![]() | Siyasi iktidar öyle bir medya kalemşörü ve ekran-mikrofon sihirbazları kuşağı yarattı ki, onları okurken, dinlerken, seyrederken gerçekten içim sıkılıyor. "Büyük gazeteci", "uzman" edalarıyla konuşanlara bakarsanız, Türkiye’de demokrasiye karşı işlenmiş en büyük cinayet , darbe, “28 Şubat Askeri Darbesi”! “Darbe” demeye utanıp “Post modern” sıfatı ekleyenler de, darbe deyince ilk akıllarına gelenin 28 Şubat olduğunu gizlemiyor. |
“Darbe” demek, askerin fiilen yönetime el koymasıdır.
Adı üzerinde“darbe”dir; zorbalıkla iktidarı ele geçirenler demokrasiyi, seçilmiş yönetimi görevden alır, meclisi fesheder; bakan, başbakan ya evine gönderilir ya da hapse atılır. Karşı çıkanlar en sert şekilde cezalandırılır, sokak ortasında öldürülür, asılır, kim vurduya götürülür, kaybedilir, cezaevleri doldurulur, seçimler, siyasi partiler askıya alınır, kimse onlardan hesap soramaz, mahkemeye falan veremez vs. vs.
Belediyeleri bile askerler yönetmeye başlar…
Bu sahneleri 12 Eylül’de yaşadık, hatırlıyoruz!
Adı üzerinde“darbe”dir; zorbalıkla iktidarı ele geçirenler demokrasiyi, seçilmiş yönetimi görevden alır, meclisi fesheder; bakan, başbakan ya evine gönderilir ya da hapse atılır. Karşı çıkanlar en sert şekilde cezalandırılır, sokak ortasında öldürülür, asılır, kim vurduya götürülür, kaybedilir, cezaevleri doldurulur, seçimler, siyasi partiler askıya alınır, kimse onlardan hesap soramaz, mahkemeye falan veremez vs. vs.
Belediyeleri bile askerler yönetmeye başlar…
Bu sahneleri 12 Eylül’de yaşadık, hatırlıyoruz!
Peki “28 Şubat”ta ne oldu? Var mı böye birşey?
Hatırlayalım: 28 Şubat 1997’de Refah Partisi ve DYP’nin “Refahyol” hükümeti vardır, Başbakan Necmettin Erbakan’dır. O gün, 9 saat süren MGK toplantısında Erbakan'ın, parti ve bazı tarikat çevrelerinin laiklik aleyhindeki açıklamaları ve olaylar görüşülür. MGK, özetle “laiklik Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatıdır” der. Bu hükümete sert bir uyarı sayılır!
MGK kararında, özetle “laiklik için yasaların uygulanması, tarikatlara bağlı okulların denetlenmesi ve MEB'e devredilmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, kuran kurslarının denetlenmesi, tarikatların kapatılması, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması, kıyafet kanununa riayet edilmesi, kurban derilerinin derneklere verilmemesi, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılması” isteniyordu.
Tabi bu Erbakan’a “çekil” demekti. MGK’nın asker üyeleri ısrarlıydı, 7 Haziran’da irticacı olduğu düşünülen bazı firmalara ambargo konuldu. 10 Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay başkanları Genel Kurmay’a çağrılarak “irtica brifingi” verildi.
Kimse asılmadı, vurulmadı...
Kimse asılmadı, vurulmadı...
Ve 18 Haziran'da Erbakan istifa etti. Kamuoyuna, görevi iktidar ortağı DYP lideri Tansu Çiller’e devretmek için istifa ettiği açıklandı. Ama Cumhurbaşkanı Demirel, olayları bildiği için, hükümeti kurma görevini Çiller’e değil, ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verdi ve 30 Haziran’da “ANASOL-D” diye tanınan Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit hükümeti kuruldu.
Yine hatırlayalım, hükümetteki bu değişiklikler olurken, bazı tarikatların üzerine gidildi. Bursa sokaklarında sıkça görmeye başladığımız siyah sarıklı, uzun değnekli (onlar asa diyordu) molla tipler kayboldu, liderleri tarikat evlerinde zina halinde basıldı, ekranlarda rezil oldular.
Ama en önemlisi şu: Türkiye’de 8 yıllık zorunlu ilköğretim 28 Şubat sürecinin ürünüdür… Türk eğitim sisteminde en önemli, olumlu adımlardan birisi olan 8 yılık eğitim ile ilgili yasa 1973 yılında çıkarılmıştı, ancak bir türlü uygulanamıyordu. 18 Ağustos 1997’de yeni yasanın Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından Türkiye 1998-8 öğretim yılında 8 yıllık zorunlu ilköğretime başladı.
Tabi 8 yıllık zorunlu eğitim, öğrencileri ortaokuldan itibaren alan İmam Hatip Liselerine hızla öğrenci kaybettirdi, okul gözden düştü.
Tabi 8 yıllık zorunlu eğitim, öğrencileri ortaokuldan itibaren alan İmam Hatip Liselerine hızla öğrenci kaybettirdi, okul gözden düştü.
Sonuçta, 28 Şubat olayı, adına ne dersek diyelim, sivil seçilmiş hükümete “namlunun gösterilmesi”dir ve çağdaş toplumlarda kabul edilmesi mümkün değildir.
Ancak “demokrat”, “aydın” ve darbelere karşıymış görüntüsü altında, dönüp dolaşıp 28 Şubat ve darbe karşıtı görünüp irticacı eylemleri, çevreleri kollama çabaları da çok sırıtıyor.
Ve maalesef, laikliği “Diyanet” ile götürmeye çalışan Türkiye, gerçek laik bir sistemi kuramamanın sıkıntılarını yaşamaya devam ediyor.
28 Şubat sürecinin geldiği yer bunu kanıtlamıyor mu zaten?
Hani yüzyıl sürecektir?
Hani yüzyıl sürecektir?
İyi haftalar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder