8 Nisan 2011 Cuma

Can güvenliğiniz var mı?

Ülkemizde “güvenlik” deyince, akar sular durur!… Demokrasideki eksiliklerin, adaletsizliklerin, hukuksuzlukların gerekçesi çoğu zaman “ülke güvenliği” olmuyor mu? 


Peki “kişi güvenliği”?
Kastettiğim, “büyük büyüklerin” değil, sıradan insanların güvenliği?
Senin, benim, sıradan vatandaşın güvenliği..
Bırakalım “mal güvenliği”ni; “can güvenliği”miz var mı?

Güvenlik deyince akan suların durulduğu, uğruna her türlü faturayı ödemek durumunda kaldığımız, kaynaklarının önemli bir bölümü “güvenlik” adı altında harcanan bir ülkede can güveliğimiz var mı?

Çok basit bir soru
Kendi evinizde canınızı ve malınızı güvende sayabiliyor musunuz?
Cevabı ise çok basit: Hayııır!
Bulgaristan’dan 1989’larda zorunlu nedenlerle Bursa'ya gelen Türklerin en çok şaşırdıkları şeyin “pencere demirleri” olduğunu fark etmiştim.
“Burası (Bursa) nasıl bir yermiş böyle, evler sanki hapishane gibi,  pencereleri demirle kapatılmış. Bizde sadece hapishanelerin kapısı pencereleri demir kafesle kapatılır” gibi bir şey söylemişti birisi.
Gözlerdeki şaşkınlık…

Bursa’da inşaat sektörü, TOKİ ve lüks toplu konut firmalarınca parlıyor.
Hızla konut yapılıyor. Ama benim bu günlerde en çok dikkatimi çeken şey, evlerin kapı ve pencerelerinin dehşetengiz şeklide adeta cezaevine dönmeye başladığı…
Ev sahibi veya kiracı, fark etmiyor; ilk iş pencereleri demir ızgara ile kapatmak.
Sadece zemin veya bir-iki kat değil, 4-5 katlarda da aynı manzarayı görmek mümkün.

Ferforjeyi severdim ve gerçekten “demiri dövme-güçlendirme, şekil verme sanatı” olarak ferforje hem ev hem de işyerlerinde hoş mekanların yaratılmasına katkıda bulunabiliyor.
Ancak ferforje sektörünün bu kadar yaygılaşmasının arkasında, demirden sanatsal mekanlar yaratma kaygısının yattığını düşünmek, çok saf ve naifçe..
Asıl olan insanlardaki can korkusu… 

Perforjeler artık, çeşit çeşit... “Mızraklı”, “süngülü”, "zırhlı”… 
Pencere demirlikleri eskiden saksı koymak falan için yapılırdı. Artık, pencereden hırsız vs. giremesin diye yapılıyor.

Ve “Alarm” piyasası… Türlü türlü…
Kameralı, sesli, polis karakoluna bağlananlar, cep telefonundan uyarı verenler…
Ayrıca  kapılara, pencerelere bağlanan sensörler artık içeridekilerin hayatını da sınırlıyor. 
Farkında olmadan şöyle sabah kalkıp pencereyi açıp serin hava almak için kafanızı dışarı çıkardıysanız vay halinize: 
- Daaatt daaattt… 
Gerildiğinize mi, tüm sokağa rezil olduğunuza mı yanacaksınız?
Herkes evinin soyulmasından kaygılı…
Ya hırsız bizim eve de girerse, ya çocuğuma, bana bir zarar verirse…”
İktidar, muhalefet, ekonomi, dış açık, borsa,  referandum, AB üyeliği… 
Tek parti iktidarı, büyük laflar, böbürlenmeler, rakamlar…
Ama insanlar mahallesinde, sokağında, evinde korku, kaygı içinde.
Can güvenliği”  her insanın vazgeçilmezidir.
Ve en temel haktır.

Devletin birincil görevi insanların can güvenliğini sağlamaktır.

Can güvenliğinin olmadığı yerde işin, paran, mesleğin, hayallerin olsa ne yazar ki?
Sıradan insanların, ortalama vatandaşların, işçinin, memurun, esnafın, orta düzey yönetici, hatta en büyük holdingin patronu olsun… insanların evinde, can güvenliği ile ilgili kaygı duyduğu bir ilke özgür bir ülke olabilir mi?

Demokratik bir ülke olabilir mi?
Başbakan, 12 Eylül referandumunun “Daha ileri demokrasi için” yapıldığına vurgu yapıyor.
Bu halk evinde huzur içinde değilse bu nasıl “daha ileri demokrasi”dir?

İyi haftalar



20 Eylul 2010


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder