31 Ocak 2017 Salı

Ev tekstilinde 'Heimtextil' sınavı...


Ev tekstilinde dünyanın en büyük buluşması olan Almanya Heimtextil fuarı, hem küresel durgunluk hem de Türkiye'de ekonomik sorunların gölgesinde geçti. Firmalar başarılıydı, ancak sektörün yapması gerekenler olduğu ifade ediliyor.




Türkiye'de hızla büyüyerek ihracatın lokomotiflerinden birisi olan ev tekstili sektörü, küresel pazardaki en büyük buluşma olan Heimtekstil Fuarı'nda hem en son yeniliklerini tanıttı, hem de dış pazardaki yeni eğilimleri yakından teşhis etti, dış pazarın nabzını yakaladı. Türkiye'nin 244 firma ile temsil edildiği fuarda Bursa 90 firma ile ev tekstili sektöründe lokomotif olduğunu kanıtlarken, bu yıl fuarın, küresel durgunluğa paralel olarak, “vasat geçtiği” ifade ediliyor.

Ekohaber olarak, fuara katılan Bursa firmalarının temsilcilerine ulaşmaya ve fuar izlenimlerini sizlerle paylaşmaya çalıştık. Edindiğimiz bilgilere göre, bu yıl da ev tekstili sektörünün gözde firmaları standları ile dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilerden olumlu puan aldılar.
Ancak fuar, ev tekstili sektörünün mevcut durumu ile yola devam etmesinin de sınırlarına gelindiğini gösteriyor. Zira, bir taraftan Çin, Hindistan gibi ülkelerin yoğun rekabeti ev tekstilindeki pek çok avantajı ortadan kaldırırken, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, terör olayları, OHAL, durgunluk ve dövizdeki dalgalanmaların yabancı müşterileri olumsuz etkilediği ifade ediliyor. Fuar, ev tekstili sektörünün dünya piyasasındaki etkinliğini koruyabilmesi açısından bir “dönüm noktasında” olduğunu gündeme getirirken, fuarın bir tür “sınav” olarak değerlendirilmesi gerektiği düşünülüyor.
İşte görüşler...


Burak Anıl (Anılsan Havlu YKÜ):


“- Heimtekstil fuarı bu yıl nasıl geçti?

Heimtextil fuarı her yıl sanki izleyici sayısı düşen bir fuar; ama hala ev tekstilinde dünyanın en önemli fuarı. Hala da müşterilerinin ziyaret ettiği ve dünyayı tartabildiğiniz, ölçebildiğiniz çok önemli bir ev tekstili fuarı.

- Fuar yönetimi bu yıl izleyici sayısının arttığını, 'ticari ziyaretçi' sayısının 70 bine yükseldiğini açıkladı.

Biz olaya farklı bakıyoruz. Gelen ziyaretçi sayısından ziyade, gelen kalite dönemli. Gelen misafirlarin kalitesi çok önemli. Sayıyı artırabilirsiniz. Giriş ücretlerini düşürürsünüz, üç katına çıkarırsınız ziyaretçi sayısını. Önemli olan iş yapabilecek, stand açan firmalara, katılımcılara faydası olabilecek müşterilerin fuara gelebilmesi, onların sayısı.
Fuarı genel hatları çok kötü diyemem. Ama bundan 10-15 sene önceki talep yok. Bunun sebeplerinden birisi de Türkiye'nin artık dünyada pahalı üretim yapan bir ülke haline gelmesi. Uzak doğu ülkelerinin hem kalite olarak artması hem de bize göre işçilik ve diğer maliyetleri çerçevesinde bizden çok ucuz olmaları yüzünden farklı bir durum oluştu. Şu anda tekstilde dünyadaki en payalı üretim yapan ülkelerden birisiyiz. En iyi hitabettiğimiz ve hala Türkiye'de tekstilin ayakta durabilmesinin nedeni servis sektörüdür. Yani bizim hızlı ve kaliteli servis vermemiz, esnek davranabilmemiz, müşteri taleplerine hızlı bir şekilde talep verebilmemiz, bizim ayakta durabilmemizi sağlıyor. Yoksa artık fiyat olarak Türkiye'nin teksil seköründe hiç bir avantajı kalmadı.

- Ürün kalitesi vs. anlamında ne durumdayız?

Evet, teknoloji yatırımı yapan bir ülkeyiz. Kaliteye yatırım yapıyoruz, ama aynı zamanda belli tekstil konularında, belli ülkeler de aynı yatırımları yapıyorlar. Ama onlar bizden, diğer etkenlerde, yani işçilik vs. etkenler ucuz olduğu için avantaj sağlıyorlar. Ama hala yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz. Bunun sebebi de bizim hızıl ve kaliteli bir servis vermeye devam etmemiz.

- Firma olarak bu fuardan ne çıkardınız?

Sadece havlu değil, bütün alanlarda dünyada çok büyük rekabet olduğu için farklılaşmak önemli. Yani ne iş yapıyorsanız mutlaka farklı bir şey yapmanız lazım. Herkesin yaptığı işi yaparsanız para kazanma şansınız yok denecek kadar az. Ama farklılaşırsanız, bu gerek Ar-Ge, gerek inovasyon yaparak, farklı ürünler yaparak, farklı türde bir hizmet vererek, hızı artırarak, birşeyler yaparsanız yaşamaya devam edebiliyorsunuz ve bugün bizim yaptığımız da bu. Böyle de yaşamaya devam edebiliriz. Ama standart ürünler yaparsanız artık karşınızda Pakistan, Hindistan, Çin, Mısır gibi ucuz ülkeler var. Hiçbir zaman da en ucuz ülke olamazsınız. Türkiye'nin bu saatten sonra ucuz olma ihtimali de yok. Zaten Türkiye'nin hedefi de en ucuz ülke olmak falan değil... Yaşayabilmek için en önemli şey farklılaşma.”


Günal Baylan (BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı):


- Heimtextil'den nasıl bir izlenimle döndünüz?

Muhakkak ki her bir fuar, yeni ümitlerle gidilen, en yeni ürünlerin sergilendiği bir yerdir. Heimtextil şu anda dünyada en önemli fuarlardan birisi. Bir ara potansiyeli düşmüştü. Şimdi biraz daha toparladı. Katılım tabi ki iyi, ama ziyaretçi sayısında biraz düşüş gördük. Dolayısıyla çok fazla da ticari alımın oluğunu söyleyemeyiz, ama yine de arkadaşlar görüşlerini sorduğumuzda 'normal geçtiğini' söylüyorlar. Ama tabi eski fuarların kazançları güzel olduğu, beklentiler de hep onlara göre yüksek olduğu için, mukayeseler yapılıyor. Anlaşılan o ki, bu fuar anlayışı belli bir dönem bu seviyelerde gidecek.
Dünyada ekonomilerde açılma noktası olduğu sürece de ileriye dönük daha hızlı hareketler gelecek. Bunun en önemli nedenlerinden birisi dünya hammaddelerinin dolar ile alışverişi ticaretinin genelde dolarla yapılmasından dolayı, doların değer kazanması, diğer para birimlerinin dolar karşısında değerlerinin düşmesi yüzünden, ülkelerdeki alışverişlerde sıkıntılar var. Nasıl ki bizde yurt dışından gelen mallar kur yüzün pahalanıyor da, bazı kesimler tarafından mallar alınamaz hale geliyorsa.. Dolayısıyla fuarın orta seviyede geçtiğini söyleyebiliriz.
Bir önemli konu da şu ki, bizim ev tekstili olarak ikinci büyük fuarımız İstanbul'daki EVTEKS Fuarı. Ama yaptığımız görüşmelerde, konuşmalarda görüyoruz ki, insanlar İstanbul'a gelmekten çok fazla kaçınıyorlar. Dolayısıyla, şimdiden söylemem gerekirse, özellikle Batıdan, Avrupa'dan çok fazla yabancı ziyaretçi gelmeyecek bu yılki EVTEKS'e. Onun için de beklenti düşük. Dolayısıyla aslında Heimtextile'in nasıl geçtiğinden ziyade, Evteks'in kötü olmasa bile ziyaretçi sayısının düşük olacağı, belki yalnızca iç piyasaya ile döneceği gibi bir izlenim aldık. Bu izlenim herhalde orada ihracat yapmak isteyen, beklentileri yüksek olan firmalara biraz olumsuzluk yaratacak, diye düşünüyorum.
Mesela benim Lübnan'dan bir müşterim vardı. O bile 'Ben İstanbul'a gelmeyeceğim' dedi. Lübnan halbuki bu tür şiddet, patlama olaylarına çok alışkın olması lazım... Lübnanlının bile 'gelmeyeceğim' demesi ilginç geldi bana. Fuarda genel olarak ürünlerimiz gösterildi. Numuneler gönderiliyor. Ülkelerde fiyat ve kaliteyi tutturabildiğiniz zaman da satışlar başlıyor. Eskiden fuardan gelince, şu kadar metre sattık, diye konuşuyorduk. Artık o konuşmaları çok fazla yapmıyoruz. Dikkate de almıyoruz. Önemli olan ürünleri sunabilmek, beğendirebilmek. Müşterilerle birlikte olabilmek. Eskide mal satılmaya gidilirdi. Şimdi daha ziyade tanıtım. Kimse dünyada stok da yapmak istemiyor. Numunelerini alıyorsun, beğenilirse üretiyorsun. Ekonominin iyi olduğu dönemlerde, stoklarla maliyetlerle para kazanmanın çok olduğu dönemlerde, dikkate alınmıyordu. Ama şimdi çok dikkate alınıyor, her ülkede.

- Fuar ev tekstilinin geleceğine ilişkin size herhangi bir mesaj verdi mi?

Bu tabi pazar meselesi. Hangi pazarlarda yer alıyorsan, hangi kalitede yer alıyorsan o ekileyici oluyor. Dolayısıyla da evet, dünyada bir durgunluk var. Bunun verdiği etkilerle de ev tekstilinde de bir gerileme oldu. Eskisi kadar hızlı çalışılmıyor. Ama bu, bundan 3-5 sene sonra da aynısı olacak anlamında değil. Bu dünya ekonomisiyle alakalı. Arap ülkelerine bakıyorsunuz, işte orada da huzursuzluklar var. Bakıyorsunuz, Avrupa'da Amerika'da insanlar bir şekilde terörden rahatsız oluyorlar, çekiniyorlar. Ülkeler ekonomik olarak büyüyemiyorlar, gelir elde edemiyorlar. Yalnız yaşamaya ve gezmeye öncelik veriyorlar. Ev tekstili deyince bakıyorsunuz, Rusya'daki kriz bizi etkiliyor. İran'da işler biraz daha iyi galiba ama doların yükselmesi nedeniyle belli sıkıntılar var. Tabi bunların hepsinin toparlanıp düzelmeye başladığında, muhakkak ki sorun kalmayacak.

- Dışarıda 'Türk malları pahalı' imajı mı var?

Var tabi, çok önemli nokta. Ama çok güzel bir şey. Çok güzel bir çizgiyi yakalamışız o zaman. Çin'in ucuzlarından farkı olsun. Bizim çalışma alanımız, hedefimiz de bu çizgide zaten. Çok metrekare üretim az para kazanmaktansa, az metrekare ve kaliteli, nitelikli yapıp daha çok kazanmak herkesi memnun edebilir. Onun için de bunu duyduğuma çok sevindim. Biliyorsun maliyetler Türkiye'de biraz yüksek. Biraz farklılık gösteremezseniz bu maliyetlerle satamazsınız. Ürettiğini Çin ile Uzakdoğu ile yaparsın, ama kendine göre nitelikli, özgün bir üretimle satabiliyorsan, beğeniyorlarsa o fiyatı verecekler.”

Özkan İrman (Minteks Yönetim Kurulu Bakanı)

““Heimtekstil, ev tekstili sektörünün gelişmesinde önemli rol oynayan değerli bir organizasyondur. Özellikle bizim yerli üretimimizin buraya gelmesinde büyük önemi vardır. Hatta uluslararası bir ev tekstili fuarcılığımız varsa bunu büyük ölçüde Heimtekstil'e borçluyuz demek, yalan olmaz. Ondan fazla holün olduğu her holün üç kattan oluştuğu var sayılırsa, bu metrekareyi doldurmak kolay iş değildir.

Gerek Türk ev tekstili fuarcılığının gelişmesi gerekse Çin fuarcılığının başlı başına bir güç haline gelmesi Heimtekstil'i çok geriletti. Bu yıl bazı holler tamamen kapatılmış ve bir çok holde de sadece bir kat hizmete sokulmuştu. Azalan metrekarenin en büyük nedenlerinden biri, muhakkak ki, azalan kârlar yüzünden fuar maliyetinin karşılanamaz olmasıdır. Ayrıca dünyadaki ekonomik istikrarsızlık da büyük etkendir.

Türk firmaları yine dersine iyi çalışmıştı her şeye rağmen. Orada olmanın önemli olduğunun altını çizercesine gövde gösterisi yaptılar. Azımsanmayacak şekilde de Bursalı firma vardı. Bu firmalardan biri de bizim firmamız Minteks'tir. Niceliğe değil niteliğe odaklı firmamız bu yıl da beklentisinin üzerinde bir sipariş ile dönerek, emeğinin semeresini görmüştür.
Ülkemiz için, gelecek için umutla ve şevkle çalışmaya devam edeceğiz.”


Hasan Moral (DOSABSİAD Başkanı).
'Heimtextil beklentilerimizi karşıladı'


“Heimtextil bizim ev tekstili sektörünün ana fuarı. Birçok ülkeden katılımcının, ziyaretçilerin buluşma noktası. Açıkçası bu sene de aslından belli, kemikleşmiş bir müşteri grubu vardı, ev tekstili sektörünün. Bu yıl da yine ana müşteriler rutin olarak fuarı ziyaret ettiler. Yeni müşteriler açısından da verimli bir fuar oldu Heimtextil.
Mayıs ayındaki Evteks Fuarı ile ilgili beklentilerin düşük olmasından dolayı, Heimtextil Fuarı bizim ev tekstili sektörü açısından özellikle, ekstra olarak daha önemliydi. Heimtextil Fuarı'nın beklentileri karşılayan, iyi bir fuar olduğunu söyleyebilirim bu sene. Biz de hem firma olarak, hem sektör olarak yeni ürünlerimizi, koleksiyonlarımızı, desenlerimizi sunma imkanı bulduk.”
Fuara Türkiye'den katılan yaklaşık 250 firmanın 90'ının Bursa'dan gitmişti. Biliyorsunuz Bursa ev tekstili sektöründe Türkiye'nin lokomotifidir. Bursa'dan giden firmalarımızın gepsi de sektörlerinde, üretim alanlarında çok başarılı arkadaşlar. Bunu fuarda da gördük.
Genellikle tabi karamsar bir hava var. Açıkçası 2016 çok zor bir yıl oldu. Ama bu fuarın iyi geçmesi, moral verdi, umut aşıladı. Tabi Türk firmaları olarak fuarda kendimizi anlatmamız gerekti. Ülkenin durumu ile ilgili olarak. İnsanlara güven verme açısından. Görevimizi yerine getirdik, diye bakıyorum. Yabancıların kafasında genel olarak ülkenin durumu ile ilgili soru işareti olsa da, Türk firmalarına olan güven devam ediyor. Dolayısıyla da bizim işlerimize 2017'de de yansıyacaktır. Biz istikrarlı bir şekilde üretime devam edeceğiz. 2016'dan dolayı çok karamsar bir hava var dışarıda. Sadece Türkiye için değil, global anlamda ekonomik sorunlar var. Ama 2017 için herkes umutlu. Bu da iyiye işaret, işlerimiz açısından. Sonuçta rutin yürüyen bir işimiz var, devam ediyor.”





Türk Ceyhan (Evimteks A.Ş. YKB):

'Tekstil olumsuz yönde... Firmaların çoğu ayakta durmaz'

“- Hemimtextil'i nasıl değerlendiriyorsunuz. Ev tekstili sektörünü neler bekliyor?

Tekstil sektörünün olumlu yönde ilerlediğini düşünmüyorum. Olumsuz gittiğini düşünüyorum.
İki ayrı konu var. Önce Türkiye'nin şu andaki politik durumu dolayısıyla Türkiye'den alım yapıp yapmamakla ilgili tereddüt bildiriyorlar. Türkiye'deki bizim gibi firmaların gelecekleri ile ilgili şüphe duyuyorlar. İkincisi, Türkiye'ye gelip gitmek, seyahat etmek istemiyorlar. Bu da ilişkilerde çok ciddi bir kopuş meydana getiriyor.
Bu sene İstanbul'daki Evteks fuarında bu nedenle ciddi bir çöküş yaşamasını bekliyorum ben. Yurt dışından Evteks'e katılan yabancı firmaların ezici çoğunluğu katılımlarını dondurmak istiyorlar.
İstanbul fuarına katılmak istemiyorlar. Biz Evimteks olarak katılacaksak, firma olarak, ülkemizin bir fuarı olduğu için ve fuarın için katılmamızın gerekli olduğunu bildiğimiz için. Ama bu fuardan bizim de firma olarak bir beklentimiz yok. Ayrıca döşemelik sektöründe, en büyük üretimimiz olan bu alanda, Hintliler dar kumaşlarda çok başarılılılar. Bizimle aynı ayarda ve hatta üzerimizde, daha tasarımlı, üst kalite kumaşlar yapabiliyorlar.
Ben bu politik olumsuzluğa da bağlı olarak, tekstil sektörünün bir miktar kapasitelerini düşürmesini, bazı firmaların artık bu işten vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şu anda firma olarak en uç, en marjinal, uç noktalardaki perdelerin tasarımını yaparak, ancak ayakta durabiliyoruz. Ayakta durmaya çalışıyoruz. Bunun ne kadar devam edeceği konusunda çok pozitif düşünmüyorum.

- Fuarda bu yılki ilgi nasıldı. Ziraretçi sayısının arttığı açıklandı.

Evet, ziyaretçi olarak çok fazla ziyaretçi vardı. Fakat bunların bakış açısı çok seçici ve çok az alır, zor alır ziyaretçiler. Buradaki isim olarak, dünyada tekstil sektörü çok küçük aslında. Bütün dünyada herkes birbirini biliyor. Yeni koleksiyon yaparken, dünyadaki ekonomik durum çok parlak olmadığı için, zaten çok seçici davranıyorlar. Koleksiyonlarında hiç olmayan şeyleri arıyorlar. Dolayısıyla koleksiyonlarında olmayanları geliştirmek, tasarım da çok kolay değil. Bunun için de bizden alıcı olarak firmalar koleksiyonlarına ilave ettikleri yeni tasarımlar, çok az yeni desen, kumaş... Dolayısıyla pazarda küçüldüğü için şirketler zorlanıyor. Çok fazla talep, siparişler falan yok. Müşteri tamamen aslanın midesinde artık. Midesinden çıkartabilenler bir miktar iş yapabiliyor. Yoksa bu talepler çok daha azalıyor.

- Yabancı müşteri neyi hesap ediyor? Kaygıları ne?

Türkiye'ye negatif bakış açısı ve endişesi aslında. Firmaların geleceği ile ilgili kaygıları oluyor. Örneğin bizimle çalışan firmalar alacakları ürünle ilgili bir katalog yapıyor. Bu katalogları dünnayın dört bir yanına dağıtıyor. Bu ürünü en az 4-5 sene tedarik etmenizi ve birebir aynısını yapmanızı istiyorlar. Kataloglara giren markalar kataloglarını 5 sene üretmeyi taahhüt ediyorlar. Yarın o malı yapamaz duruma gelirsen, bunlar bu işten büyük zarara uğruyorlar. Katalog yapmış, dağıtmışlar, onlar da birilerine taahhütte bulunmuşlar... Siz bunu temin edemezseniz ip kopuyor. Sıkıntının, kaynağı bu.
Bundan dolayı da sorguluyorlar. Türkiye'nin nereye gittiğini, gelecekteki gidişatını, firmaların ayakta kalıp kalamayacağını... Kendileri açısından taahhütlerini yerine getirip getirmeyecekleri ile ilgili sorguluyorlar. Ben 63 yaşındayım. Bu firmayı, benim firmamı benden sonra kim yürütür? Bizim geleceğimizi de merak ediyorlar. Çocuklarım var mı, çalışıyor mu, bu işi beceriyor mu, onları inceliyorlar. Şimdi buna ekstradan politik durumlar da eklendi. Şimdi adamlar sadece şirketin değil, Türkiye'nin durumunu merak ediyor, endişe ediyorlar. Bizim ana pazarımız Avrupa. Tekstil şirketleri olarak, en çok satış yaptığımız pazar Avrupa. Avrupa ile iyi iş yapabilme sebebi hızlı iletişim, kolay gidip gelmemizde. Bu açıdan gelmek istememeleri bu ilişkiyi zayıflatan bir durum.

- Türkiye'de ev tekstili ile ilgili yeni bir fotoğraf çizdiniz. Peki, sektörün geleceği açısından çıkışı nerede buluyorsunuz?

Çıkış, bence, kapasiteleri düşürmek olmalı. Başarılı tasarım, Ar-Ge yapamayan firmaların piyasadan çekilmesi lazım artık. Bu işle ilgili Ar-Ge ve ürün geliştirmeye hız vermeliyiz. Ancak bu sayede firmaların yüzde 20-30 kadarı hayatiyetini koruyabilir.

- Çok ciddi bir durum. Yani firmaların büyük çoğunluğu yolun sonuna mı geldi?

Ben öyle düşünüyorum. Bakınız Evimtekstil 15 milyon dolarlık satış yapıyor. Üretimin hepsini dışarı satıyoruz. Şu anda da biz satış seviyemizi koruduk. Ama gelecekte bunu koruyup devam ettirmemiz zor olacak diye düşünüyorum. Türkiye'de tekstil sektörü içinde ev tekstili önemli. Bursa'da bir sürü tekstil firması var. Benim yaptığım perdelik kumaşlar, tasarımlı ve üst segmente hitap eden kumaşlar. Kendimizce başarılıyız, vergide hep ilk 50-80 firma arasındayız. Profil iyi ama yine de gelecek için çok özel ürünler yapmamızı gerektiriyor üst segment için. Çok uç noktalara gidiyorsunuz ve sıradan işler yapmamız işi götürmüyor.”


Bursalı Hüseyin'in makinesi!

Hızlı tren, metro, tramvay, lazer güç kaynakları... Tamamı ithal edilen bu araç ve teknolojilerde artık ciddi bir yerli üretici var. "İpekböceği" adı ile tramvay üretmeye başlayan Durmazlar Makine, artık metro vagonlarını da üretiyor. Firma ilgili 'lisanslar alınabilirse' hızı tren de bile var.  





Durmazlar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz, sac işleme makinelerinden sonra 'Lazer Güç Kaynağı' ve 'Tramvay'da iddialı olduklarını belirtti. Durmaz, yerli üretimin maddi manevi desteklenmesini istiyor... 

Durmazlar Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Bursa Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz, geçtiğimiz günlerde hem Durmazlar'ın yürüttüğü projeler hakkında geniş bilgi verdi, hem de Bursa'da makine sanayiin dinamizmine vurgu yaptı. “Türkler uyumuyor” diye tramvaydan, lazer güç kaynağına, saç işleme makineleri ve uzak mekiği parçalarına yerli üretimde çıtayı yükseğe taşıdıklarını anlatan Durmaz, bir yandan da işadamlarına “İstersek herşeyi yaparız” mesajı verdi, coşku ve moral aşıladı. Soruları da yanıtlayan Durmaz, merak edilen pek çok konuya açıklık getirdi.
MUSİAD Bursa Şubesi'nde konuşan Durmaz'ın sözlerinin geniş bir özetini, sizlerle paylaşıyoruz:


“Bursa OSB'nin Yönetim Kurulu Başkanıyım. Önce bizim OSB'den birçak rakam söylemek istiyorum. BTSO olarak 'Bursa Büyürse Türkiye Büyür' diyoruz. Gerçekten Bursa'daki gelişme ülkemize büyük fayda sağlıyor. Aslında biz farkında değiliz. Sanayiciler, işverenler, memurlar, öğretmenler bu algıyı da yaratmamız lazım, bütün Bursalılar olarak.
Bizim Bursa OSB'de 700 hektar arazide 250 firma var. Kimya sektörü de var, makine de var, tekstil de var, otomotiv de var, otomotiv yan sanayi de var, yani karma bir yapısı var.
Dikkatinizi çekerim, geçen sene bizim OSB'deki sanayicilerin ihracatı 5 milyar 800 milyon dolar. Düşünebiliyor musunuz, bu şehre, 10 senede en az 50 milyar dolar girmiş. Bu 50 milyar dolardan simitçiden tutun da tornacımıza, doktorumuza, hastanemize her bireyimiz faydalanmıştır. O nedenle OSB'lerden bahsederken, şunu demek istiyorum; ihracat yapmayan arkadaşlara, küçüklerime veya büyüklerime ya bir ihracatçıya çalışmaya, ya da bir ihracat yapmaya gayret etmemizde fayda var.
Rahmetli babam, Almanya'ya gidiyor. Almanca bilmiyor. Bursalı bir arkadaşı ile birlikte -ki, şimdi ikisi de vefat etti, yoklar-, makine alacaklar, Alman diyor ki, babamın arkadaşına, 'Ali borcunu öder mi?' Babam Almanca bilmiyor, anlamıyor. Arkadaşı, 'Ben kefilim, Ali borcunu öder, vadeli verebilirsin' diyor. Babama kefil oluyor, makine alınıyor.
Birgün bu Alman geliyor Bursa'ya. 'Ne oldu, hayırdır' diyor babam. 'Ben senin arkadaşını arıyorum. Sana kefil olanı. Parasını bana ödemedi.' Babam 'Gel' diyor, 'Yardımcı olayım'. 'Sen ne iş yaparsın' diyor Alman, Yalova yolundaki fabrikada. Babam makineleri gösteriyor. 'Aha bunları yapıyorum'. 'Ya' diyor, 'Bana da yapar mısın?' İşte öyle, bilmillah, 1977 yılında ihracata başlıyoruz.
O ihracata başlama, aynı zamanda vizyonu, misyonu da değiştiriyor. Yabancılarla haşir neşirsin. Onların farklı disiplinleri var. Bizim tarzımız farklı.

Şimdi Mars gezegeninde demir arıyor bir taraftan adamlar, bir taraftan da bizim daha yerli uçağımız yok. Bir taraftan birileri inancından dolayı Kerbela'yı anarken kendini dövüyor; öteki adam da Mars'ın toprağını paylaşıyor. Yav kardeşim, tamam, hem kendini döv, bir taraftanda Mars'a araç gönderelim biz de...
Ticari ilişkiler zaman içinde dostluğa dönüştüğü için, adam seni evinde misafir ediyor, sen onları evinde misafir ediyorsun, sen onun nazını çekiyorsun, o senin nazını çekiyor. İşte ihracat konusu aslında bir nebze bu. 5 milyar 800 milyon dolar ihracat işte buralardan geliyor.
2016 yılında bizim bölgenin elektrik tüketimi yüzde 8,18 oranında artmış. Doğalgaz tüketimi yüzde 3,5 artmış. Su tüketimimiz, yüzde 5 artmış. Malum tekstil fabrikalarımız var. Yani aslında baktığınızda çarklar dönüyor. Hangi çarklar dönüyor? İhracat ve ihracatçıya iş yapanların çarkları fevkalade dönüyor. Çünkü bir kriz oluyor, yurt içine çalışıyorsanız, size verilen çekler ödenmiyor. Çekin ödenmeyince sen de kendin borcunu ödemekte dara düşüyorsun. Dara düşmemek için Türkiye'de her ne kadar müşteri portföyümüzü geniş tutsak dahi, yeterli olmuyor. Müşteri portföyümüzü dünyada da geniş kılmalıyız.

Endüstri 4.0 konuşuluyor. 'Bunun adını nasıl Türkçeleştiririz' deniyor. Ya, niye değiştireceksiniz ki... Keşke Endüstri 4.0'ı biz bulsak da onlar bizi takip etseydi. Bizim hayallerimiz, misyonumuz, vizyonumuz ileri, daha ileri olmalıydı.
Bu arada sadece Bursa OSB olarak değil, şirketimiz olarak da ekolojiye dikkat etmek durumunundayız. Bakınız kanser hepimizin başına gelebiliyor. Eğer bizler yaptığımız işlerle bu dünyayı, bu vatanı kirletirsek... Evlatlar var, torunlar var... Hangi yüzle biz onların yüzüne bırakacağız. Böyle mi onlara iyi bir dünya bırakacağız? Sadece OSB olarak da değil, kendi işyerlerimizde de... Ekonomimizi düşünürken, ekolojimizi de düşünmemiz lazım.

DURMAZLAR...

Durmazlar olarak, 3 kardeşiz. Ablam Fatma, kardeşim Sinan var. Babam Ali Durmaz öleli 13 sene oldu. Direkt istihdam ettiğimiz 350 kişi vardı, şimdi bin 700 kişi oldu. Niye? Benim ablam, kadın başına sabahın bir saatinda evinden çıkıp fabirkaya gidiyorsa, Bursa'da iş var, diye. Saat gece 10'da fabrikadan çıkıyor, eve gidiyor. Ama yolunu kesmiyorlar. Neden? Efendim birisinin kendisi otomotivde çalışıyor, hanımı bir bankada çalışıyor. Yani bizim insanımız, merhametlidir, ağırdır. Ama bugünlerde bizim insanımıza birşeyler oldu. Kimse kimsenin en ufak bir hatasına katlanamıyor. O kadar hoşgörüsüz, anlayışsız, saygısız olduk ki... Biz işte onlardan olmamalıyız. Biz ne kadar komşularımız, etrafımızdaki ülkeler sıkıntıdan geçse de merhametli, saygılı olmalıyız. Terbiyemizi bozmamalıyız. Eşimizi dostumuzu da uyarmalıyız.
Ya kardeşim, zaten üç kuruşluk ömrün var. Neden onun ahını alacaksın? Veya niye içinden kendine küfür ettireceksin...
'Bir dakka' diyorsun; 'Buyur abi' vardı. Yine o günlere dönmemiz lazım. Bu psikolojik sıkıntılarımızı atmamız lazım. Neden? Çünkü burada oturan hiç kimsenin gidecek başka bir ülkesi yok. Bizi Suriye'ye de, İran'a da almazlar. Araplar zaten bizi sevmez. Nereye gideceğiz biz?
Valla benim vasiyetim, Emirsultan Mezarlığı, babamın yanına.. Mutlaka sizlerin düşüncesi de öyledir. Dolayısıyla ülkeme ve dinime inancım, vatandaşa, kardeşlerime, sevdiklerime inancım... Diyor ki, 'Hüseyin sen muhacirsin, çalış kardeşim, çalış...' Çalışıyoruz.

LAZER GÜÇ KAYNAĞI

Peki neler yapıyoruz? Türkiye'nin 70'nci Ar-Ge merkezi; ama makinede birinci Ar-Ge merkeziyiz.
Lazer ışını yapıyoruz. Nasıl, gidiyorsun doktora, kırmızı bir ışıkla senin gözünü ameliyat ediyor, tedavi ediyor. Peki o lazer ışını nereden geliyor? Bir kaynaktan geliyor. İşte bizim düne kadar ithal ettiğimiz bu malı, o kırmızı lazer ışığını üreten güç kaynağını üretiyoruz. Bu kırmızı ışık demiri kesiyor, demire şekil veriyor. İşçi dolabından tut da uçağın kanadına, otomotiv parçalarına... Ereğli sacının girdiği her yerde bir şekilde bu makinelere ihtiyaç var. Onurlandık, arkadaşları tebrik ettik, gazetelere ilan vererek ne yaptığımızı açıkladık. Yani bizler uyumuyoruz. Türkler uyumuyor. Uyumayacağız. Uyursak böyle güçlü olamayız. Güçlü olmayınca bizi devirirler. Uyumadığımız için ayaktayız. Lazer Güç Kaynağı bizde tam 7 yıllık bir çalışmanın, Ar-Ge'nin ürünü.
Çekin, senedin olabilir, paran gelmemiş olabilir, öyle ya da böyle, morali bozmamalıyız. Allahın da bize bir görevi var, bize veriyor. Allahım ver, diyorsun, biz diledikçe, niyetler halis olduktan sonra, Allah da yolumuzu açık eyliyor. Hepimiz birer sanayici, işveren, çalışan olarak da, ülkenin değerine değer katıyoruz.

BU HEMŞEHRİNİZ HÜSEYİN'İN MAKİNESİ YA..
Ne yapıyoruz?
Uzay mekiğini veya uzay roketini düşünün. Uzaya fırlatılan roketin etrafında böyle yuvarlak yakıt tankları vardır. İş NASA'dadır. NASA'da bir makinemiz var, 27 eksenli, 12 patentli. O yakıt tanklarını kıvırıyor. Öyle bir özel malzeme ki, Türkiye'de örneği yok. Yakıt bitince tank kendini atıyor. Gazete kağıdı düşünün, makine alıyor sacı, büküyor, yuvarlak yapıyor, köşeleri kapatıp yakıtı basıyorsun. Öyle bir sac ki, kıvırıyorsun, bırakınca düzeliyor. Bu bir Türk'ün makinesi ya.. Hemşehriniz Bursalı Hüseyin'in makinesi!...

Velhasıl Türkiye'nin makine sektöründe çok yol katettiğini görüyoruz. Biz eskiden çok zorlanırdık. Mühendisler yetişmemiş, malzeme bulamazsınız... Hepimizin geçtiği süreçler. Sen iplik bulamazsın, çimento bulamazsın. Bunları hepimiz gördük. Bugün herşeye o kadar yakınız ki, parayı bulabiliyoruz, makineyi bulabiliyoruz, inşaatı, malzemeyi bulabiliyoruz...
Fakat işletmelerde problem ne? Çalışanlar... İşini düzgün yapmayanlar.
Adama diyorum ki, 'Bak kardeşim, ben senle haftada 45 saat anlaştım. Kaç liraya? 2 bin liraya. Neden günde 10 dakika önce paydos ediyorsun? Sen çalıyorsun, farkında olmadan. Harama düşüyorsun... Beğenmiyorsan, dersin ki, parayı yükselt. Yükseltmiyorsan, müsaade et ayrılıyorum, diyebilmelisin. Biz çalışanlarımızı bilinçlendirmeliyiz. İşletmetmelerdeki en büyük sorun çalışanlar. Parayı bozuyorsun, altınlarını, ananın altınlarını bozduruyorsun. Arabanı satıyorsun, birşeyler yapıyorsun. Ama çalışanlar? Onların iyisini bulmak zor. Zaten kimse iyi adamını göndermek istemiyor. Bu yüzden iyi adamı bulmak zor. Demek ki, iyi olmayanların da kalitelerini artırma görevimiz var işveren olarak. Hem kalitesi, hem kariyeri artsın, hem de geliri artsın. Artsın ki o da nefes alsın. Biz asla Rabbena hep bana demeyiz. Onların refahını, kalitelerini artırmakta da fayda görüyorum.
Sonra ne yapıyoruz?
Türkiye'de 'Punch Press' dediğimiz bir makineyi yaptık. Fiyatı 260 bin Euro idi. Japonlar ve Almanlar yapıyor. Biz yaptık, kopye ettik. Bu arada kopye etmek ayıp değil... Keşfedilmiş bir şeyi niye bir daha keşfedeceksin? Keşfedilmişi al, yap... Zaten senin mühendisin meraklıysa, onun üzerinde daha birşeyler koyuyorsun, geliştiriyorsun o makiyeni. Ama sıfırdan yaparsan zamanına ve parana yazık. Biz aldık bir tane 250 Euroluk makineyi, 160 bin Euro'ya yaptık ve piyasaya çıkardık. Pat onlar da fiyatı 170 bin Euro'ya düşürdüler. Kardeşim sen benim vatandaşımı yıllarca soymuşsun... Makine başına 100 bin Euro fazla parasını aldın. Ha Ahmet'in parası, ha Mehmet'in parası, sonuçta bu memleketin parası...Sonra biz 130 bin Euro'ya düştük, onlar bir daha fiyat düşüremediler...
Sonra Türkiye'de üretimi olmayan lazer kesim makinelerini ürettik. Gökçin abi, (Gökçin Aras), dışarıdan 1 milyon Alman Markına almıştı, Euro yoktu. 17 sene önce, düşünün 1 milyon mark... Şimdi biz o makineyi 250 bin Euro'ya satıyoruz kullanıcıya. Yabancıları Türkiye'den çıkardık, satamıyorlar artık. Sadece piyasada bana kafası bozulan olabilir, özel bir nedeni vardır, yabancılardan ancak o zaman makine alınıyor. Defettik yabancıları...

4 TRİLYON DOLARLIK SEKTÖR

Yani saca şekil veren, kıvıran, eğen, büken, takım tezganlarında piyasada İtanyanları bitirdik, sektör olarak. Eskiden Almanya'daki Hannover fuarında bir hol İtalyan olurdu, şimdi bir hol Türk firmaları var. Komşularım var Kayseri'den, İstanbul'dan, Konya'dan var... Bizim makine sektöründe bir bereket var. Çabuk zengin olmadığımız için çabuk da batmayız. Metal sektörünün geneli böyledir. Dünyadaki petrol ve türevlerinden sonra, PVC, torba, naylon vs., 4 trilyon dolar ticaret hacmi ile ikinci sektör makine sektörü. Peki bizim bundan aldığımız pay nedir? Çamaşır makinesi de dahil, dönen bir alet var, motoru var vs., toplam ihracatımız 15 milyar dolar. 4 trilyon dolar nere, 15 milyar dolar nere? Yani makine sektöründe alınacak daha o kadar fazla yol var ki... Eminim daha pek çok sektörde böyle bir durum var. Herkes kendi sektörüyle sabah akşam yatıyor. Yıllarca ve hepimiz herşeyi biliyoruz. Ama bir de rızk var. Şimdi benim niye bir Microsoft'um, bir Apple'ım olmasın? Veya bizden bir Hasan'ın, Ayşe'nin, niye böyle bir şeyi olmasın? Bunun için adımızın David mi olması gerekiyor arkadaş? Bizim kafa basmıyor mu? O nedenle hayallermizi de sağlam ve geniş tutmakta fayda var.

TRAMVAY

Size Tramvay projemizi anlatayım. 2008'de işlerimiz azaldı. 100 birim iş yaparken işimiz 35'e düştü. Bir sürü çalışan var. Toplandık, ne yapacağız, konuşuyoruz, konuşuyoruz... Ablam açtı ellerini, 'Allahım bize bir iş versene' dedi. Bir de baktık ki bizim belediye başkanı bir babayiğit arıyor...Tren yapacak babayiğit... Bizim milimetrenin binde biri hassasiyetinde iş yapmak kaabiliyetimiz var. Mühendisliğimiz, altyapımız... Endüstri mühendisi, fizikçi yazılım mühendisleri... Maaşallah..
Belediye başkanımızla tanışmıyordum. 8-10 firma dolaşmışlar, 'Siz bu işte olur musunuz', dediler. 'Bir düşünelim' dedik. Dedik ki, bu işe 3 milyon Euro gider. Peki, biz 3 milyon Euro'yu kaybetsek, bu bizim ailemize, çalışanlarımıza büyük bir zarar verir mi? Çarkımızı bozar mı? 'Bozmaz' dedik, 'Girelim' dedik ve girdik.
Yabancılar senin bu iş yapmanı istemiyorlar ki.. Pauch Press makinelerindeki gibi burada da eski vagon, yeşil olanlar 3 milyon 200 bin Euro. Biz vermişiz tanesi 1 milyon 650 bin Euro. Para kazanıyor musun? İnsanlığa hizmete ediyorum. Sevabını yazsa yeter, bir gün kazanırım. 'One time cost' dedikleri hazır rotada, bir seferlik gider alacak benden. Kapıcısı öyle, bacacısı öyle. Biz girmeden önce sektör konuşulmuyordu ki. Gelişmekten olan ülkemizin o kadar çok yatırıma ihtiyacı var ki toplu taşımacılıkta. Heykel önünde yarım saat ayakta dur, 24 saatte 2 bin sigara içmiş kadar karbondioksit alıyorsun. Şu kapalı salona iki araba bağla, kapı pencereyi kapat, hiç birimiz egzozdan, sabaha çıkamayız, o kadar bir durum yani. Gençlerimizin, çocuklarımızın, kendi ruhumuzun ve bedenimizin sağlığı için de toplu taşımacılığı yaymalıyız.
Biz 6 tane tramvay yaptık. Dediler, 'Bu tramvay bu bayırı çıkmaz.' Kardeşim çıkıp da 'Bu tren bu bayırı çıkmazsa, geçip arkasına iterim, çünkü bunu benim vatandaşım yapıyor' desene! Böyle duygularla gelsene...
Hakiten de tramvay o yokuşta kalmadı mı! Ama neden? Yola rayları döşemiş, üstüne alsfalt atmışlar. Eski İtfaiye'nin tam karşısında. Asfalt rayların tam üzerine dökülmüş, raylar demire değmeyince elektrik alamıyor, makine de elektrik alamayınca otomomtik olarak kendisi duruyor. Neyse arkadaşlar rayların üzerini gece vakti gidip taşladı, asfaltı kazıdılar ve bizim tramvay yoluna devam etti.

Hafif raylı tramvaydan sonra çift yönlü kırmızıları da yaptık. Bunu yapmak araba fabrikasından daha zor. Bakın daha hala bir araba yapacak babayiğit bulamadılar. Bizim kapımız herkese açık. Bu yenilikleri hepimiz yapmalı. Bu masada oturan herkes, birinci sınıfız... Gelir farkı olmaksızın...
Ben birinci sınıfım burada, bütün sizler de. Hükümetimizin yanında durmak lazım. Eleştir, sevdiğin sevmediğin yanı vardır. Ama adam üç vardiya çalışıyor. Buna sinir mi, sağlık mı dayanır?


Endüstri 4.0'ı konuşmuyoruz, yapıyoruz. 10 kişi çalıştırıyorsun. Yoruldun, bir saat bacağımı uzatayım dedin, elinde 'laptop'un. Bakıyorsun, operatörün ne kadar çalıştığını, ne kadar tükettiğini, kaç parça kestiğini, neyi kestiğini, hepsini oturduğun yerden görüyorsun. Buradan Arjantin'e makine sattım. O makineye bağlanabiliyoruz. Buradan, Türkiye'den servis olarak Arjantin'deki makineye müdahale edebiliyoruz artık. Şimdi, makine arıza yapmadan olabilecek sıkıntıları, yazılımları önceden görebilmeye çalışıyoruz. Servis ihtiyacı vs. için uyarı yapıyoruz.
Biz makineleri alıyoruz, kesen, biçen, döven vs. makineler... Ortalarına robot koyuyoruz. Bu robot farklı bir makinede işlem gören bir parçayı alıyor. Farklı bir makineye götürüyor ve döndürüyor dolaştırıyor, parçayı yapıp, yan tarafa atıyor.
Tornayı çoğu insan bilir. 'Vargel' diye bilirdik. Bir tane CNC Torna kaç konvansiyonel tornanın işini yapar? En az 10... Abi, bu 9 kişi nereye gidecek? Karnını nasıl doyuracak? Rabia diyor, 4 çocuk diyor, teeknoloji diyor, nüfus artıyor, sonu ne olacak? 0 boşta kalan 9 kişinden birisi benim evladım olabilir.
Yeni sektörler doğuyor. Bursa'da Uzay ve Havacılık Kümelenmesi kuruldu. Ama Bursa'ya hızlı tren inşaatı durdu. Ne olacak şimdi? Gelirimizi göstereceğiz, vergimizi de vereceğiz. 100 lira kazandın, 80 lirasını ver devletine. 20 lira ile geçinirsin.

ULAŞIM ARAÇLARI SEKTÖRÜ


Bu toplu taşıma sektörü çok değişik. Hem şanslı hem çok şanssız bir sektör. Araba üretsem galeriye koyarım, satarım; ama tren üretince bir galeriye koyup satamıyorsun. Belediye iş verirse yaparız abi, ne olacak...
Devletimizin tutumu pozitif. Bir yerlilik oranı koydular. Orta ve üst teknolojili mallarda yüzde 15'e kadar fiyat avantajı getirildi. O da Çinlilere karşı bize yetiyor. Ama diğer sektörlerdeki durumu bilmiyorum. Belediyeler korkuyor her halde. Anlamıyorum. Normalde aslında belediye başkanlarının sıraya girmesi lazım, Önce benim trenimi ver diye. Kocaeli'ye tren verdik, Samsun'a verdik. Samsun'daki belediye başkanımız “Ben yerlisini alacağım kardeşim” dedi. Kocaeli Belediyesi 'Ben yerli tren alacağım' dedi. Fiyatı uygun, kalite uygun. Kaç senedir çalışıyor, maşallahı var. Bir tramvayın aslında 2 milyon 200 bin Euro olması lazım. Yabancılarda 3 milyonun üzerinde, biz 1,650 civarında veriyoruz. Teknik özelliklerine göre. Yeşiller 3,2 milyon Euroya alınmış, biz neredeyse yarı fiyatına veriyoruz. İnsanlığa hizmet ediyoruz aslında.”





Not: Bu yazı Ekohaber'in 1081. sayısından alındı. 




Şirket satın almalar azalıyor!



2010'da 26,4 milyar dolara çıkan yerli yabancı şirket alımları, 2016'da 4,6 milyar dolara düştü. Geçen yıl yabancı 2,5 milyar dolar, yerliler 2,1 milyar dolarlık alım yaptı.







Türkiye ekonomisinde yabancı sermaye girişine bağımlılık, artarak sürüyor. Kronik “cari açık” yüzünden ekonominin kendi dengeleri üzerinde büyümesi giderek zorlaşırken, piyasadaki son gelişmelerin ardında yabancı sermaye girişindeki sıkıntıların da etkili olduğu anlaşılıyor. Zira sermaye yatırımlarının en önemli kalemi olan şirket birleşmeleri ve satın almaları, 2016'da hızla gerildi ve 2010 yılında yaklaşık 10 milyar doları yabancı olmak üzere toplam 26,4 milyar dolara ulaşan şirket satın almalar, 2016'da 4,6 milyar dolara geriledi.

2016 yılında, 2009 krizinden sonra hızlı artışa geçen şirket birleşmeleri ve satın almalar 2016 yılında keskin bir düşüş yaşadı. 2009 sonrasında küresel çapta birleşme ve satın almalar 2 trilyon dolardan 2015'te 4,2 trilyon dolara yükseldi, 2016'da bu rakam 3,7 trilyon dolara çekildi. İşlem sayısı ise eksilmedi ve bu sürece 39 binden 47 bin adete ulaştı.

Geçtiğimiz yıl dünyadaki en büyük satın alma ABD'li Time Warner'in 107,5 milyar dolarla AT And T tarafından satın alınmasıydı. Bu işlem aynı zamanda medya sektöründe tüm zamanların en büyük ikinci satın alması oldu. Satın almalarda teknoloji ve enerji öne çıktı.

Kurumsal finans kuruluşu EY'nin hazırladığı “Birleşme ve Satın Alma İşlemleri 2016 Raporu”na göre, Türkiye'de yabancı sermaye en fazla şirket satın almayı ekonominin en parlak yılını yaşadığı 2008'de yaşadı. Bu yılda gerçekleşen 12 milyar dolar yabancı yatırım rekoruna bir daha ulaşılamadı. Kriz yılı 2009'da yabancı sermaye alımları 1,5 milyar dolar ile dip yaparken, şirket birleşme ve satın almalara yapılan yatırımlar 2010'dan itibaren, özellikle yerli firmaların atağı ile hız kazandı.
Yabancı sermaye alımları 2012'de 11,7 milyar dolara ulaşırken, izleyen yıllarda yabancı sermaye yatırımları 2013'de hızla düştü, ardından dalgalı bir seyir izledi.

Birleşme ve satın almalarda en kötü yıl ise 2016 yılı oldu. Yabancı yatırımcıların işlem hacmi kriz yılı 2009'dan sonra ilk kez en düşük seviyesine geriledi. 2009 yılında 1,5 milyar dolar olan yabancı yatırımcı alımları 2010 yılında 9,9 ve ilerleyen yıllarda sırasıyla 6,4, 11,7 milyar dolar olurken, rakam 2014'te 4,6, 2015'te 6,6 milyar dolar, 2016'de ise 2,5 milyar dolar oldu.
Bu dönem yatırımlarında dikkat çeken en nemli nokta, 2008 ve 2015 dışında yabancı yatırımların yerli sermaye yatırımlarının gerisinde kalması oldu. Örneğin 2014'te Türk yatırımcılar 13,1 milyar dolar alım yaparken, yabancılar 4,6 milyar dolar yatırım yaptı.

Yabancı yatırımcılar 2016 yılında toplam 93 işlemde yer aldı ve toplam olarak 2,5 milyar dolar işlem hacmi gerçekleştirdiler. Yerli yatırımcılar ise aynı yıl 2,1 milyar dolar ile işlem hacmiyle toplam hacmin yüzde 46'sını gerçekleştirdiler. Yabancı yatırımcılar arasında işlem hacmine göre ilk sırayı Amerikalı yatırımcılar aldı. 2016'da yerli yatırımcılar 150 işlem gerçekleştirdi.

2016 yılının en büyük ilk 10 işlemi toplam 2,9 milyar dolar ile toplam işlemin yüzde 62'sini gerçekleştirdi.
En büyük 10 satın alma şöyle:

Kuruluş                                             Satın alan                ülke                     Milyon Dolar
-----------                                        -----------                   -----                           ---------
Mars Enternainment Group                CJ CGV                  Güney Kore            692
Menzelet HES, Kolavuzlu HES          Akfen Holding       TC                         400,9
Odeabank                                            IFC, EBRD             ABD,BAE. %23,    265
Aksa Enerji RES                                Guriş                       TC                           259
Borajet                                                 SBK Holding         TC                           258
Almus HES, Köklüce                          HES Gül Enerji     TC                          250,2
Alternatifbank                                    C. Bank of Qatar     Katar     %25.          224,9
Rönesans Holding                              İFC                          ABD        %5.          215
TP Petrol Dağıtım                              Zülfikarlar Holding TC                         159
TAB Gıda                                         Goldman Sack, CS,   ABD                     150


2016'da yerli şirketlerin yurt dışı satın alımları ise şöyle oldu:


Satın Alan                                                    Alınan firma                Ülke                      Milyon dolar
------------------                                             ------------                     ---------                 --------
Arçelik                                                        Dawlance                     Pakistan                 258
Doğuş Holding                                           Hotel Villa                    Magna İspanya      196
Acıbadem Grubu                                        Tokuda Group, City Clinic Bulgaristan      125
Şişecam                                                      Sangalli Vetro Porto       İtalya                    100
Logo Yazılım                                             Total Soft                       Romanya                 33

Yurt dışı alımlarda en büyük işlemi Arçelik yaparken, ABD ve AB ülkelerinin öne çıktığı işlemlerde, imalat, ulaşım ve turizm sektörleri öne çıktı.

KAMU KAYNAKLI ALIMLAR

2016 yılı kamu kaynaklı işlemler bakımından da durağan bir yıl oldu. En önemli kamu kaynaklı işlemleri Menzelet HES, Kılavuzlu HES, Almus ve Köklüce HES işletme devir hakları ile TP Petrol dağıtım özelleştirmesi olarak ön plana çıktı. Kamu kaynaklı işlemler toplam işlemlerin yüzde 23'ünü oluşturdu.
Kamu kaynaklı işlemlerde TMSF'nin yapı yüzde 1 olurken, toplam 234 işlemin yüzde 96'sı özel sektör işlemleri oldu. 9 önemli kamu kaynaklı işleme yerli yatırımcılar ilgi gösterdi.
Adıgüzel HES, Kemer HES, Şanlıurfa HES ve Tortum HES ihaleleri önemli işlemer olarak yer aldı.

ANKET...

EY'nin iş dünyası içinde yaptığı bir ankette ise şirket birleşme ve satın almalardaki düşüşün, yüzde 28 siyasi istikrar, yüzde 20 yurt içi ekonomik konjonktür, yüzde 20 bölgesel siyasi gelişmelerden etkilendiği tespit edildi. 
Ankete katılanlar bu yıl enerji, perakende, sağlık, yiyecek ve içecek bilişim sektörlerinde toplam 14 milyar dolara yakın el değiştirme yaşanacağını tahmin ediyor. Yatırım ortamı ise yüzde 51 oranında “olumsuz” olarak değerlendiriliyor.




30 Ocak 2017 Pazartesi

Tarihçi İlber Ortaylı: 'Sanayi devrimine gitmezsek...'

Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türklerin sanılanın aksine müthiş sanayileşme taraftarı olduğunu, “baca kurmak için herşeyi yaptığını”, bunun da plansız programsız ve sürüdürülemez bir sonuç ortaya çıkardığını söyledi. Prof. Dr. Ortaylı, “İkinci sanayi devrimine gitmediğimiz takdirde maalesef hem kalkınmamız duracak, hem çok düşeceğiz, hem de çevremizi çok fazla tahrip edeceğiz. Bu çok açık birşey” dedi.

Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (BUSİAD) geleneksel Perşembe Söyleşileri'nin konuğu olarak Bursa iş dünyasına seslenen Prof. Dr. İlber Ortaylı, Bursa'nın tarih boyunca bir ticaret şehri olduğunu belirtti. Bursa'nın Osmanlı'da bir dönem başkentlik yapması, ipek ticareti ve üretiminin merkezi olması gibi nedenlerle öteden beri zengin bir bölge olduğunu anlatan Prof. Dr. Ortaylı, ancak son dönemdeki sanayileşmenin bir “paspallık” ve çevre tahribine yol açtığına dikkat çekti.

İlber hocanın konuşması pür dikkat dinlendi, hiç boş sözcük söylemedi, pek çok güncel konuya da "siyasete girmeden" açıklık getirdi. Tarihçi İlbere Ortaylı'nın konuşmasının geniş bir özetini buradan sizlere sunmak istedim. Konuşmanın yaklaşık yarısı aşağıda, kağıda döktüğümde kalan bölümleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. 
Zira, 'Tarih, bizi tarih bilincinden koparmak isteyenlerin dediği gibi tekerrürden, boşuna kendini tekrardan ibaret değildir. Tarih, toplumlar aynı yanlışları yapmasın, aynı tuzaklara düşmesin diye vardır ve güncel ekonomik, siyasi, sosyal sorunların çözümlenmesinde mutlaka işe yaraması gereken bir alandır. Geçmişin deneyimlerinden yararlanmayan, geçmişte neler olduğunu bilmeyen bir toplum, kendisi için açılan çukura doğru hızla gidiyor demektir...
En azından benim görüşüm budur ve bu yüzden çok değerli bulduğum konuşmayı sabırla okumanızı tavsiye ediyorum. 

Kürsüye çıkarken, kente girerken gözüne çarpan çarpık yapılaşmadan rahatsızlığını ifade eden ve Bursa'ya ilk kez ilk kez 1963 yılında geldiğini söyleyen Prof. Dr. Ortaylı, şöyle devam etti: 

“1963 de lise çağında iken mihmandar kursuna başlamıştım. Canım gezmek istedi. Sabahleyin çıktım evden, otobüse gittim Ankara'dan. Ve akşama doğru gelip indim otobüsten. Şehrin merkezinde bir otelde kaldım. Sakız gibi bir yer, tertemiz. Şehir başka türlü. Akşamları her yere hüzün çöker, ama Bursa'da başka türlü. Belli ki, Osmanlı'nın çok zengin, çok romantik, çok hoş bir şehriymiş. Sonra kaç kere gittim, geldim aynı şey. 
Ondan sonra, yakın senelerde ne kadar gidip geldiysem, buranın köhnediğini, paspallaştığını gördüm, yani zenginlik bir paspallık getirdi. 10 misli bir nüfus artışı ve maalesef Türkiye'nin bürokratları ve iş adamlarının önlerini göremez kararları...

SANAYİ KURALIM DİYE...

İnsan her yere otomotiv endüstrisi kurabilir. İlla burası, ova, şart değildi. O endüstrinin burada kurulmasını haklı kılan tek şey, buradaki Bulgaristan göçmenleriydi. Bunlar teknisyendi, tamam; ama, başka yere de celbedebilirsin. Parasıyla değil mi yani... Plansızlık, pespayelik.. 'Sanayi kuralım' diyor Mudanya'yı batırıyor, 'sanayi kurayım' diyor Gemlik'i batırıyor, İznik'i batırıyor.
Biraz baca çıksın da, ne olursa olsun! Bu Türkiye'nin yaygın bir hastalığı. 
Sanayi kuralım diye Haliç'i batırdılar. Sultan sarayları, Hanım Sultan, Esma Sultan falan.. Kendilerinin kasırlarını yok ettiler. İşte lengerhane döküyor atıkları... Yok işte, kağıt fabrikası ve Haliç'i batırıyor.

BUNLAR YALAN...

Bir sanayi hastalığı vardır. Onun için de, sizin tarihi bilgileriniz ve yorumlarınız yanlıştır. Yani işte Türk dediğin 'üçte birisi memur, üçte birisi asker, üçte birisi sair, yiyici millettir. Gayri müslimler çalışır, iş yapar'... Öyle Bir şey yok. Yani Türkler baya vandal, baya yamyam sanayici bir milletir. Baca kurmak için her şeyi yapar. Bu eski bir şeydir. Bu unsuru değiştiremedik, bu bizim hususiyetimiz. Ama üretmeyen değil, biz üreten çalışan bir milletiz. Bu bacaları son on senede de dikmedik. Bunlar yalan.

YANLIŞ TARİH YAZIMI

Türkiye'de şimdi yeni bir historigrofi (tarih bilimi) yapılıyor. Kitaplara yazılıp okullarda çocuklara da öyle öğretilecek şimdi...
 'Sanayileşme Özal ile başlamış!' 
Benim bildiğim bu memlekette sanayileşme Özal ile başlamadı. Yani ben çocuk değilim, 70 yaşındayım, gözlerimle gördüm, sanayileşmenin ne zaman başladığını biliyorum, gördüm, yaşadım. Özal ile sanayileşme olmadığını da biliyorum. Özal'ın yaptıkları başka şeyler. Sanayi kurmak değil, 'mühendislerin saltanatı' da değil. 
Başka tip adamların saltanatı ve bu strüktür (yapı) de değişmedi. Bunun değişmesi lazım. İkinci sanayi devrimine gitmediğimiz takdirde maalesef hem kalkınmamız duracak, hem çok düşeceğiz, hem de çevremizi çok fazla tahrip edeceğiz, bu çok açık birşey...

YERLİ SANAYİDE KAYSERİ 

Ve bunu da gerçekleştirecek insanlar kasabalılar değil. Türkiye sanayiin itici gücü Rumeli olmuştur. Bu çok açık birşeydir. Fakat bu da Rumeli ile sanayiin gelmesi demek değildir. Türkiye'de Kayseri diye bir yer var. Kayseri bizim Gobrov'umuzdur, Tula'mızdır. Rusya'daki Tula gibi. Burası bir yerli sanayiin inkışaf ettiği yerdir. Burada başka birşey yoktur. Burada insanlar tüccar olmak zorundadır. 
Tüccar oldukları için de üretmek zorundadırlar. Şüphesiz ki imparatorluğun bütün merkezlerine çok uzak olduğu halde Kayseri 19. yüzyılda sınai mamül ihraç eden bir memleketti. Halı, metal eşyalar, kurutulmuş meyveler sevkederdi ve bunlar önemli kalemdi. 
Demiryolu Kayseri'ye kadar gelemedi, Ankara'ya gitti. O zaman Kumpanya'ya dediler ki, biz deve kervanları ile malı buraya getiririz, fakat bu getirdiğimiz kervanların üzerindeki malları, Kayseri mamülatını getirin, Kumpanya mühürlesin, o mühürlenen mallar tenzilatla devam etsin. Yani Kayseri geliyor, malı Ankara'ya getiriyor, Angora'dan kalkıyor Anadolu Demiryolları ile oradan Haydarpaşa, ordan Sirkeci'ye getiriliyor mallar ve oradan ta Hamburg'a kadar tenzilatlı gidiyor. Böyle bir şey, garip bir memleket.
Bu bakımdan Bursa'ya tek itici merkezimiz, tek Ausburg'umuz diyemiyoruz.
Gene Osmanlı'nı Rumeli toprakları kaybı ile bu memleketin tek sanayi merkezi olduğunu da söyleyemiyoruz. Başka örnekleri var. Mesela, enterasan şekilde Eskişehir gelişmiştir.
1977-78 Rus savaşında Romanya'nın Dobruca bölgesi mecidiye denen yerde insanlar göçetmek zorunda kaldı. Ya Güney Bulgaristan'a, ya Batı Trakya'ya ama önemli bir ölçüde de bu taraflara geldiler. İşte Bandırma, Bursa vs yerlerdir. Önemli bir kısmı da Eskişehir'e iskan edilmiştir. 1912'de de bu böyle olmuştur. 
Bunlar gelince ilk yaptıkları iş ziraatın islâhıdır. Zirai aletlerin yapımıdır. Pulluğa geçilmiştir. Bursa'da olduğu gibi, at yetiştirilmiştir.

ANKARA VE ESKİŞEHİR, TİFTİK KEÇİSİ 

Ve 93, 1977-78 savaşının vahim sonuçlarından sonra, 1895-96'da bir Yunan muharebesi oldu, ilk defa Ordu-yu Humayun Odesa değil buradan, Eskişehir hattından giden buğdayla beslendi. Bu çok önemli bir gelişmedir. Yani artık devletin dış bağımlılığında azalma noktaları meydana geldi. Ve tabi çok eskiden beri bir Ankara manifakturu vardı, tamamen tiftik ve yün üzerine. Bunun kendine göre hammaddesi vardı. Tıpkı buradaki mezarlarda bulunacağı gibi Ankara'da da Roma hamamları bir mezarlık olmuştur. Orada çeşitli milletlerden ölülerin mezar taşlarına rastlarsınız. Polonya, İngiltere, Danimarka vs.,  tabi İtalyan. 
Seyahatnameler de gösteriyor ki, on dokuzuncu asırda bile orada Avrupalı hekimler yaşıyordu. Konsolosluklar vardı. Yabancı okullar vardı. 

VERİMLİ TOPRAK, TEKSTİL SANAYİ... 

Bu hat boyuna bakarsanız Bursa bu tip gelişmeler için de, orada da görünmez. Mesela çok önemli bir Boşnak mahallesi vardır, Arnavut mahallesi vardır Ankara'da da ama Bursa'daki kadar olamıyor. Bursa çok verimli bir toprak, çok çekiyor. Mesela İzmir'de var. Ama bu nüfus İzmir'de sanayiye yönelememiş. Çok önemlidir. Bunun için Bursa Osmanlı İmparatorluğu için de bir sanayi bölgesidir. Ve bu sanayi bölgesinde çok enteresan gelişmeler meydana gelmektedir. 
Tekstil ilk defa burada fabrikalaşıyor. Bana kimse Hereke'den bahsetmesin. Hereke Fabrika-i Humayun'dur, 'manifaktür emperyal'
Bilim Kurulu'ndayım, Milli Saraylar'ın, orada başka şeyler, o bizim Topkapı'nın Münevveran Atelyesi gibidir. Yani milletlerarası ilişkiler için üretir. Hereke kontenjanlı satış yapar. Belirli insanların insanların elinde imtiyaz olarak bulunur. Geniş çapta bir tekstil sanayine cevap veremez. Çünkü sarayın diplomatik bir atölyesidir Esas itibariyle, fakat burada bir sanayi meydana gelmektedir. Ve bu sanayiin yarattığı kendine göre boyutlar vardır. 

OSMANLIDA SANAYİ KORKUSU... 

Bir kere ister istemez kadın işçi hayata giriyor. Bu bütün şark cemiyeti için çok önemli. Çünkü İran'da kadın tezgahının başındaki halı olarak geçiniyor. Halbuki burada kadın artık maaşı olan, güvencesi olan bir sanayi sınıfının bir üyesi olarak hayata başlamıştır. Şark toplumları için bu nedenle çok önemli bir gelişmedir. Bu kadınlar muhafazakar müslüman bir cemiyetin kuralları içinde bu işi yaptıklarından dolayı. 
Tanzimat, sanayiin hep bir İngiltere olmasından, yaratmasından korkar, kendini frenlerdi. Yatırımlarda ve bir takım düzenlemelerde...
Bunlar mesela Victorian Age dediğimiz kraliçe Victoria çağını işçi sınıfı ve kadınlarının şeyine uğramamışlar. Yani o tip hikayeler, kayıtlar çok duymuyoruz. Yani İngiliz işçi sınıfının içinde kadınların durumu gerçekten felaket, çok kötü. Mesela çocuklarını bırakacakları insan yok. Fabrikada kindergarden (çocuk bakım yeri, kreş) yok. Kadın çocuklarını mahallesinde sarsak bir ihtiyar kadına bırakıyor. Bir akşam işten geliyor kadın, bakıyor ki, çocuk ölmüş. Böyle bir rezalet. Bu Rusya'da da böyle. En iyi fabrikalarda bile işçiler fabrikanın içinde kalıyor. Kalıyor ama ana baba işe gidiyor. Gündüz çocuklar fabrikanın içinde yalnız. Onlara yaşı en büyük olan işçi çocuğu. Mesela çocuk hasta ise yatıp kalıyor, ölüyor. 

BİZİM İŞÇİ SINIFI NİYE BÖYLE?

Madam Kollandayn Raporları... Sovyetlerin ilk büyükelçisi fakat bir mühendisin karısıdır. Ve burjuva ailedendir, babası da Bulgaristan Yüksek komiseriydi. Orası Türklerin elinden çıktıktan sonra. Raporları, notları çok enteresandır. Daha da ilginç rapor Ağahan'dandır. Bu Kerim Ağahan ve Ali Ağahan'ların dedesi. Düşünebiliyor musunuz elin Ağahanı, bir tarikatın bir mezhebin lideri, söylediği şey şu: Valla öyle bir rezalet ki diyor, Bombei'deki işçilerin durumu buradan daha iyi diyor. Hiç değilse fabrikanın dışına çıkıp hava alabiliyorlar. Bu zavallılar dışarı da çıkamıyor, eksi kırk derece soğukta diyor. Yani böyle kepazelik şartlar. Bunlar Türkiye sanayiinde pek olmamış. Hep sorarlar bizim işçi sınıfı niye böyle? Öyle çünkü öyle. Şartlar çok değişik. Burası fakir bir ülke. Ama sefil bir ülke değil. Üst sınıfların da gelişmesi çok önemli değil. Tuhaf da bir fakirlik balansı var ve onunla idare edip gidiyor. 

ZENGİN SINIF 50'DEN SONRA... 

Böyle yerlerde yeni bir zengin sınıf çıkamıyor. Bunları Türkiye 1950'den sonra gördü. Tüketici tarafıyla da 1980'den sonra gördü. Burada çok çok geleneksel tüccarlar var. Gayrimüslim sınıflardan. İstanbul, İzmir'de lövantenlerden. Taş konakların bulunduğu tek mahalleler de bunların. Yani mesela İzmir'de zengin Rumların taş konakları, yok. Ya Fransız, ya İngiliz, ya da İtalyan kökenli. Levanten dediğimiz, latin kilisesine, yahut Protestan gruba bağlılar. Bu aileleri biliyorsanız bir tanesi Koçların gelinidir. Daha başka aileler de var içlerinde. Mesela fakirleşmiş memurlar var. Bunlar Venedikli bir aile Kıbrıs krallarıydı. Böyle lövanten aileler var. İzmir de de var, İstanbul'da da var. İstanbul'da Pera Palas ve eski Amerikan sefaleti, başkonsolosluğun olduğu sokak, tamamıyla bunların konakları ile dolu. Hiç birisi kalmadı bu ailelerin. Binalar şimdi ha harap ya da otelleşiyor şimdi. İzmir, İstanbul, Selanik, Beyrut var... Buralarda kendine göre bir sınıf çıkıyor. 

BURSA'DA ZENGİN AİLELER 

Bursa'da bunlar o kadar yok. Fakat burada da zenginleşen aileler var. Rumeli'den gelen göç hep devam etmiştir. 1924 mübadelesine kadar. Yani iş bilen adamlar, bir yerde münevver göçünün de bunlarla oluştuğu da söylenebilir.

Bursa'da 1880'lerde yani 93 muhacirleri, 78 göçünden sonraki ilk gazetenin çıkışı, matbaanın çıkışı falan, tamamen dışarından gelen birşey. R
Rusya'da da Türk dünyasının en çok okunan gazetesi Kazan ve Kırım bölgelerinde çıktı. En yaygın gazete ve neşriyat oralardadır. İzmir'de daha enteresan şeyler oluyor. Bir takım gazeteler çıkıyor, tuhaf birşey, Bulgar dilinin ilk gazetesi ne Sofya ne Filibe, ne de Rusya ve Almanya'da çıkıyor, İzmir'de çıkıyor. Yugoslaviya, Fontinof'nun çıkardığı bir gazetedir. Coğrafyadan tarihten dinden falan bahseder. Bulgar milliyetçiliğinin ilk manifestosu gibi gazete İzmir'de çıkmıştır. Bu bir eğilimdir. Yani Osmanlı taşrası, bilhassa Suriye ve batı bölgelerdeki hattın ve Selanik  ve ilk şeyi Voskopoy'dur, balkanlarda ikinci Viyana kuşatmasından sonra, bu hattın üzerinde dış ticaret ile zenginleşen bir sınıf ve yerli üretimi dış ticarete yönelik bir şekilde manifaktüre ardından fabrikasyona yönelten faaliyetler...

MUHACİR KÖYLÜLERDEN MOBİLYALAR... 

Bu şehre çok büyük bir anlam katıyor. O yüzden buraya yerleşen köyler var. Muhacir köyleri. Yerlilere göre bazı farklı uygulamaları getiriyorlar. Ve burada bazı zanaatlar var.  Yerli zanaatlarda olmayan yeni vasıflar geliyor. Bu çok önemli Bir şey. Bunun üzerinde duruyoruz. Mesela bir yerde oturuyor insanlar, basit mobilya üretiyor. Bu mobilyalar Osmanlı'nın alıştığı, o hayata ait mobilyalar değil. İskemle, vestiyer gibi şeyler. Dışarıdan gelme ve bunlar tüketime giriyor. Hayata giriyor. Bir takım dokumalar, kumaşa kadar gidiyor. 

ŞEHİRLİ, ŞEHRİNİ KORUYAMIYOR 

İpek burada var, ama onun kullanıcısı? Bu Fabrika-i Humayun'lar geleneği devam ediyor. Aynı şekilde bu bittikten sonra otomotiv endüstrisine geçtik. Belki o artık çok fazla oldu. Bu bölgenin ihtiyacı olmayan bir sanayi, biraz ötelere kayabilir. Burası kendi içinde Avusturya'nın bir kenti (Velkivik) gibi olabilirdi, mesela orada otomotiv yok o şehirde, tekstil var. Onun için de korunmuş bir bölge. Yani güzellikler korunabiliyor. Yanı başında kayak merkezi var. Bregens'de falan orman endüstrisi var. Kış turizmi var. Verkef'te de dünyanın en güzel tekstilini üreten bir dal gelişiyor. Orada hiç bir zaman Ştayermark daki tipte bir sanayi, kamyon endüstrisi veya civarındaki elektro endüstri gelip oraya kurulmuyor. Burada Sovyet tipi bir planlama yok. Ama doğrudan doğruya bazı unsurların gelişmede ağırlık kazanması var. Türkiye de şehirler bunu yapamıyor. Ama müthiş bir gelişme var, zenginleşme var. Bunların üzerinde duralım.

VENEDİK'TE BİR HAN... 

Bu bize ayrı bir şey veriyor. Bu Ausburk, Gobrova dediğimiz tarzda yerli bir sanayici ve yerli bir tüccar sınıf var. Bunların kendine göre bir yaşamı var. Mesela Almanya'nın Austburg'unda 15 asırdan itibaren Fugger ailesi çıkıyor. Fugger ailesinin adamları işte birisi büyük bir bankerin ilginç bir muhasebecisi. Bu adam nerede öğrendi bu muhasebeyi bilin bakalım? Çok ilginçtir, Venedik'te öğrendi. Venedik'te bir Alman hanı vardır, Fondakoditedesi Oraya insanlar, Almaya'ya gidecek mallar, tüccarlar bulunur. Aynı zamanda da Venedik'te işletme öğreten Almanlar gezinir. Manteos bunlardan birisidir. Peki modern dünyanın, modern bankacılığın, modern manifakturanın faturasını tutan insanlar? Peki daha ileri, çift taraflı muhasebeye geçenler kimlerdir? Hiç birisi bu tüccarlar değil. Halis Hristiyan, Fransız rahiplerin bulduğu bir sistemdir. O sistemden olduğu gibi gelip geçmişler. Sivillere yaymışlar. Aynı handa Fondatoturki var. Türklerin hanı. O handa Türkler kalıyor. Tüccarlar. Şehirde bu insanlardan tek şikayet nedir biliyor musunuz? Bunlar çok yıkanıyorlar, hanın tahtalarını çürütüyorlar! Demek ki Türkler boyuna boy abdesti alıyorlar. Hanın tahtalarını çürütüyorlar. Ama efendice de ticaretlerini yapıyorlar. Getiriyorlar, götürüyorlar. Çok arktik bir han. Venedik'i gezerken bazılarınızın dikkatini çekmiştir, bakmışsınızdır. Halen kullanılan bir binadır. Çok enteresan bir yerdir. Oranın olması işte buranın olması ile ilgilidir. Çünkü burası 19. yüzyıla kadar bütün Anadolu'nun varidatını çeken bir yerdir. Bu tip bir şehir 19. yüzyıla kadar Rumeli kesiminde de böylesi yoktur. 

SANAYİLEŞME BÖYLE DEVAM EDEMEZ 

Bursa gibi bir şehir, eski İstanbul başkentinin üreticiliği ve yayıcılığı taşıyıcılığı olmamıştır. Tabi bu zengin bir ziraate dayanır. Bursa bölgesindeki Osmanlı Timar sisteminin, sancak idaresinin Timar ve zeametlerin hacmi, boyu, geliri bürokrasiye... Özer Ergenç diye bir arkadaşımız var, BİLKENT profesörlerinden, Tez olarak okuduğum için basıldığını bilmiyorum. Tavsiye ederim, şehrin ne olduğu oradan okuyun. Yani buradaki potansiyeli tamamen yatırımlara da bağlayamıyoruz. Çünkü o yatırımlar o potansiyel dolayısıyla meydana gelmiştir. Bu devam edecektir, sanıyorum ama bugünkü sanayileşme yapısıyla devam edemez. Çünkü bu ancak kirlenme meydana getiriyor. Bu ancak hemşehri kompozisyonunu etkiler. 

İDARE BURSA'NIN TARİHİ ŞAHSİYETİNE UYGUN DAVRANAMAZ... 

Yani burada oluşan şeyin eski Bursa ile alakası yoktur. Ve bu hemşehri kitlesi eskisi tarafından asimile edilmediği, kendisine adapte edilemediği için burada değişik bir insan türü, bir kitle ortaya çıkar, bu şehir idaresini etkiler. Yani bu şehir idaresinin bu şehrin tarihi şahsiyetine uygun davranması da mümkün değildir.
Bunu söyleyince hepinizin aklına şüphesiz Floransa gelecektir. Barselona gelecektir. Gittik gördük, ne şahane yerdir diyeceksiniz. Amsterdam, Brüksel falan gelecektir. Hiç o kadar uzaklara gitmeyin. O kadar da fırlamayın ben size nereler olduğunu söyleyeyim. Eğer topa tutulmasaydı Halep buradan çok daha düzgün bir momentuma sahipti.. Ve Isfahan sahiptir. Isfalah'da her zaman için şehrin idaresi seçilmeyen belediye reisi bile seçilen dahil ister Şah zamanı olsun, ister mollaların devri olsun -bunların hiç birisi demokratik devirler değil-, hatta buralarda şehir idaresine müdahale Mussolini İtalyasından daha da zalim olmuştur. Yani İsfahan belediye reisinin mahkemeye çıkarıldığını biliyorum. Ama buna rağmen orada bir momentum var. Şehrin ahalisi her zaman için uyumludur. Adaptasyon sözkonusudur. 

BAĞNAZ VE KÜSTAH BİR YAPI GELİYOR... 

Mesela on sene evvel Isfahan'a bir gökdelen dikmeye kalktılar. Üçüncü gün herkesten ses çıktı. Bu ne biçim şey dediler. İğrenç bir şey dediler.. Kazan kaldırdılar. Mesela ben Halep'i 69'dan sonra görmedim. Önce gidiyordum. Sonra Esat geldi, bela gibi oldu gitmek. Vize vermezler... Bazen de fırsatım olmadı. Ta, sonra gittim, 400 binlik şehir, bıraktım 4 milyon olmuş. Sen bu Şam'ı Halep'i unut dedim kendi kendime. Yoo, hiç unutma, aynen duruyor Şam ile Halep! 
Yeni genişleyen yerler var, ama orasının merkezle ile ilgisi yok. Lizbon gibi olmuş. İşte İstanbul'da bir tramvay geçemiyormuş, evet geçemiyor, sürünerek geçiyor Lizbon'da da öyle... Ama Lizbon'da kimse oraları yıkmıyor. Gidiyor, yeni Lizbon'u dışarı kuruyor. Sen niye Aksaray'ı yıkıyorsun mesela. Bu bir bağnaz ve küstah bir yapıdır. Bu geliyor. Bütün mesele şehirdeki uyum maalesef bağdaşamıyor. 
Bu, burada yaşandı. Tek çare bu uyumun sağlanmasıdır. Yoksa hemşehri uyumunun olmadığı, "diskrepans"ın hatta düpedüz "maloriyantasyon"un olduğu yerlerde, diskrepansın tezata gittiği bir yerde... Başka birşey bekleyemezsiniz. Her zaman için şehir idareleri tarihi mirası yapılanmayı beceremez,  çevreyi çok hoyratça kullanır bu kaçınılmaz bir şey olarak görünüyor. Bunu Türkiye şehirleri yaşıyor. Hem de bütün hızıyla yaşıyor. Ve aksini de düşünmemiz mümkün olmuyor. Bu bizim önümüzdeki en büyük sorunlardan birisidir. Bunun dışında ben etrafa göre çok büyük bir farklılık ve üstünlük görüyuorum. O da arz ettiğim gibi, bu imparatorlukların yani bu Türkiye'ye yerleşen insanların memlekete adı verilen Türkiye yapılanmalarının çok büyük bir atılım, çok büyük bir girişimcilik, yaratıcılık üreticilik ve tüketicilik yarattığı kanısındayım. O açıdan hiç bir şekilde duraklama olmayacak. En büyük üstünlüğümüz o. Gözünüzü açınca göreceğiniz tek şey, bütün -Ortadoğu'da böyle iki tane memleket vardır: Birisi Türkiye, birisi de İsrail'dir."



22 Ocak 2017 Pazar

Tekstilcinin okulu: Sultanhamam!



İş dünyasına tekstilci olarak başlayan Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu, İstanbul Sultanhamam piyasasının kendisine kazandırdıklarını anlattı, Sultanhamam’'ın ‘
"On üniversiteye bedel’" olduğunu belirtti.



Uzakdoğu'nun baharatı, Kırım'ın buğdayı, Rusya'nın kürkü, Yunanistan'ın şarabı, Batı Anadolu'nun şapı, Küçük Asya'nın yünleri, İran'ın ipekleri, Ermenistan'ın ve Doğu'nun kumaşları...
Tarih boyunca ticaretin kalbinin attığı yerlerden Sultanhamam'ın kitabı yazıldı, belgeseli çekildi. Sultanhamam'ın öyküsünde Bursa ve Bursalı sanayiciler, özellikle tekstilcilerin de özel yeri var. Malum, 1970'li yıllarda tekstille uğraşanların kavşağı olan Sultanhamam bugün tanıdığınız bütün eski kuşak tekstilciler için asıl üniversite olmuştu, pek çok genç girişimci o piyasada öğrenmişti "işi"...
Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TETSİAD) "Ticaretin Altın Kurallarının Yazıldığı Yer / Sultanhamam" adı ile Sultanhamam'ın öyküsünü; Sultanhamam piyasasının aktörleriyle, orada yetişmiş ünlü tekstilcilerle görüşerek oluşturmuş.
Kitapta ve belgeselde ticaretin beşiği Sultanhamam, oradan çıkan ünlü işadamlarının ağzından anlatılıyor. O isimlerden biri de Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu. Denizli Babadağ’dan çıkan ünlü işadamı Zorlu'nun, 1970 yılında başlayan ve genç kuşak girişimciler için derslerle dolu zorlu yolculuğunundan bazı bölümler şöyle:

"ANADOLU KAPLANLARI"

“"Sultanhamam tüm Türkiye'ye mal satıyordu. Başka bir yer yoktu ki, İzmir'in toptancısı olurdu, gelip buradan Sultanhamam'dan mal alırdı. Adana'da mal üretilip buraya gelirdi. Buradan Adana'ya mal giderdi. Kayseri'de mal üretilip buraya gelirdi, buradan Kayseri'ye geri giderdi. Bursa eskiden beri dokumacılıkta çok öndedir, ayrı mal satardı. Ama aynı zamanda Bursalı buraya mal satardı. Buradan da yine Anadolu'ya mal satılırdı. Yani şöyle birşey söyleyeyim, zaten bir Sultanhamam'a baktığınızda, bugün Anadolu kaplanları diyoruz ya, yüzde 90'ı Anadolu'dan gelmiştir. Aşir Efendi'ye bak, Fincancılar'a bak, Mahmutpaşa'ya bak, oradaki tüccarların çoğu da, yüzde 90'ı Anadolu'dan gelme. Anadolu kaplanları da buradan gördüklerini Anadolu'da, kendi yöresinde uygulayanlar oldu.
‘"ÜÇ SENE KİRALIK YER ARADIM"’
Üç sene dükkan tutmak için yer aradım. Mesela, Katırcıoğlu Han'a baktık. Orada bir dükkanın hava parası, o gün için 300 bin lira, 400 bin lira. O hana girsen kaybolursun. Her taraf dükkan ama bölge Türkiye'nin tekstil merkeziydi ve dükkan bulamıyorduk. Türkiye, tekstilde Sultanhamam'daki işte bu küçük pahalı dükkanlardan büyük yerlere geldi. Bu da yine Sultanhamam sayesinde oldu. Sultanhamam da biz de görüp, öğrenip, gördüklerimizi tatbik etmeye başladık ve fabrikalar kurduk. Çok güzel paralar kazanıldı. Satışlarınızın yüzde 10’undan kâr etseniz bile hacmi düşündüğünüzde büyük paralar eder. Batan yok muydu? Batan vardı, o da işini bilmeyenlerdi ama Sultanhamam'da çok kişiler mal, mülk, servet sahibi olmuştur. İşini bilen kişilerin hemen hepsini Sultanhamam zengin etmiştir.
'O GÜNLERİN TADI BAŞKAYDI'
Ben özlüyorum Sultanhamam'ı. Anadolu'dan esnaf gelmiştir, sabahleyin erkenden dükkanını açmışsın. O para getirir alır, sen parayı koyarsın kasana, siftah yaparsın. Şimdi onları görmüyorsun, yani öyle birşey yapmıyorsun. Şimdi artık iş genişlediği için muhasebesi ayrı, kasası ayrı. Ama o günlerin tadı başkaydı. Şimdi toplantılar, toplantılar... O zaman bir iş yapıyordun, yaptığını anlıyordun. Şimdi sabahtan akşama toplantılara girip çıkıyorsun ama bir iş yapmadım diyorsun.
‘'YABANCILAR KUMAŞ İSTEDİ, VEREMEDİK'’
1970'lerde kumaş üretimi vardı Türkiye'de. Artık çok sayıda fabrika da açılmıştı ama volüm yoktu, yani üretim miktarı azdı. 1974'lü yıllarda emprime çarşafı yaptığım vakitler benim ürünümü beğenmişler, kimdir bunun imalatçısı diye yabancı bir müşteriyi bize getirdiler. Halbu ki ben kumaşını Akfil fabrikasında, baskısını da Bursa'da yaptırıyorum. Geldiler, bizden bir yıl içinde 15 milyon metre mal almak istediler. 15 milyon metre... Arada tercüman var, ben diyorum kardeşim 15 bin metre olmasın, bak iyi tercüme et, 15 milyon metre istiyorlar, eminim diyor. Ben de, fabrikamla görüşeyim bakalım kapasitemiz nedir, dedim. Sizinle yarın buluşalım.’Ben sevine sevine gittim fabrikaya. Metrede 50 kuruş kazansam, 7.5 milyon lira kar. Çok büyük para. Akfil Fabrikası'nın ticaret müdürü Mehmet Gömeçli, Allah rahmet eylesin, telefonla randevu aldım gittim. Bana dedim çok kumaş lazım. Veririz, veririz. Veriyoruz zaten dedi. Dedim ki, çok çok lazım. Ne kadar? Dedim ki, bak’dedim, ben inanmadım, şimdi sen de inanmayacaksın ama bu gerçek. 15 milyon metre dedim. ‘2.20'lik kumaş istiyorum dedim. Şöyle bir baktı, dedi ki, ‘benim beş senelik kapasitem bu. 3 milyon metre senede yapıyorlarmış. O gülmeye başladı, ben gülmeye başladım. Ertesi gün buluştuk, tabi veremedik. Biz bugün Çorlu fabrikamızda günde 1 milyon metrekare kumaş üretiyoruz. Tekstil biterse bilin ki, insanlık da ölmüş demektir. Bugün giysisiz bir yere çıkabiliyor musunuz? Çıkamıyorsunuz. Dışarı çıkarken hemen bakıyorsun cep telefonumu aldım mı diye, yani bunsuz dışarı çıkabilirsin ama elbisesiz çıkamazsın, gömleksiz çıkamazsın.
'1974'TE İLK KEZ BİR ARABA ALDIM'’
Şimdi insanlar daha çok zengin olalım, daha çabuk zengin olalım, daha lüks yaşayalım peşinde değil mi? Sultanhamam'da öyle yoktur. Yani mesela bir bakıyorsunuz, öyle herkeste araba yoktu. 70'li yıllarda o 150 kişiden belki on kişinin arabası vardı. Paraları vardı, araba satın alabilirlerdi ama lüks yaşamak gibi bir özenme yoktu. Bunun yerine işlerine yatırım yaparlardı. Ben mesele şahsen öyle yaptım. 1974'te ilk kez bir araba aldım. Herşeyim varken 74'te araba aldım, niye, rahatlıkla bir araba alabilirdim. Ama benim diyordum ki sermaye lazım bana. İnsanlarda bu düşünce vardı. Önce yağlanıp yağlanacaksın, butlanacaksın, irileşeceksin. Ondan sonra da çıkarsın oynarsın meydanda. Ama yağsız butsuz yani güçsüz, kassız oynayamazsın doğru mu, yığılır düşersin.
‘'10 TANE ÜNİVERSİTEYİ BİTİRECEĞİNE..'.’
Benim altyapım kendi memleketim olan Babadağ'dır. Sonra da Trabzon'a gidip orada ticareti öğrendim. Ama asıl İstanbul'a geldiğiniz vakit, neyi, nerde, nasıl yapacağınızı çok daha iyi görüyordunuz. Çünkü orada büyük tüccarlar vardı ve büyük mağazalar vardı. Ve bakın ben altını çizerek söylüyorum 10 tane üniversiteyi bitireceğine bir Sultanhamam'da 10 sene kalmalısın. Çünkü dürüst ve çalışkan olarak on sene kaldın mı, pişersin orada, ama bu olmazsa istersen orada elli altmış sene kal birşey olmaz. Yani Sultanhamam bana çok şeyler öğretti. Orada gördüklerimi uyguladım. Ben 95'li yıllara kadar sözle iş yaptım. Bayilik veriyordum. Söz senet sayılırdı bayiliği bir sözle veriyordum."”



NOT: Bu yazı Ekohaber'in 1079 sayısından alındı.

19 Ocak 2017 Perşembe

Ödemeler Dengesi(z)!

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB), Kasım 2016 dönemine ilişkin ödemeler dengesi verilerine göre, Türkiye'nin geçen yıl kasım ayında "cari işlemler açığı" 2015'in aynı ayına göre 32 milyon dolar artarak 2 milyar 268 milyon dolar olarak gerçekleşti. Böylece geriye dönük 12 aylık cari işlemler açığı 33 milyar 651 milyon dolar oldu.


Önce, "cari açık"ın ne olduğuna bakalım. Bir ülkenin cari hesabı, cari dengesi, ülkeye giren toplam dövizlerle, ülkeden çıkan toplam dövizler arasındaki dengedir. 
Yani "cari denge" bir tür "döviz dengesi"dir.
Ülkeye döviz en fazla ihracatla, üretilen malların dış satını ile gelir. Bunun dışında yurt dışında müteahhitlerin ve işçilerin döviz gelirleri, turizm gelirleri... Döviz sadece bu "formel" yollardan da gelmiyor. "Bavul ticareti" denen kayıt dışı ihracattan tutun da,  sınır ticaretine, yabancılara gayrimenkul satışına, yabancıların borsa, kumar, şirket satın alma dahil türlü harcamaları ile, hatta kara para, yeraltı ekonomisi dahil türlü yolları var. Bunların bir kısmı kayda girmese de Merkez Bankası'nın "Net hata ve noksan" kalemi pek çoğunu yakalıyor.
Döviz çıkışı da en çok ithalatla oluyor.
Türkiye 150 milyar dolar ihracat yaparsa,  ithalatı 250 milyar dolara ulaşır. Yani bizde "cari açık" kroniktir, her yıl cari işlemler dengesi açık verir.
Ekonominin "iyi" olduğu, büyümenin yüzde 7 ve üzeri olduğu yıllarda cari açık 70 milyar doları aşar.
Çarkların pek işlemediği dönemlerde ise, 2016'da görüldüğü gibi, bu rakam yarı yarıya düşer.
Bu yüzden Türkiye'de cari açığın düşmesine mi sevinelim, yoksa yükselmesine mi sevinelim bilemiyoruz.
Zira cari açığın yükselmesi, "motorun ısınması"dır, kriz kapıdadır
Cari açığın düşüklüğü ise "çarklar dönmüyor" anlamına gelir! 
Döviz bağımlılığı, eroinmanlık gibi bir durum yani.. 
Tezgah böyle kurulmuş.
"Cari Açık Ekonomisi" diye tanımladığım şey işte budur!
Kasımda ödemeler dengesi tablosundaki dış ticaret açığı 2015 yılının aynı ayına göre 199 milyon dolar azalarak 2 milyar 888 milyon dolara düşerken, hizmetler dengesi fazlası 292 milyon dolar azalarak 1 milyar 2 milyon dolara geriledi.
Hizmetler dengesi altında seyahat gelirleri 2015 yılının aynı ayına göre 209 milyon dolar azalarak 1 milyar 295 milyon dolara, seyahat giderleri de 113 milyon dolar azalarak 340 milyon dolara geriledi.
Doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler (net yükümlülük artışı), 2015'in aynı ayına göre 250 milyon dolar artarak 444 milyon dolar tutarında gerçekleşti.
Portföy yatırımları kasımda 2 milyar 693 milyon dolar tutarında net çıkış kaydetti. Alt kalemler itibarıyla incelendiğinde, yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 504 milyon dolar ve devlet iç borçlanma senetleri piyasasında 1 milyar 814 milyon dolar net satım yaptıkları görüldü.
Yurt dışında ihraç edilen tahvil ve bonolarla ilgili olarak bankalar 513 milyon dolar net geri ödemede bulunurken, diğer sektörler 500 milyon dolar tutarında net borçlanma gerçekleştirdi.
Verilerde dikkat çeken bir nokta da "kaynağı belirsiz döviz girişi" olarak bilinen rakam kasım ayında, 334 milyon dolardan 2 milyar 725 milyon dolara tırmandı. Ama yıllık bazda 11,6 milyar dolardan 9,6 milyar dolara geriledi. Kasım'da, büyük artışa rağmen dolardaki artışın frenlenememesi de kayda değer bir nokta oldu.
Resmi rezervler ise 788 milyon dolar azaldı.


KASIM VE OCAK-KASIM CARİ DENGE VERİLERİ


Merkez Bankası geçici verilerine göre, 2015 ve 2016 yıllarına ilişkin kasım ayı ile ocak-kasım dönemi cari işlemler dengesindeki gerçekleşmeler şöyle:

(Milyon ABD Dolar)2015201620152016
(Milyon ABD Dolar)KasımKasımOcak-KasımOcak-Kasım
I -CARİ İŞLEMLER HESABI-2.236-2.268-27.211-28.584
Mal, Hizmet ve Birincil Gelir Dengesi (A+B+C)-2.445-2.362-28.309-29.884
Mal ve Hizmet Dengesi(A+B)-1.793-1.886-19.517-21.806
A. DIŞ TİCARET DENGESİ-3.087-2.888-43.067-36.674
      Toplam Mal İhracatı12.36213.397139.660136.628
      Toplam Mal İthalatı15.44916.285182.727173.302
1.      Genel Mal Ticareti (Ödemeler D. Tanımlı)-2.968-3.035-47.393-39.772
1.1.         İhracat12.24712.764132.227128.641
1.2.         İthalat15.21515.799179.620168.413
2.      Net Transit Ticaret Geliri1267988
3.      Parasal Olmayan Altın-1311414.2473.010
B. HİZMETLER DENGESİ1.2941.00223.55014.868
1.      İşlem Gören Mallar4459-8
2.      Tamir ve Bakım Hizmetleri-24-11-281-305
3.      Taşımacılık3963485.6724.667
4.      Seyahat1.05195520.55813.344
5.      İnşaat Hizmetleri2525306396
6.      Sigorta Hizmetleri-23-11-244-226
7.      Finansal Hizmetler-91-81-973-797
8.      Diğer Ticari Hizmetler-82-142-1.343-1.571
9.      Resmi Hizmetler-58-112-954-962
10.      Diğer Hizmetler9627750330
C. BİRİNCİL GELİR DENGESİ-652-476-8.792-8.078
1.      Ücret Ödemeleri-42-69-364-630
2.      Yatırım Geliri-610-407-8.428-7.448
2.1.         Doğrudan Yatırım-199-72-3.011-2.343
2.2.         Portföy Yatırımları-120-109-2.405-1.995
2.3.         Diğer Yatırımlar-291-226-3.012-3.110
D. İKİNCİL GELİR DENGESİ209941.0981.300
II -SERMAYE HESABI00-623
III -FİNANS HESABI-1.902457-15.562-18.930
1. Doğrudan Yatırımlar-194-444-10.558-6.065
1.1.      Net Varlık Edinimi5902394.6882.700
1.2.      Net Yükümlülük Oluşumu78468315.2468.765
2. Portföy Yatırımları3.0742.69314.739-8.291
2.1.      Net Varlık Edinimi1.3944017.00116
3. Diğer Yatırımlar-4.570-1.004-14.559-12.353
3.1.      Efektif ve Mevduatlar-2.329-3061.507-1.917
3.1.1.         Net Varlık Edinimi-1.90882514.3012.758
3.1.2.         Net Yükümlülük Oluşumu4211.13112.7944.675
3.2.      Krediler-1.358-681-14.550-8.228
3.2.1.         Net Varlık Edinimi5910552592
3.2.2.         Net Yükümlülük Oluşumu1.41778615.0758.320
3.3.      Ticari Krediler-886-17-1.257-2.212
3.3.1.         Net Varlık Edinimi-681326-439-46
3.3.2.         Net Yükümlülük Oluşumu2053438182.166
3.4.      Diğer Varlıklar ve Yükümlülükler30-2594
3.4.1.         Net Varlık Edinimi556110
3.4.2.         Net Yükümlülük Oluşumu25265106
3.5.      Özel Çekme Hakları, SDR (Net Yük.)0000
4. Rezerv Varlıklar-212-788-5.1847.779
IV -NET HATA NOKSAN3342.72511.6559.631