Fransa’nın devrimlerle çalkalandığı dönemin düşünürlerinden Jean Jaures’nin sözü var:
“Quand les hommes ne peuvent pas changer les choses, ils changent les mots”.
Türkçesi, “İnsanlar şeyleri (olguları) değiştiremezlerse, sözcükleri değiştirirler.”
BUSİAD tarafından Doğan Ersöz Yılın İşadamı ödülü verilen Muharrem Yılmaz’ı dinlerken toplum olarak, en temel sorunları çözmeye çalışmak yerine nasıl da sürekli “sözcükleri”, söylemleri değiştirerek oyalandığımızı düşündüm.
“Şeyleri değiştiremeyince, sözcükleri değiştirmek”...
Giyecek elbise, akşamları evine götürecek ekmek bulmakta zorlanan yurdum insanı demek ki bu yüzden, birisi “gidişat nasıl” deyince, Galatasaray’ın durumunu konuşuyor; Kıbrıs, Irak ve hükümetin iç-dış politikası üstüne geyik yapıyor.
Şimdi anlıyorum, topu niye taca attığını.
Vay benim yurdum insanı vay...
Clémenceau, Jean Jaures’yi, Raoul Villain adlı bir deliye boşuna öldürtmemiş!
SÜTAŞ’ın patronu Muharrem Yılmaz ile söyleşirken, tarım ve hayvancılığın, hep çevresinde dolaşılan, ama yapısal dönüşümü için adım bile atılmayan bir şey olduğunu düşündüm.
Tarım ve hayvancılık, AB’den üyelik bekleyen Türkiye’de, temel taşları yerine konulmayan, nur topu gibi bir sorun olarak bekliyor.
AB, uyum sürecinde Kopenhag siyasi kriterleri için şu şu olacak paketleri veriyor. Ama nedense insanları midesine, cebine katkıda bulunacak tarım ve hayvancılıkta bu tür siparişler, reçeteler vermiyor.
Bakınız tarımda “değiştiremediğimiz” temel şeylerden bazıları şunlar:
-Miras hukukumuz yenilenmedi. Tarım arazileri, her yeni nesilde, mirasçıların sayısı kadar bölünüyor. Oğullara, kızlara eşit böl, ardından torunlar, bilmem kaçıncı nesil, tekrar böl… Öyle ki tarlalar bir dönümün altına düştü. Anadolu’da küçüldükçe küçülen bu tarlaların bir bölümü artık hiç ekilmiyor.
Elin gavuru arazi böldürülmüyor, Baba ölünce çocuklardan hangisi tarımla ilgileniyorsa, daha iyi yapıyorsa tarlalar ona devrediliyor. Ayrıca tarımla uğraşan kişiden bu konuda bilgi, sertifika falan isteniyor. Öyle "Basarım parayı, arazi benim değil mi, istediğim gibi kullanırım" da yok… işten anlamıyorsan, tarımla, hayvancılıkla uğraşmana izin verilmiyor. Bizdeki kadar özgürlük yok!
-Devletin bir tarım politikası bile yok… Hangi bölgede, ne üretilecek, üretim nasıl desteklenecek, öncelikler ne olacak, belli değil. Devletin destekleme alımı fiyat politikası verimli bir tarım yaratmadı. O terk edildi, yerine konulmaya çalışılan Doğrudan Gelir Desteği’nin üretim falan diye bir derdi yok. Çiftçi istikrarsızlık içinde her yıl farklı ürünlere zorlandı. Politikasızlığın vahametini anlatan en güzel şey bence, mümbit ovalarımızın yapılaşma ile tahrip edilmesi, ürün fiyatlarındaki istikrarsızlık!
Çiftçi nereye ne ekeceğini, ektiğinde ne gibi sürprizlerle karşılaşacağını bilmiyor. Ürün sigortası yok.
-Altyapı yok. Tarım deyince yıllardır sırf tarla tarımını anladık, Muharrem Yılmaz’ın dediği gibi, belki bunu batı bize böyle empoze etti. Sulama kanalları zaten yetersizdi, şimdi varolanların da ovalardaki yapılaşma nedeniyle bir bir söküldüğünü görüyoruz.
Hayvancılığın can damarı olan meraların sadece adı mera. Hepsi kıraç, ot bitmiyor, üzerinde hayvanlar karnını doyuramıyor. Hiçbiri ıslah edilmemiş. Doğu ve Güneydoğu’da -buna fiilen Karadeniz de eklendi- köylü meradan, yayladan korkar, çekinir hale gelmiş. Yem bitkiciliği yok.
-Çiftçi örgütleri, üretici birlikleri, daha neler neler…
Elbette, olumlu gelişmeler de yaşanıyor. Örneğin SÜTAŞ gibi firmalar sırf süt alımı yaparak, hayvancılığın gelişmesine büyük ivme kazandırdı. Bursa’nın damızlık sığır merkezi olmasında SÜTAŞ’ın rolü gözardı edilebilir mi?
Ama yeterli değil. Mevcut yapıdan hem çiftçi hem de sanayici zarar görüyor.
Peki, bugün gümrüklerle kısmen sağlanan koruma da 2005’de ortadan kaldırılırsa ne olacak? Elimizdekini korumanın derdine düşmeyecek miyiz?
Yoksa biz bunları boşverip, nasıl olsa AB’ye gireceğiz, basacaklar 100 milyar Euro’yu kurtulacağız mı diyelim?
Kulakların çınlasın Jean Jaures…
Şimdilik hoşçakalın.
Yeni Bursa Gazetesi, 25 Nisan 2004
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder