![]() | 1970’lerin başında, 10’lu yaşlarda, Tokat’ın bir dağ köyünde hayvan otlatırken, medeniyetin sadece şehirlere ait bir şey olduğunu düşünürdüm. |
Bu medeniyet, lastik ayakkabı
giymemek, yakalı gömlek, beyaz ekmek, ceket-pantolon, çamursuz yol, ışık, yana
taranmış saçlar, “efendim”, “teşekkür
ederim” gibi şeylerdi...
İlkokul ders
kitaplarından ve radyolardan haberdar olduğumuz bu dünya bize o kadar uzaktı
ki, jandarma ve ormancı da olmasa, adını sıkça duyduğumuz büyük gücün, "devlet"in, bizden haberi
olmadığını düşünebilirdim!
Peki, aradan geçen
40 senede ne değişti?
Gelin bugün, bence
ülkenin en temel sorunu olan “kırsal
kalkınma”ya bir göz atalım.
“Devlet kırsal kalkınma için ne yapıyor” merakıyla, birikimine inandığım, Nilüfer Belediyesi’nin
ilk başkanı ve Bursa için kafa yoran bir isim olarak Sayın Ziya Güney’e
başvurdum. Bana yüzlerce sayfa doküman gönderdi. Kırsal kalkınma politikaları
ile ilgili bir sürü rapor. Bakanlıklardan, üniversitelerden akademisyenler,
koca koca Prof.’lar, uzmanlar, STK
temsilcileri…
Üşenmedim okudum ve
itiraf edeyim ki, tam bir hayal kırıklığı…
Yapılan iş genelde,
durum tespiti:
“- 1920’li
yılların başında GSMH’nın yaklaşık yüzde 45’i tarımdan elde edilirken, bu oran
1980’de yüzde 25, 2003’te yüzde 11,3’e
düştü.”
“- Kırsal nüfus, 1927’den 2000 yılına yüzde 75’den 35’e
düştü”.
“- 2001 yılı GTS Köy Genel Bilgi Anketi sonuçlarına göre
toplam 668 milyon dekar arazinin yüzde 27,63’ü koruluk ve orman, yüzde 22,78’i
tarla, yüzde 21,86’sı mera, 14,47’si
tarıma elverişsiz arazi.”
“- Tarımda kullanılan arazi son yirmi yılda yüzde
19.31 oranında azaldı (tarım dışı kullanım)”
“- Türkiye'de tarımsal işletmelerin yüzde 32 ile en büyük
bölümü 20-49 dekar araziye sahip(parseller küçük).”
“- Meralar, 44 milyon hektardan 13 milyon hektara düştü.”
“- Çiftçilerin kooperatif ve birlik şeklinde örgütlenmesi
çok zayıf.”
“- Özelleştirmelerin tarıma bir yararı olmadı”.
….......
...........
Tamam, tespitler iyi
güzel de...
- Eeee? Peki sizin
çözümünüz, projeniz, hedefiniz nedir?
- Kem küm! İşte, AB’ye uyum, oradan para
almaya yarayacak projeler, ne koparabilirsek!
"Bakın, hayvancılık işletmesi kuran birkaç şirket de
var… Çiftçiye destek ucuz kredi de veriyoruz!..."
Aşığın dediği gibi:
“Ucuz gübre bol yalan, oyalan köylü
oyalan”…
Kalkınma, “Bir toplumun ekonomik, sosyal, demografik,
politik ve kültürel alanların hepsinde birden kaydettiği ilerleme”dir.
21. yüzyılın ilk 10
yılını geride bıraktık. Hala kırsal alanda gerçekçi, devletin ve halkın ortak
irade ve enerjisiyle yürüyecek bir “kırsal
kalkınma” politikasına, böyle ciddi bir iradeye sahip değiliz.
Sistem kırsal
yapıyı da insanını da resmen yok sayıyor.
Kırsal kalkınmayı
salt tarım politikasıyla sağlayamazsınız (Hoş tarım politikası da tartışmalı
ya).
Önce kırsal kesimde
yaşayanları, insan, vatandaş yerine koymalısınız.
Mesela ilk önce
yaşadığı yere bir bakabilirsiniz!
Tipik bir kırsal yerleşimde
ev, ahır, samanlık, yan yana. Ahırlar evin ya altında, ya hemen bitişiğinde.
İnsanlar
hayvanlarla iç içe yaşıyor!
40-50 sene önce
danaların üşümesin diye bize yatak serilen yere bağlandığını hatırlarım. Araya
bir ağaç konulurdu, üzerimize çıkmasın, basıp bizi ezmesin diye. Ama sabahları
dananın burnunun dibine bıraktığı dışkının kokusuyla uyanmak sıradan bir
şeydi...
Şimdi de temelde
değişen bir şey yok.
Bırakın adı “köy”
olan küçük yerleri; “belde”lerde, “ilçe”lerde
bile herhangi bir plan yok.
Belediyelerin
defterinde “kırsal”, “tarım,
hayvancılık” yok. Tek bilinen şey “yasak”…
(Son yıllardaki
Büyükşehir ilgisi de sadece uyanık tüccar ilgisini geçemedi)
Avrupa’ya gidip
görüyoruz, ağzımız sulanıyor…
“Köy”
dedikleri yer, şehirden güzel. Tertemiz, insanlar evinin önüne çiçek
yetiştiriyor, çocuklar parkta oynuyor. Köy içinde kızlar güzel, erkekler
yakışıklı… Üzerleri ahır ahır kokmuyor. (Bir de bizde mahalle statüsüne geçen
köylere gidip gelen otobüslere bir binin…)
Peki, bu Avrupalı
köylüler hiç tarlayla gitmez, hayvanla uğraşmazlar mı?
Tersine, sıradan
bir çiftçinin ahırında asgari 50 inek vardır. Bizde ahırına 20 inek bağlayanı
parmakla gösterirler.
Ama fark şu: Ahır
köyün içinde, evin altında, hemen bitişiğinde değil… Mahallenin dışında, fenni,
kocaman; bizdeki gibi “gaz odası”na
benzemiyor.
İnsanlarla
hayvanların yaşam alanları ayrılmış, hem insanlar hem de hayvanlar daha iyi
koşullarda yaşıyor.
Peki, biz de
bunları; hatta daha iyisini yapamaz mıyız?
Bursa’da ahırları
mahallenin içinden çıkarmak için bir model diyebileceğim sadece Akçay
Belediyesi’nin mücadele ettiğini biliyorum. Ama başarısı sınırlı kaldı
sanıyorum. Bir kamu kuruluşundan para ile satın alınan arazi ahır yapımına
tahsis edildi ve herkesin evinin yakındaki ahırı yıkıp buraya taşıması istendi.
Bir kısım ahırlar taşınmakla birlikte, aradan yıllar geçmesine rağmen sokak
aralarında ahır görmek mümkün. Yani tam da istendiği gibi uygulanamadı.
Zira bu iş devletin
politikası, halkın desteği, katımı ile topyekûn yapılır.
Zaten kalkınma
dediğin de budur.
Artık bir yerlerden
başlamak gerekmiyor mu?
İyi pazarlar
17 Ocak 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder