil, dünyanın en önemli harabelerinden birisi olan bu harabelerde kazıların devamı, dünyanın ilgisinin buraya çekilmesine çalışılması ve sahip çıkılmasını dileyerek buradan ayrılıyoruz.
ŞANLIURFA  MÜZESİ

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi sadece bina ve içindeki teşhir sistemi değil, içeriği itibariyle de gördüğüm en güzel müzeleriden birisi. Geçen yıl “En İyi Müze” seçilmiş, hak ediyor.
Eğer “insanlık tarihi” diye birşeyi merak eden varsa, mutlaka yolu buraya düşmeli.
Tabi kentin çevresi binlerce yıllık tarihi eserle dolu olunca, bu müze de, ta neolitik çağdan başlayarak yakın zamana kadar medeniyeti film şeridi gibi gözünüzün önüne getiriyor.
Neolitik çağdan başlayan yolculuk, sizi kalkolitik, bakır çağı, ticaret, demir, tunç çağı, yazının icadı,  diye yakın zamana doğru taşıytor..

Mağara dönemi yaşamını canlandıran sahnelerden, cam fırınına, yazıya derken zaman ilerledi ve doğru kent meydanındaki görkemli yapı Taşkonak’ta yörenin iddialı yemeği “ciğer”i  yemeğe gittik.

BALIKLIGÖL

Şanlıurfa’ya gidilir de Balıklıgöl es geçilir mi?
Bu kent aslında İnsanlık tarihi açısından sıra dışı bir yer. Neredeyse bütün medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Ancak kentin tanıtımı illa da “Peygamberler Şehri”diye yapılıyor ve kanımca turistik potansiyeli resmen balta ile kesiliyor. Zira, bölgedeki tarihsel
mekanlar içinde, özellikle İslam’ı içeren eserler işin sadece bir bölümü. Sadece islamı gösterirseniz, burası nasıl turizmde başarılı olacak
Balıklıgöl’ün hikayesinin özeti şu: Rivayete göre Hz. İbrahim’in annesi, o yıl doğan bütün erkek çocukları öldüren kraldan korumak için çocuğunu bir mağarada doğurur. Tek başına ona bakar ve bir ceylan onlara yiyecek taşır. 7-8 yaşına gelince mağaradan çıkar. Ancak olaylar onu kralın karşısına çıkarır. Hz. İbrahim puta tapmadığı için kral yakılarak öldürülmesi emrini verir.
Odunlar toplanır, yakılır, Hz. İbrahim odunların ortasına konur. Tam yanacağı anda, birden hava değişir, ortalık göle, odunlar balığa dönüşür ve Hz. İbrahim kurtulur…
İşte Balıklıgöl’ün arkasında böyle bir inanış var. Kuran’da yeri olmasa da bu balıklar kutsal sayılır ve kimse onları yemez. Birkaç sene önce iki kafadarın bu balıkları pişirip yedikten sonra zehirlendiği şeklinde bir haber dolaşıyor.
Yaklaşık 350 yıllık bir gelenekmiş.

KUTSAL MAĞARA

Ama iş Balıklıgöl’ü dolaşmak, oradaki satıcıdan yem satın alıp balıklara atmakla bitmiyor.
Hz. İbrahim’in kaldığı iddia edilen mağara da hemen oradaki Dergah Camiin arkasında. Çatıdan  mağaranın girişi görünüyor. Burası da diğer mağaralar gibi taş ocağı olarak kullanılmış. Bu taşlar “nahit taşı”diye piyasada satılıyormuş.
Hz. İbrahim pek çok peygamberle yolu kesişen bir isim.
Dolayısıyla sadece Müslümanlar değil diğer  dinler için de bu mekanın kutsal olduğuna inanılıyor. Eyüp Peygamber de buralarda yaşamış.  Bölgedeki evlerin hepsinin altında tarihi eseler bulunduğu ifade ediliyor.
Bu yüzden Dergah Camiin çevresinde hoparlörden dualar okunuyor, mukabele yapılıyordu.
Bu kentin eski sahipleri Suryanilermiş.  Ardından Ermeniler gelmiş.
Şanlıurfa’nın 13 ilçesi var Bunlardan 9’unda  Kürt, 4’ünde Arap nüfusu çoğunlukta imiş.

Sokakta Urfalıların kendi arasında Türkçe konuştuğuna pek şahit olamıyorsunuz.
ÇOK EŞLİLİK
Rehberimiz ilginç bir bilgi verdi.
Biz çok kadınla evlenmenin en çok Kürtler arasında olduğunu sanıyorduk. Oysa, durum değişikmiş: “Arapların çoğu 3-4 kadınla evlidir. Tek eşli Arap çok nadir bulunur. Çocuk sayısı da çok fazladır. Ama çok eşli Kürde çok nadir rastlarsınız. Artık eski Kürt kadını yok. Kürt kadın, kocasının başkasıyla evlenmesine kesinlikle müsaade etmez” diyor.

Hz Eyüp Sabır Makamı, Bediüzzaman çeşmesi yine kutsal görülen yerlerden birisi. Daha çok da tarikatların ilgi gösterdiği yerler gibi duruyor.
Şanlıurfa merkezde görkemli camiler var. Yöresel taş işçiliğinin güzel örnekleri.
Biraz çarşı Pazar dolaşıp,  bir handa buraya özel olduğu söylenen, üzeri fıstıklı bir kahve içiyoruz.  Menengiç kahvesi denilen bu kahve krema, süt ve bal ile hazırlanıyormuş. Herkese öneririm.

SIRA GECESİ


Akşam da grup olarak bir “sıra gecesi” düzenliyoruz.
 “Sıra gecesi” eskisi gibi dost ahbapların bir araya gelip çiğ köfte pişirdiği, şarkı söyleyip eğlendiği, sohbet ettiği durumlar olmaktan çıkmış. Bu işi artık yeri müsait olan restoranlar organize ediyor. Çalgı ekibi, çiğ köfte yapımı da onlara ait. İş ticarileşmiş. Siz eğleniyorsunuz, yemek yeyip müzik dinliyorsunuz, işyeri de onca insana yiyecek içecek satıyor. Müzik grubunun paraları da tabi size “ağanın gönlünden ne koparsa”diye yıkılıyor!

Sıkıntı yok, katılıyoruz.  Ancak geceye gitmeden, işi bilenler uyarıyor: “Yemekten sonra size mırra (acı kahve) ikram ederler. İkram edilen fincanı içtikten sonra sakın bardağı masaya bırakmayın. Bırakırsanız, bu yüklü bir bahşiş vermek istediğiniz anlamına gelir. Örneğin, müzisyenin düğün masraflarını karşılamak zorunda bile kalabilirsiniz..” 
Gayet lezzetli yöresel yemekleri yedikten sonra sıra mırra içmeye gelince (herkes eğitimli ya), kimse bardağı yere bırakmadı! Tabi bizim ceplerdeki akrebi farkeden ekip, müzik eşliğinde şovla başladığı çiğköfte yoğurma işini birkaç dakikada bitiriverdi!
Şama maka Şanlıurfa’nın orta yerinde gecenin bir saatinde şarkılı türkülü eğlenmek hepimize iyi geldi ve doğru otelin yolunu tuttuk…   


(Devam edecek…)


2 yorum:

  1. Gidemediğim için üzülmüştüm fakat bu güzel yazınızla gitmiş kadar oldum. kaleminize emeğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Dursun Bey!Bir Urfalı olarak gezi notlarınızı severek okudum,tebrik ediyorum,yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil