27 Eylul 2010, Pazartesi | |
Eski cumhurbaşkanlarından Turgut Özal'ın "öldürüldüğü" yolundaki söylentiler, yıllar sonra oğlu tarfından yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. 1990'ların ilk yarısında zirve yapan faili meçhul cinayetler zincirine, öyle anlaşılıyorki, ülkenin bir numaralı kişisi de eklenmiş... |
Hatırlayalım, Turgut Özal, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından hem ekonomiye hem siyasal yaşama damgasını vurmuştu. Ünlü "24 Ocak Kararları"nın mimarı, uzun yıllar Başbakan ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla, "devletin" en yüksek koltuklarında oturmuş bir kişiden sözdediyoruz.
Özal ailesinin açıklamalarına bakılırsa, olay gerçekten vahim.
Düşünün ki, devletin tepe noktasında olan, ülkenin en güçlü kişisi görünen Turgut Özal'ın bile can güvenliği sağlanamamış... Özal ki, adeta bir koruma ordusu ile dolaşırdı ve bazı görevlilerin olur olmaz gazeteci meslektaşlarımızı tartakladığını hatırlarım.
Üstelik, Özal'a hem başarısız süikast, hem de öldürülmesinin arkasındaki gücün de "derin devlet" olduğu düşünülüyor. "MGK Genel Sekreteri", "orgeneral"...
Konu hakkında soruşturma açıldı ve umalım ki olayların arkasındaki perde ortaya çıkarılsın.
Ama dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu:
Bir ülkede eğer sıradan insanların can güvenliği yoksa, hayat bir şekilde terörize edilmişse, o ülkede en yüksek makamlarda olan kişiler dahil herkesin güvenliği risk altındadır.
Ve böyle bir ortamda bırakın hukukun işlemesini; demokasi, normal medeniyet, uygarlık vs. gerçekten büyük tehdit altındadır.
Mesela ekonomi risk altındadır... Siz bir sermayedarın, can ve mal güvenliği olmayan yerde iş kurmaya çalışacağını mı sanıyorsunuz? Asla... Nitekim çok büyük teşviklere rağmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi bir türlü gerekli sermayeyi çekemedi.
Bugün Türkiye coğrafyasının en az yarısında insanlar gündelik yaşamlarında rahat değil. Mesela Tokat'ta bir köylüyseniz, siz mısır tarlasını yaban domuzlarından korumak için tarlanızda kafanıza göre gece nöbeti tutamazsınız! Bu iş için jandarma karakolundan yazılı izin almak zorundasınız.
Koyunlarını merada, yaylada otlatmak mı istiyorsun? Benzer şekilde güvenlik birimlerine bilgi vermen gerekir.
Birçok yerde köylü, "ya teröriste ekmek verirse" diye hayvanlarını yaylaya çıkaramıyor. İnsanların kırsal kesimde yaşama alanı daraltılıyor ve insanlar yılıyor, köyünü terkedip büyük kentlere göçmek zorunda kalıyor. Buralar Güneydoğu falan değil. Teröristlerin olduğu-olabileceği çok geniş bir alanda ise sıkıntı çok daha büyük.
Can mal güvenliğiniz yoksa, orada tarımla uğraşmazsınız, ticaret yapamazsınız, yapmak istemezsiniz... Fabrika falan kurmayı hiç düşünmezsiniz...
"Bu memleket benim" diyemeyen, kendini güvende hissetmeyen kişiden, enerjisini, yaratıcılığını kullanmasını; hem kendisi hem çevresi için birşeyler yapmasını, hatta evinin önünü temizlemesini, bir köşeye fidan, çiçek dikmesini bekleyemezsiniz.
İşin çok daha önemli ve tehlikeli olan yanı ise şu: ülkeyi sürekli gerginlik içinde yönetmenin olağan yönetim şekli olması...
Güven"siz"lik aslında bir yönetme biçimi oluyor!
"Ahali"yi sürekli kurtarıyorsunuz!
Bir komünizmden, bir faşizmden, bir şeriattan, bir laikçilerden! Önce ateşlere atıyorsunuz, sonra yeniden kurtarıyorsunuz ve artık kimsenin adalet falan isteyecek mecali kalmıyor.
Ülkeyi korkularla yönetmek diye tanımlanan şey belki de işte bu...
En masum demokratik taleplerin üzerine copla, biber gazıyla, kış ortasında tazyikli suyla gidiyorsun...
Meydanlar savaş alanı gibi oluyor.
"Ülke güvenliği" bunu gerektiriyor!...
Herkesin, "burası benim ülkem" diye sarıldığı, barış ve kardeşlik içinde ürettiği, geleceğini planladığı, silah yerine ekmeğin, mermi çekirdeği yerine elma çekirdeği ile uğraştığımız; enerjimizi güven içinde yönetilen bir Türkiye için harcayacağımız günlerin düşü ile iyi haftalar..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder