Hastane... hapisane... mahkeme...
Toplumun can damarları, yaşamın nabzının attığı; “Allah ne düşürsün ne de eksikliğini göstersin” dediğimiz yerler.
Bir türlü bitmeyen sorunları ile hep çile kapılarımız...
Kişisel olarak, Türkiye ne zaman hastane, hapishane ve mahkemeleri “çile kapısı” olmaktan çıkarırsa o zaman kalkınmış, medeni bir ülke olacaktır, diye düşünüyorum.
Bir dokun bin ah işit...
Sağlıkta iktidar partisinin, hastanelerde devletin kesesine pek de dokunmadan yaptığı maddi yatırımlar konusundaki yazımızla ilgili olarak Sağlık Emekçileri Sendikası eski başkanlarından Dr. Bülent Aslanhan’dan “Ticaret ve Hekimlik” başlıklı bir yazı aldık.
Dr. Aslanhan, 1990’ların başında Türk Tabipleri Birligi (TTB) tarafından hazırlanan, “Herkese eşit firsat mı, serbest piyasaya egemenligi mi” adlı rapora gönderme yapıyor ve sağlıkta ihtiyaçlar yerine piyasa dinamiklerinin etkili olmasının “ülkede eşitsizliği artıracağı, sofistike teknoloji tüketimine dayanan bir sömürüye maruz kalacağı” uyarısının hâlâ geçerli olduğunu belirtiyor.
Turgut Özal döneminden itibaren, kamu kurumlarının “değersizleştiğini”, sosyal güvenlik fonlarının “yabancı şirketlerin ülkedeki taşeronlarına ve onlarla gizli/açık ilişki içinde olan hekimlere aktarıldığını” savunan Dr. Aslanhan, Türkiye’nin “Tıbbi Pazar” olmasının yarattığı tehlikelere dikkat çekiyor. Ve “son 20 yılda tek bir çocuk hastanesi yapmayanlar, ülkenin her yanını kalp cerrahi merkezleri, özel hemodiyaliz, tomografi merkezleri ile donatıyor. İstanbul’daki tomografi cihazı İngiltere’den fazla” ifadesine yer veriyor.
“Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile birlikte sağlık hizmetinin ücretli hale getirildiğini, Devlet Hastanelerinde “işletmeleşme” sürecinin hızlandığını, Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kurluların özel sağlık kuruluşlarından yararlanmalarının önünün açıldığını kaydeden Dr. Aslanhan, SSK’lıların da yararlanımına açılan devlet hastanelerinde bütçe katkısı sağlanmadığını vurguluyor. Aslanhan, bir doktor olarak, uygulamaların çalışma ortamına etkisini şöyle değerlendiriyor:
“Çalışanlar arasında dayanışma yok oluyor; kişisel rekabet ön plana çıkıyor. Motivasyonu artırmak ve atıl kapasiteyi doldurmak için uygulanan bu yöntemde, hekimler diğer meslektaşlarının yaptığı işi elinden alarak gelirini artırmak isteyecektir. Nitekim pilot uygulama yapan sağlık kurumlarında klinikler, hekimler ve hekim-sağlık çalışanı arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Hastaneye kazandırılan parayı esas alan bu değerlendirmede, daha az para kazandıran bölümlerin hekimleri, kendilerini değersiz görmektedir. Bir süre sonra bölümlerin kapatılmasına kadar gidebilecek bir süreci başlatacak olan bu durum, sağlık hizmetinin bütüncül yapısını bozacaktır. Ayrıca hekimler ve sağlık çalışanları arasındaki adil olmayan dağıtım, motivasyonu bozacak ve sağlık hizmetinin verimliliği azaltacaktır.
Birinci ve ikinci basamak kamu sağlık kurumları gelirlerini esas olarak kamu sigorta fonlarından sağlamaktadır. Hizmet karşılığı olan ödeme sisteminin temel sakıncalarından birisi de maliyet artışına yol açmasıdır. Bu durum hekime talebi arttırma yönünde imkanlar sunmaktadır. Hekim, sunulan hizmetin miktarını çoğaltarak gelirini artırma kapasitesine sahiptir. Hekimleri etik olmayan yollara sapmaya yöneltecek, endikasyon sınırlarını zorlayacak bu yöntemin; kamu sigorta fonlarında ciddi ekonomik sıkıntıya yol açacağını tahmin etmek güç değildir. Bu durumda denetim için kurulacak mekanizmalar da maliyeti ayrıca artıracaktır.”
Demek ki, evet, maddi iyileştirmeler çok önemli; ama onun kadar uygulamaların içeriği, yaklaşım ve bazı hassas dengeler de önemli.
Hep mehter takımı gibi bir ileri iki geri mi gideceğiz? Bir şeyi yaparken, bir şeyleri tahrip etme konusunda, herkesten çok dikkatli olması gereken de kamu gücünü kullananlar olmalı.
İktidar partileri için en büyük hazine, sivil toplum kesimlerinin eleştirisidir. AKP’nin bu hazineden yararlanması gerektiğini düşünüyorum.
Ve unutmayalım, ticaret de, ekonomi de insan için... Sağlıksız bir sağlık hizmetini nasıl düşünebiliriz?
Yeni Bursa Gazetesi, 21 Mart 2004 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder