31 Mart 2011 Perşembe

Arap uyanışı derinleşiyor


Tunus’ta, 26 yaşındaki Muhammed Buazizi, üniversiteyi bitirdi. İş bulamadı. Ailesi yoksuldu. İşsizdi. Para kazanmak için yapabileceği tek şey, bir üç tekerli tezgah ayarlayıp, sokaklarda sebze satmaktı. Muhammed de onu denedi. Ancak devlet ona bunu da çok gördü. Zabıtalar tezgahı elinden aldı. 



Tunuslu genç, artık isyan etti ve yapabileceği en büyük eylemini yaparak, kendisini ateşe verdi. Muhammed’in çaktığı kibrit, sadece kendisini değil, bütün Arap ülkelerini tutuşturdu. Tunus, ardından Mısır, Yemen... tek tek Arap ülkelerinde halk meydanları doldurdu. Meydanları dolduran kalabalıkların ısrarlı protestoları ile saltanatlarının sallandığını gören diktatörler birbiri ardı sıra düşmeye başladı.
Tunus’ta ve Mısır’da resmen bir devrim süreci başladı.
Peki bu devrimler nereye kadar gidecek.
Öncelikle itiraf edelim ki, hem Mısır hem de Tunus’ta gelişmeleri doğru değerlendirmek için yeterli verilere sahip değiliz. Herkes kendi çıkarına, ideolojisine göre yargılarda bulunuyor. Genelde kaynaklar batı ülkelerinin, ağırlıkla da ABD ve Avrupa basını. Olaylara Pentagon’un penceresinden bakmak hayli ağırlıkta. Zira her eline mikrofonu veya kalemi alanın en çok kullandığı iki isim “Bin Ali”, “Mübarek” ve “Müslüman Kardeşler”.
Hanedanlıklar onlarca yıldır emperyalist güçlerce destekleniyor. “Demokrasi ve insan hakları şampiyonu”  ABD yönetimleri, en katı diktatörlükleri desteklemekte behis görmüyorlar. Onların tek derdi petrol ve başka çıkarları. Bu diktatörler de sürekli dünya kamuoyuna “Ben gidersem şeriatçılar gelir” propagandası yaptı, kendilerini meşrulaştırdılar. 
“Mübarek giderse şeriat gelir… Bin Ali Giderse şeriat gelir. Kral Hüseyin giderse şeriat gelir.” Utanmasalar “Faysal giderse şeriat gelir” diyecekler (Suud ailesi rejimini şeriat olarak tanımlıyor)
Diktatörler bunu söylüyor, batı ülkeleri çıkarları gereği bunu destekliyor, bizim medya da bunu “yiyor”.
Ama hakkını yemeyelim, medyanın günahlarını affettirecek bir yenilik var: Canlı yayın…
Günlerdir Kahire sokaklarını izliyoruz. Barışçıl eylemlerle sokaklara dökülen, meydanları adeta “çadırkent” de çeviren insanlar, gençler, işsiz güçsüz tipler, kravatlı takım elbiseli orta sınıf insanları, işyeri elbisesi ile işçiler, eline mikrofonu kapınca çatır çatır İngilizce konuşan okumuş yazmış insanlar... Yani halk!
Peki, ne istiyorlar? Herkes yoksulluktan şikayetçi.  İş istiyorlar.
Adalet istiyorlar. Zira insanlar, ülkenin fakirliği kadar var olan zenginliğin de küçük bir azınlık tarafından gasp edilmesine tepkili…
Gelelim… Tunus’ta Ben Ali gitti. Gitti de ne oldu?
Gannuçi başkanlığında yeni bir “Milli Birlik Hükümeti” kuruldu.  Dışişleri, İçişleri, Savunma ve Maliye Bakanlarının yerine “Teknokrat” denilen kişiler gektirildi.
Ben Ali’inin üç bakanı hala görevde. Ama asıl önemli olanı, sistem olduğu gibi yerinde duruyor. Değişen bir şey yok.  Ayaklanan halkın, organize eden siyasi parti ve grupların Ben Ali sonrası hükumette bir temsilcisi bile yok.
Tunus devriminin burada bitmeyeceği çok açık. Her gün sokaklarda insanlar polis veya jandarma kurşunu ile ölüyor. Tunus insanı, başındaki isimlerin değişmesinden ziyade, iş,  aş, adalet ve özgürlük istiyor hala…
Bu satırları yazarken, Tahrir Meydanı’nın dolduran insanların “Gitme” müjdesi beklediği Mübarek, Eylül’e kadar bir geçiş takvimi vaat etti ve yetkilerini “işkencecibaşı” olarak ün yapan yardımcısı Süleyman’a aktardığını açıkladı.
Meydanlarda tepki çığ gibi…
Obama, “Mübarek değilse Süleyman olsun” ısrarında.  Süleyman’ı dinlerken havada kan kokusu hissediyorum.
Araplar, özgür ve demokratik bir yönetim için, şehitler vererek, örgütlenerek gidiyor ve önlerinde hayli yol var.
İyi pazarlar.


14 Subat 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder